28 Haziran 2017 Çarşamba

Delilik

         Delilik bu yaptığımız diye bağırıyordu Ayşe avazı çıktığı kadar bağırarak hem de deliliğin daniskası. Artık dayanamıyorum ben. Daha ne kadar devam edecek bu işkence. Yürümüyor işte görmüyor musun. Ben yaralı sen yaralı, iki yarım insandan tam bir insan olduramıyoruz. Tek yaptığımız şey yaralarımızı yarıştırmak; sen daha çok yaralısın hayır ben daha çok yaralıyım. Yoruldum artık anlıyor musun çok yoruldum. Yaralarımı saklamaktan, sürekli kabuklarını kopartıp kanatmaktan, bir türlü iyileşememekten yoruldum. Ben iyileşmek istiyorum sense bu yaralardan besleniyorsun. Takatim kalmadı artık. Ayşe artık ağlamaktan sözlerine devam edemiyordu.


          Bitti mi diye sordu Ömer son derece soğuk bir sesle.


         Hıçkırıklara boğulan Ayşe sadece kafasını sallamakla yetinmişti. İşte yine aynı şey olmak üzereydi tam öfkesini kusmuş olaya gelmek üzereydi ki ağlamaya başlamıştı. Oysa biliyordu ağlaması Ömer' i kaçıracaktı ama yapamıyordu işte tutamıyordu gözyaşlarını.





         Ömer birazdan kalkıp salona gidecek onu dinlemeyecekti. Ayşe de sakinleşince yanına gidecek başını Ömer'in omzuna koyacak ve sanki biraz önce kıyamati koparan o değilmiş gibi son derece sakin bir sesle ne izliyorsun diye soracaktı. Birşey izlediğim yok öyle geziniyorum işte diye cevaplayacaktı hiçbir şey olmamış gibi. Sonra Ayşe yemek hazırlayacak beraber yemek yiyecekler, ardından çay içecekler, havadan sudan konuşup her zamanki gibi sevişip sarılarak uyuyacaklardı. Hiçbir zaman neden kavga ettiklerine dair konuşmayacaklardı. Sanki oturup konuşsalar ikisi de eteğinde taşları bir dökse devam etmeye güçleri kalmayacakmış gibi hissediyordu.


        Ömer pek konuşmuyordu zaten hiç anlatmıyordu hayatını. Sanki öncesi yoktu, sonrası yoktu, bugünü yoktu yarını yoktu. Derin yeşil gözleri hep hüzünlü bakardı. Ayşe'de o gözlere vurulmuştu zaten. Derin ve hüzünlü bakan gözler, bu gözlerde saatlerce kaybolabilirim derdi. Hele bir de iki tek rakı içmişse daha da hüzünlenirdi ya da ona öyle gelirdi. Bu gözlerindeki hüzün neden dese de bir türlü cevap alamazdı. Zaten şimdiye kadar sorduğu tüm sorular cevapsız kalmıştı. Ayşe' nin sorduğu tüm sorular havada asılı kalıyor ve kara bulutlar gibi çiftin üzerine çöküyordu gün geçtikçe. Bu durum onu çıldırtıyordu. Konuş be adam susma artık konuş diye bağırıyordu. Ömer ise karşısında sanki sessizlik yemini etmişçesine tek kelime bile etmeden susuyordu sadece. Ah be adam bir konuşsan açsan şu güzel ağzını sen de rahatlayacaksın ben de derdi ama nafile ne yapsa konuşturmazdı. 


          Bu suslunluk Ayşe'nin mezarı olacaktı gitmezse çok iyi biliyordu. Günden güne çürüdüğünü hissediyordu. Bu ev, bu eşyalar, bu mobilyalar hepsi küf kokuyordu. Dilleri olsa da konuşsalar eğer sen ne bu zamana aitsin ne de Ömer'e defol git burdan diyeceklermiş gibi gelirdi. Bu mobilyalardan sıkıldım değiştirelim dese de ikna edemezdi bir türlü çok ısrar edemezdi zaten ne de olsa burası Ömer'in eviydi. O ise sadece misafir. Birkaç günlüğüne gelip bir türlü gitmeyen misafir. Galiba bizim ilişkimizi en çok bu kelime tarif ediyor misafir diye söylendi ellerinin tersiyle gözyaşlarını silerken. 


