26 Ocak 2017 Perşembe

Karanlıkta Tek Başına

                Hale sıkıntıyla oturduğu yerden kalktı, ağır adımlarla cama doğru yürüdü, başını cama yasladı.  Karnını okşadı usul usul. İçindeki minik hareketlenmeye başlamıştı son birkaç haftadır, hiç durmuyordu. Saate baktı gece yarısını çoktan geçmişti. Akrep ve yelkovanın tık tık sesleri geceyi bölüyordu. Gözü kulağı kapıdaydı, tam o anda kapı açıldı ve Taner gülerek Hale’nin yanına gelerek yanağına bir öpücük kondurdu. Taner’den gelen yoğun içkiyle karışık ter kokusu midesini bulandırmıştı. Öğürmemek için kendini zor tuttu. Taner’i elinin tersiyle iterek bağırmaya başladı.
-          Neredesin bu saate kadar. Saatin kaç olduğundan haberin var mı? Leş gibi içmişsin bir de. Şu haline bak ayakta zor duruyorsun. Sende hiç sorumluluk yok mu be adam yakında baba olacaksın. Ya bana bir şey olsa acilen hastaneye gitmemiz gerekse hiç düşünmüyorsun bunları.
Hale artık gözyaşlarına daha fazla engel olamıyordu. Çocukluğundan beri en sinir olduğu huyu buydu. Her an her şeye ağlayabilirdi. Sulu gözlü lakabının hakkını sonuna kadar veriyordu. İşte yine aynısı olmuştu. Tutamamıştı kendini daha konuşmaya başlamadan ağlamaya başlamıştı. Biraz daha güçlü olamıyorsun hemen koyuveriyorsun diye içten kızdı kendine.
-          Tamam, aşkım sakin ol merak etme şimdi ben buradayım. Hem sen iyisin hem de bebeğimiz iyi diyerek Hale’yi sakinleştirmeye çalıştı Taner. Ama Hale’nin sakinleşmeye niyeti yoktu. Freni patlamış kamyon gibi son hızla Taner’in üstüne geliyordu vereceği zararı düşünmeden
-          Her gece arkadaşlarınla geziyorsun, içiyorsun, öğlene kadar içiyorsun, doğru düzgün işin yok. Çocuğumuz doğunca ben de çalışamayacağım bir süre. Nasıl geçineceğimizi düşünüyorsun, bu çocuğa nasıl bakacağız. Sen daha kendine bakamıyorsun. Hale artık hıçkırmaya başlamıştı.
-          Sakin ol aşkım. Ahmet’in teklif ettiği yeni işi düşün.  Çok cazip bir iş, hem maaşı çok yüksek. Sen evet desen hemen gider yarın başlarım. O zaman tüm sorunlarımız çözülür inan bana.
-          Bunu düşünmüyor muyum sanıyorsun. Her gün düşünüyorum ama olmaz. Ahmet karanlık bir tip. Korkuyorum başına kötü bir şey gelmesinden, seni kandırmasından.  Doğru düzgün işler yapmıyor? Düzgün bir iş bulmak bu kadar mı zor?
-          Aşkım, bir tanısan Ahmet’i sen de seversin inan bana. Daha tanımadan yargılıyorsun, peşin hüküm veriyorsun. Biraz birlikte vakit geçirsek bence fikrin değişir. Ne dersin güzelim yarın yemeğe çağırayım mı? Birlikte otururuz işin detaylarını konuşuruz hem senin için rahatlamış olur. Hem bu işe çok ihtiyacımız var sen de biliyorsun.

Hale ağlamaktan cevap veremedi sadece kafasını sallamakla yetindi.
-          Ha şöyle aşkım benim. Senin sonunda bana güvenip evet diyeceğiniz biliyordum. Bak her şey çok güzel olacak inan bana. Bebeğimiz doğsun o zaman daha da mutlu olacağız söz.
Hale bu sözlere neden bir türlü inanmıyordu acaba? Her zamanki gibi yine son sözü Taner söylemişti ve o da tamam demişti. Söyleyecek daha çok sözü olmasına rağmen yine ağlamaktan hiçbirini söyleyememişti. Kendini biraz toparladıktan sonra;
-          Ahmet şimdi kim bilir nasıl güzel bir kızla gelir. Bir de benim şu halime bak, patlayacak davul gibiyim, her yerim şiş dedi.
-          Aman be güzelim takma kafana. Sen her halinle güzelsin diyerek sarıldı Taner.
Hale ağlamayı bırakmıştı Taner’e sarıldığında ama hala iç çekiyordu. Bir süre birbirlerinden ayrılmadan sarıldılar. Geriye dönüp o güne baktığında Hale çok pişman olacaktı yaptıklarından.







25 Ocak 2017 Çarşamba

Sınırlar

-         Senin kapın benim duvarımdır, senin duvarın benim kapım diye mırıldandı Selin elimdeki kitabı yere bırakırken.
-          Ne dedin aşkım diye söylendi Sedat. Bunu söylerken televizyondan kafasını bile kaldırmamıştı.
-           Senin kapın benim duvarımdır, senin duvarın benim kapım diye yüksek sesle tekrarladı Selin. Okuduğu kitaptaki bu cümle onu çok sarsmıştı, sarsmaktan ziyade silkelemişti. Kitabı kaldırdı, biraz düşünmeye ihtiyacı vardı. Gözlerini kapadı, derin bir iç geçirdi.
-          Bu kadar derinlere dalma güzellik yoksa boğulursun. Söyledikleri Sedat’ı kahkahalara boğmuştu.
-          Boş ver sen televizyon izlemeye devam et, ben biraz hava almak istiyorum diyerek uzaklaştı.  Selin giderken Sedat hala gülmeye devam ediyordu.
Kapıyı açmasıyla birlikte yüzüne temiz hava çarptı. Bir an sersemlese de derin bir nefes aldı. Bahçede çok sevdiği salıncağa doğru yürüdü, salıncağın paslanmış iplerine dokundu, sanki ilk defa görüyormuşçasına uzun uzun okşadı. Dökülen yaprakları temizleyerek oturdu, bir ileri bir geri sallanmaya başladı. Paslanmış demirler gacırdamaya başladı. Yıldızsız, sakin bir geceydi, sessizliği bozan sadece salıncağın sesiydi.
Senin duvarın benim kapımdır Sedat diye mırıldandı. Okuduğundan beri bu cümle aklından çıkmıyordu bir türlü. Bir cümlenin onu bu kadar etkilemesi şaşırtmıştı. Selin’i darmadağın etmişti, güvendiği, dayanak bulduğu duvarlar yıkılmış çırılçıplak kalmış gibi hissediyordu. Bu eve kaç yıl oldu geleli, zaman ne çabuk geçti zaman diye düşündü. Ne umutlarla gelmişti bu eve, herkesten, her şeyden kaçıp saklandığı bir sığınak olmuştu burası. Yuva mıydı peki? Burası asla bir yuva olmamıştı Selin’e. Şimdi ise burayı dört duvarı çevrili bir hapishane olarak görüyordu. Duvarları kim örmüştü sürekli bunu düşünüyordu.  Selin mi yoksa Sedat mı örmüştü? Sınırları Sedat koymuş Selin’de sorgusuz sualsiz kabul etmişti. İşin aslı önce sınırlandığını fark etmemişti bile.
Sedat’la tanıştığında hayatının çok kötü bir dönemiydi. O kadar ürkek ve çaresiz hissediyordu ki kendini kim çıksa karşısına onunla gidebilirdi. Karşısına Sedat çıkmıştı. Onu koruyor, kolluyordu ona yeterdi bu şimdilik. Aşk olmasa da olurdu. Açıkçası aşkın eksikliğini hissetmiyordu bile. Bir ay içinde yanına taşınmış, birlikte yaşamaya başlamışlardı. İlk zamanları heyecanı çabuk sönmüştü. Sedat ilk kıyafetlerinden başlamıştı. Bu kıyafetlerle bu eve giremezsin demişti. Tüm kıyafetleri tek tek elden geçirmiş, alay etmişti. O gün gözlerinin önüne geldi. Kıyafetleriyle dalga geçip ne çok eğlenmişti. Üzülse de hiç belli etmemişti. Hepsini atmışlar yenilerini almışlardı. Kıyafetlerinden sonra sıra arkadaşlarına, işine gelmişti sırasıyla.
Arkadaşlarını beğenmiyordu. Ona göre hepsi kendini beğenmiş ve züppeydiler. Bir süre sonra Sedat’ın tavırları yüzünden arkadaşlarıyla arası bozulmuş ve onlarla görüşmez olmuştu. Bu ev, Sedat onu girdap gibi içine çekiyordu günden güne. İşi de bırakmasıyla birlikte artık tüm ipler Sedat’ın elindeydi. O ise bir kukla gibi oynatıcısı iplerini ne yöne oynatırsa o yöne gidiyordu. Çalışma artık, ben çok kazanıyorum ikimize de yeter demişti. Zaten mutsuzum işte deyip ayrılmıştı o da. Günler geçtikçe onu hayata bağlayan tüm iplerin tek tek koptuğunu fark etmişti. Yavaş yavaş ölüyordu. Ölmek böyle bir şey mi acaba tüm hislerini kaybedersek ölür müyüz diye sormuştu Sedat’a. Manyak manyak konuşma demişti. Sorduğuna soracağına pişman olmuştu. Eski anılar bu gece tüm gücüyle zihnine doluşuyordu.