          Gözyaşlarını sildi kalktı yerden bu misafirlik artık bitmeli diyerek bavulunu çıkarttı. Artık gölge gibi yaşamak istemiyordu ne olursa olsun. Bavula eşyalarını doldurmaya başladı. Ömer her zamanki gibi salona gitmiş televizyonu açmıştı muhtemelen sakinleşmesini ve yanına gitmesini bekliyordu. Eşyalarını topladı zaten eşya diye getirdiği azıcıktı. Birkaç tşirt, iki kot, iki gömlek, bir elbise birkaç kitap. Bavulunu eline aldı gitmeden tekrar kaldığı odaya şöyle bir göz gezdirdi. Oda o kadar köhne ve bakımsız görünüyordu ki gidecek olmasına sevindi. Bir adım daha atabilmek için kendini ikna etmeye ihtiyacacı olduğunu biliyordu. 


          Elindeki bavulla salona doğru yürüdü televizyonun önünde durdu ve ben gidiyorum dedi bavulu yere bırakmadan. Ömer'den tepki yoktu. Ben gidiyorum dedi biraz daha yüksek sesle. Hala tepki yoktu. En sonunda elinden kumandayı alarak televizyonu kapattı ve tekrar ben gidiyorum dedi. Adamdan çıt çıkmıyordu. Ne git ne de kal. Ağır adımlarla belki Ömer arkasından gelir de onu durdurur diye yavaşça evi terk etti. Apartmanın önüne indiğinde artık gözyaşlarını tutamıyordu. Gelmeyeceğini bile bile biraz daha bekledi. Karanlık sokaklarda geceye karışırken Ömer hala aynı koltukta kıpırdamadan oturmaya devam ediyordu. 

27 Haziran 2017 Salı

Oda

            Odalarım var benim çoğunu herkesten gizlediğim. Kimse görmesin kimse bilmesin diye kapılarını sıkı sıkıya kapattığım, anahtarlarını bilerek kaybettiğim. Bazılarının yerini bile unuttuğum. İç içe geçmiş binlerce oda yıllar içinde gezdiğim, tozduğum, biriktirdiğim, unutmak istediğim tozlu raflara kaldırdığım dedi Elif nine gözleri yaşlı yanında oturan torununa.

 

       - Ne diyon nine sen diye cevapladı Ömer. Sen ilaçlarını içtin mi bugün? İçmedin galiba oda moda sayıkladığına göre. Sen bu aralar iyice saçmalayamaya başladın nine dedemi mi özledin naptın ha görmen yakındır belki de.


      - Sus dedesi kılıklı seni. Boyu devrilesice göçtü gitti de azıcık rahat ettim. Yanına da gitmeye niyetim yok. 


     - Tamam nine kızma hemen. Ömer elindeki fotoğrafları bırakarak ninesinin yanına gelerek sarılıp yanağına bir öpücük kondurdu. Mahçup olan kadın gülerek tamam deli diye gülerek karşılık verdi. 


        Ömer'i geçirdikten sonra Elif nine eskimiş fotoğrafları toplamaya başladı. Torunlar her ziyarete geldiğinde bunları dağıtmayı karıştırmayı çok severlerdi. Dağınıklığı toplaması da hep kendisine kalırdı. Fotoğraflarının arasından eskimiş küçük bir vesilalık fotoğraf düştü. Eğildi almak için ama fotoğrafı görünce olduğu yere yığıldı kaldı. 


      Onun fotoğrafıydı. Ondan elinde kalan tek fotoğraf bu olmuştu. Hey be ne kadar genç ve yakışıklıydı. Ama ben de o zamanlar çok güzeldim. İncecik belim, upuzun sırma saçlarım vardı. Uzun uzun fotoğrafa baktı. Onu sakladığını bile unutmuştu. Oysaki onu unutmak için ne çabalar göstermişti. Yıllar sonra hayatının sonbaharında ne diye karşısına çıkıyordu sanki. Kızgınlıkla kaldırdı tüm fotoğrafları. Ne vardı o kadar inat edecek İbrahim efendi ikimizi de yaktın iyi mi oldu diye söylenerek ortalığı toplamaya girişti. 


          Bu torunlarda her yeri dağıtıp gidiyorlar, bir kerecik bile nine sen yaşlısın biz temizleyelim toplayalım yok, varsa yoksa dağıtmak diyerek kızgınlığını torunlarına yönetti. Evin iyice temiz olduğuna kanaat getirince mutfağa gitti çay koydu. Çayına iki şeker attı şekerin çayın içinde dağılışını izledi uzun uzun karıştırdı. Bardaktan çıkan çınlama sesi onu garip bir şekilde rahatlatıyordu. Ah İbrahim sen şekerli seversin diye yıllardır hep iki şekerli içiyorum çayı vazgeçemedim bir türlü diyerek çayını yudumladı. Boğazından iki lokma geçmedi sadece çay içebildi. 


          İbrahim hangi odadasın sen kilitli kaldın yıllarca birbirimize hasret gidicez böyle giderse diye söylenerek uyudu son uykusu olduğunu bilmeden. 


         Ertesi gün torunu Ömer buldu onu yatağında huzur içinde uyurken. Ninesinin elinde hiç tanımadığı bir adamın fotoğrafı vardı. Kim acaba bu diyerek attı fotoğrafı arkasındaki sonu hüzünlü biten aşk hikayesini hiç merak etmeden. 

26 Haziran 2017 Pazartesi

Sonsuz Aşk

        Ben sonsuz aşka inanmam dedi kız oğlana. Elleri ceplerinde yere bakarak oğlanla yan yana yürüyorlardı. Kızın sözleri oğlanı yaralamıştı sessizce cebindeki yüzüğü okşadı. Kızın elini tutmak için hamle yaptı ama kız biraz hızlanmıştı şimdi önden gidiyordu.

           Ben inanırım diye bağırdı oğlan kızın arkasından.

           Neye inanırsın dedi kız. Oğlanın tavrı karşısında şaşırmıştı. Şimdi durmuş oğlana bakıyordu.

         Aşka inanırım aşkın sonsuzluğuna inanırım dedi. Hafif bir yağmur başlamıştı.

         Üşüdüm dedi kız hadi durma yolun ortasında yürüyelim. 

         Dur dedi oğlan şimdi konuşmamız lazım. Neden öyle dedin? 

       Hiçbir aşk sonsuza kadar sürmez dedi kız. Ne yani beni her halimle yaşlanınca bile sevmeye devam edecek misin aptal olma.

         Kızın sözleri oğlanda yaralar açmaya devam ediyordu. Ben seni ömrümce seveceğim dedi oğlan. İlerde yaşlı  ve huysuz bir cadı olacak olman bu gerçeği değiştirmez. 

         Güldü kız hem de kahkalarla. Oğlanın gülmediğini görünce onun ciddi olduğunu gördü ve hayatında ilk defa korktu. 

          Sen ciddisin dedi kız.
          Ciddiyim dedi oğlan. 

          Kız yağmur altında korkudan titriyordu şimdi ne yapacağını bilemez halde. En sonunda ben aşka inanmam dedi ve arkasına bakmadan yürümeye devam etti.

          Oğlan kızın arkasından bakakaldı. 