Sonsuz bir girdaba yaklaşıyorum. Dönüyor, dönüyor. Beni içine almaya çalışıyor, ben ise kaçmaya çalışıyorum. Ne kadar çabalarsam çabalayayım boş büyük bir hızla ona çekiliyorum.  Çaba göstermenin faydası yok en iyisi akışa bırakayım. Bıraktım kendimi son hızla girdaba yaklaşıyorum. Girdabın içindeyim, dönüyorum, dönüyorum, içe doğru çekiliyorum. Her dönüşte daha derine iniyorum. En dibe inmeme az kaldı. Karanlık, kopkoyu bir karanlığın içindeyim. Sessiz, derin bir karanlık beni sarıp sarmalıyor. Sona yaklaşmaktayım hissediyorum. Birazcık daha dayanırsam hepsi bitecek, çektiğim acılar son bulacak. Daha fazla direnmenin anlamı yok. Olacak olan her koşulda olur engelleyemeyiz.
 Selin selin hadi nefes al bebeğim, buradayım bak. Selin aç gözünü bebeğim, aç gözünü bırakma beni. Kendine geldiğinde nerede olduğunu anlayamadı ilk önce. Offf bu ışığı kim yaktı, çok aydınlık diye söylendi. Oh çok şükür dedi Sedat. 
-          Neredeyiz, noldu bana.
-          Sus şimdi, biraz uyu.
-          En son bahçedeydim. Nasıl oldu buraya geldim.
-          Kendini kaybettin bir anda, çok panik oldum, ne yapacağımı bilemedim. Delirmiş gibi bağırıyordun bana. Beni terk etmekten, canına kıymaktan bahsettin. Çok korktum bebeğim.
Selin olanları yavaş yavaş hatırlamaya başlamıştı. Salıncaktan inip Sedat’ın yanına gitmişti. Hala televizyon izliyordu geldiğini fark etmemişti bile, hiçbir şeyi fark etmezdi ki zaten. Ses çıkmıyorsa onun için sorun yoktu. Ben bir karar verdim demişti televizyonun önüne geçip. Çekil televizyonun önünden diye kükremişti. Şu maç bitsin, çekil gol olacak şimdi.  Bunun üzerine çileden çıkmış televizyonu var gücüyle duvara fırlatmıştı. Bıktım diye bağırıyordu, bıktım artık bu hayattan. Dört duvar arasında yaşamaktan, bırakıp gidememekten, yavaş yavaş ölüyorum ben farkında bile değilsin, ölüyorum ben. Beni buraya hapsettin, kişiliğimi, benliğimi aldım yok oldum ben sayende, silindim. Ağlamaya başlamıştı, durduramıyordu artık gözyaşlarını. Bir yandan bağırıyor, bir yandan hıçkırarak ağlıyordu. Senin evin bana mezar oldu diye bağırıyordu. Sonrasını hatırlamıyordu. Sedat onu apar topar hastane getirmişti işte. Soluk ışık altındaki bu odada baş başaydılar belki de son kez.
-          Ben ayrılmak istiyorum dedi Selin.
-          Sus şimdi güzelim iyileş sonra konuşuruz.
-          Hayır, sonra değil şimdi konuşacağız. Bitti, tamamen bitti. Artık dayanamıyorum. Hemen çık git hayatımdan.
-          Bak gidersem kendini toparlayamazsın. Seni ben adam ettim, bensiz bir hiçsin. Emin misin, eski günlerine dönmeyi istiyor musun gerçekten.
-          Git Sedat istemiyorum seni.
-          Gidiyorum bak.
-          Git.
Sedat’ın arkasından bakmadı bile Selin. Sedat’ın ördüğü duvarları nihayet yıkmış ve kapıdan çıkıp gitmeyi başarmıştı sonunda. Daha önünde çok yol vardı, kendini bulması, unuttuğu sesini dinlemesi gerekiyordu önce. Çok yorgundu Selin. Derin bir uykuya bırakırken kendini yüzüne derin bir gülümse yayıldı.