25 Haziran 2017 Pazar

Küçük Kara Balık

            Samet Bahrengi ile tanışmam ilkokul zamanına denk gelir. İlk olarak Bir Şeftali Bin Şeftali'yi okumuş ve hayran kalmıştım. Küçük Kara Balık kitabını oğlum daha bebekken almıştım ona okurum diye. İngiltereye taşınırken yanıma çok az kitabımı alabildim ve bu da yanıma aldıklarım arasındaydı. Bugün oğluma okudum ve bu satırlar beni çarptı. Hangimiz gençken varoluşsal sıkıntıya düşmedik ve kendi küçük dünyamız dar gelip yeni keşifler yapmak için yollara düşmeye çabalamadık. Çabalamak diyorum çünkü bu keşif esnasında en büyük engel ne yazık ki bizi çok sevdiği söyleyen ailelerimiz oldu hep. Kızım dur, oğlum yapma, hayat böyle, çok gençsin, çok deneyimsizsin, yapamazsın, senin yapmak istediğin daha önce defalarca denendi kimse başarılı olamadı ve sen de başarılı olamazsın o yüzden hiç deneme, başımıza icat çıkarma , bir sen biliyorsun di mi hayatı biz birşey bilmiyoruz zaten bunun gibi bir ton laf duymadık mı?


          Bazılarımız cesaretli çıktı kimseyi dinlemedi ve bildiği yoldan gitti. Bazılarımızın  ise sözler karşısında cesareti kayboldu ve yola çıkmaktan vazgeçip ailelerin istediği hayatı yaşadı. Acaba hangisi hayatta ailesine ilk karşı çıktığı ana geri dönüp baktığında daha çok pişman oluyordur? Söz dinleyen mi dinlemeyen mi? Bence söz dinlemeyip kendi yolundan giden daha mutlu olup daha az pişman oluyordur. Başarılı olamasa (hoş hayattaki başarı kriteri nedir para mı, lüks mü, kariyer mi, başarılı  bir evlilik mi, zeki çocuklar mı) bile denediği ve bu yolda öğrendikleri ona yeter. 


           Ben kendi adıma laf dinleyen ve sonrasında çok pişman olan taraftayım. Aileme karşı çıktığım, kendi yolumu çizmek istediğim, en basiti kendi istediğim gibi giyinmek istediğim zamanlar oldu. Ama her seferinde başarısız oldum. Ya ben çok cesaretsizdim ya da onlar çok baskındı. Sonunda bir süre akıntının beni sürüklemesine izin verdim hem de baya uzun bir süre. En sonunda mutsuzluktan dibe vurduğum bir esnada sevgili Judith çıktı önce kitabıyla sonra eğitimleriyle ve hayatımı değiştirdi. Eğitimde söylediği bir söz hayat algımı tamamen değiştirdi iyi anneyi öldür. Kahramanın yolculuğunun başlaması için her zaman iyi annenin ölmesi gerekir. 


          Annem artık bana etki etmese bile onun zamanında söylediği her söz güya çok sevme ve koruma amaçlı benim iç sesim olmuştu. Ben aynı zamanda kendimin annesi olmuştum ve kendimi kozaya hapsedip korumaya almıştım öyle ki ilerleyemiyordum bile. Sonunda her ne kadar zor ve acılı olsa da kendi yolumu buldum. 


        Çocuklarımızı ne kadar seversek sevelim unuttuğumuz bir şey oluyor büyütürken. Biz onların sahibi değiliz nasıl ailelerimiz bizim sahibimiz değilse. Bizim aracılığımızla dünyaya gelmiş olmaları hayatta bizim yürüdüğümüz yoldan yürüyecekleri anlamına gelmiyor. Her ne kadar kabullenmek bir çok anne baba için zor olsa da onların kendi sesleri, kendi maceraları, kendi yolları olacak bize hiç benzemeyen. Bizim görevimiz ise onların kendi yollarını bulmasına rehberlik etmek.

Yolunuzu şaşırmışsanız, birazcık cesarete ihtiyacınız varsa veya çocuğunuza cesaret vermek istiyorsanız Küçük Kara Balık kitabı tam size göre. Okuyun ve okutun. İyi okumalar.


24 Haziran 2017 Cumartesi

Süper Mom

          Uzun uzun yürüyüş yapmayı özlemişti Derin. Hayatı sadece ev ve işi arasındaki sıkışıp kalmıştı, nefes alacak zamanı bile yoktu neredeyse bırak yürüyüş yapmayı. Özellikle sadece dört aylık bebeği varken onu evde bırakıp işe gelmek çok zorlayıcıydı. Bebeğin gece uykuları düzene girmemişti henüz düzene gireceğine dair umutları gün geçtikçe azalmaktaydı. 

 

          Derin sıçrayarak kendine geldi, etrafa bakındı acaba kafamın düştüğünü kimse gördü mü diye. Ona bakan kimseyi göremeyince bilgisayarına boş boş bakmaya devam etti bir süre. Gözü masadaki bebeğinin fotoğrafına takılınca gözleri doldu. O burada saçma sapan işlerle uğraşırken bebeği ne yapıyordu acaba, bakıcı iyi bakıyor muydu kızına gibi aklına binbir tane soru geldi. Sıkıntıyla eline cep telefonunu aldı bakıcıyı arasam mı acaba diye düşündü sonra vazgeçti kadın sürekli aranmaktan rahatsız oluyordu. Bari biraz instagramda gezineyim kafam dağılır nasılsa Elif yok bugün diyerek açtı sayfayı. 


          İnstagramı açar açmaz karşısına Elif çıktı minik kızı kucağında büyük oğlu yanında hepsi çok güzel çok mutlu bir şekilde tatil pozu vermişler. Nereye gitmiş acaba diye baktı. Adını daha önce duymadığı bir küçük bir sahil kasabasına gittiklerini gördü. Off diye iç geçirdi hayatını yaşıyor kadına bak. Benden sonra doğum yaptı ne kilo var ne birşey sanki doğum yapmamış gibi bir de tatile gitmiş küçücük bebekle, nasıl da güzel bebeği bir de benimkine bak diye söylendi. Koyduğu foto 8000 like 300 tane yorum almıştı. Yorumlara göz gezdirdi hızlıca, of şekerim çok güzelsin, bu ne güzellik, aman allahım bu nasıl tatlılık, o yanaklar tam yemelik, ısırcam onları vb. övgü mesajlarıyla doluydu. Bu kadının kaç takipçisi var acaba diye baktı 400k mı gözlerine inanamayıp tekrar tekrar baktı evet yanlış görmüyordu 400k idi takipçi sayısı. Bu kadar takipçiyi nasıl topladı acaba diye söylenip diğer postlara bakmaya başladı. Sayfa çocukların fotoğraflarıyla doluydu. Minik oğlumuzun doğum günü, tatlı kızımız Tuval bugün doğdu, doğum öncesi doğum sonrası fotoğraflar, çocukların banyo fotoğrafları, çocukları sıçarken de koysaymış bari diye söylenirken boklu bez fotoğrafını da görüp küçük çaplı bir şok yaşadı. Bokun renginde acayiplik olup olmadığını takipçilerine soruyordu. Yuh artık diyerek takipçilerin gerçekten cevap vermediğini öğrenmek için yorumlara tıkladı. Tam 200 yorum almıştı fotoğraf evet bir kısım insan eleştirse de çoğunluk mantıklı bir şekilde cevap vermişti. Ulan bok işte çocuğun bokunda boncuk mu arıyorsunuz diye bir süre güldü. 


         Aman ya işe bak bu gerizekalıyı bir de başımıza müdür diye getirdiler. Kesin tanıdığı vardır, kadın salak ama güzel. Baksana nasıl güzel çocuklar doğurmuş bir de benimkine bak kara kuru birşey sürekli ağlıyor sevimli de değil diye söylenerek gezinmeye devam etti.  Ne var sanki benim bebeğim de azıcık güzel olsaydı, bari en azından mavi gözleri olsaydı o bile ilgi çekerdi ama nerde bende o şans diye söylenerek bebeğinin fotoğrafını eline aldı. Bebek ender olarak yaptığı şeyi yapmış ve huzurlu bir uykuya dalmıştı. Fotoğrafını gören herkes ne kadar sevimli diye bebeği severken nedense bir tek ona sevimli gelmiyordu. Oysa hiç böyle hayal etmemişti, instagramda annelik hiç böyle değildi. Sevimli bebekler hiç ağlamıyor, hiç yaramazlık yapmıyor, annler hep güzel hep bakımlı, herkes  bir nevi süper mom. Kendisi ise sürekli neden suçluluk duygusu

içinde kıvranıyordu. İçindeki bitmek tükenmek bilmeyen hüzün neydi peki. Ya hemen herşeye ağlamasına ne demeli. 