18 Ocak 2017 Çarşamba

Westworld Dizisi

                            
         Bu sezonun en çok ses getiren dizilerinden biri Westworld sanırım. Hikâyesi oldukça ilginç. Bugüne kadar okumuş veya izlemişsinizdir muhtemelen. Eğer diziyle ilgili bir şey bilmiyorsanız yazacaklarım spoiler içerebilir şimdiden uyarayım.
İki bilim insanı insan görünümlü robotlardan oluşan bir eğlence parkı kurarlar. Önceleri robotlar çok basitken geliştirmelerle insan gibi hisseden, insan gibi davranan robotlar yapmaya başlamışlardır. Western görünümündeki bu parka insanlar gelir ve istedikleri her şeyi robotlar üzerinde yaparlar. Burada her türlü şiddet serbesttir. Robotlara tecavüz edebilirsiniz, dövebilirsiniz, işkence edebilirsiniz, hatta öldürebilirsiniz.  Gelen ziyaretçiler hiçbir şekilde zarar görmez. Parkın insanlara burada kendini bulmayı vaat etmektedir. Akşam zarar gören robotlar temizlenir, sabah kendileri için oluşturulmuş döngülere tekrar başlarlar.

Her gün aynı şeyi tekrarlayan robotların hayatları bizim sıkıcı hayatlarımıza çok benziyor. Her sabah aynı saatte kalk, giyin, kahvaltı yap, işe git. Robotlarda aynı bizim gibi kendilerine biçilen rolleri hiç sorgulamadan oynuyorlar. Hayatımızı sorgulamayacaksak bizim robotlardan ne farkımız var diye düşünmeden edemedim. Birini oğlu veya kızı olarak dünyaya geliyoruz. Hayatımızın ilk yıllarını dünyaya alışmakla geçiriyoruz, biraz büyüdükten sonra çevremiz tarafından bize etiketler yapıştırılıyor ve etiketlere sıkı sıkıya sarılarak yaşamaya devam ediyoruz. Birileri güzelsin diyor; güzel olduğumuza inanıyoruz, birileri çirkinsin diyor; kendimizi yataklara atıp günlerce yataktan çıkmıyoruz ya da birileri tembelsin dedi diye ölümüne tembel olup gelişine yaşıyoruz. Oku diyorlar okuyoruz, çalış diyorlar çalışıyoruz, evlen diyorlar evleniyoruz, çocuk diyorlar yapıyoruz. Hep birileri bir şeyler diyorlar. Peki ya biz gerçekten ne istiyoruz, ne hayal ediyoruz. En önemlisi biz kimiz. Felsefenin en kadim sorunu bir insan kaç yaşında kendine sorar BEN KİMİM? Tüm sıfatlarımdan, etiketlerimden, işimden vs. kurtulduğumda gerçek ben kim, gerçek ben ne istiyor, sesi nasıl, onu duyabiliyor muyum, bunca sene neden ihmal ettim, burada bulunma amacım ne bu gibi sorularla insanın kendini keşif yolculuğu başlıyor aslında.


Diziye geri dönecek olursak dizide de bazı robotlarda bozukluklar ortaya çıkıyor. İnsanlara bozukluk gelen şey aslında robotların kim olduklarını sorgulamaya başlamasından başka bir şey değil. Robotlara yazılmış bir rol var ve onlar için yazılmış bir geçmiş. Geçmişlerine tutunmak yola devam etmelerine yardımcı oluyor çoğu zaman. Geçmişteki olaylarından da ne yazık ki hatırladıkları acı oluyor. Aynı acıyı tekrar tekrar yaşıyorlar aynı bizim gibi. Biz de geçmişin bataklıklarında kaybolduğumuzda tekrar tekrar aynı acıyı çekmiyor muyuz? Ne kadar zor olsa da geçmişi geçmişte bırakmak ve yola devam etmek gerekiyor çoğu zaman. Bazı robotlarda geçmiş olayları hatırlayarak kim olduklarını ve bu dünya haricinde başka bir dünya olup olmadığını keşfetmeye çalışıyorlar. Peki, başarıyorlar mı onu da ikinci sezonda göreceğiz muhtemelen.