      Gözlerindeki yaşları sildi saate baktı mesainin bitmesine 5 dakika kalmıştı eşyalarını topladı yavaş yavaş bebeğinin fotoğrafını çantasına koydu burdaki mesai bitti şimdi evdeki mesai başlayacak diyerek evin yolunu tuttu.

         

22 Haziran 2017 Perşembe

Şermin

         Şermin akşam yemeği hazırlıklarına başlamıştı erken olmasına rağmen başlamıştı bile. Soğanları ince ince kıymaya başladı yaşaran gözlerini ellerinin tersiyle sildi. Hemen fırsatta yaşaran gözleri sanki soğan doğrarken yaşarmasa olmuyordu. Soğanları tencereye attı kavurmaya başladı. Sonra sarımsakları ekledi. Bu evde yemek pişiyor burası gerçek bir yuva dercesine ortalığı buram buram iştah kabartan bir koku sardı. Sırasıyla domatesleri, fasülyeyi ekledi üste çıkacak kadar su koyunca tamamdı. Son olarak tuzunu ekleyip tencerenin kapağını kapattı.


         Yanına pilav, salata, cacık oh mis diye söylendi. Şimdiden ağzı sulanmaya başlamıştı bile. Şehriyeleri güzelce kavurdu pirinçleri ekleyerek kavurmaya devam etti. Annesinden böyle öğrenmişti. İyi bir pilav yapmanın sırrı burda derdi sabırla yakmadan pirinçleri kavuracaksın. Hayat da böyledir derdi mutfağa benzer ne yaparsan yap önemli olan ayarını tutturmaktır. Az yaparsın yetmez çok yaparsın yenmez hep kararında yapacaksın. Hayatta ne açgözlü olacaksın ne de cimri. Yeri geldi mi cömertlik yapacaksın ama har vurup harman savurup kendini dara düşürecek kadar değil. Pirinçlerin yeterince kavrulduğuna ikna olan annesi suyu ilace edip tencereyi kapattı. O da tıpkı annesi gibi yaptı. 


          Annesi yemek yaparken onu izlemeyi çok seviyordu. Zaten annesinin hayatı mutfak olmuştu kolay değil evde doyurulacak sekiz boğaz olunca başka türlüsü düşünülemiyor. Annesi hem yemek yapardı hem anlatırdı. İlk eve gelin geldiğimde hiç yemek yapmayı bilmiyordum sağolsun baban hiç kırmadı beni sabırla bekledi. Ben de  usanmadan pişirdim hep şimdi ustalaştık tabi zaman geçtikçe derdi. Bazen uzaklara dalar köye gider annesi babasını anlatırdı. Genellikle soğan doğrarken olurdu bu hep. Hiç görmemiştim onları ben    sorunca annem küçükken öldüler derdi fazla uzatmadan ben de susardım ikimiz de susardık. Sonra annem gözleri yaşlı of bu soğan be kadar acıymış yaktı gözlerimi derdi. Ben sessizce bakardım anneme anlardım ama birşey diyemezdim diye anlatırdı o yılları Şermin.


         Zamanla annesinin mutfaktaki sağ kolu olmuştu. Soğanları doğruyor, sebzeleri yıkayıp ayıklıyor, sofrayı kurup, bulaşıkları yıkıyordu. Annesine bu kadar yakın olmak Şermin'i daha da görünmez yapıyordu. Ona yaklaşmaya çalıştıkları sessizlikten ördükleri duvar daha da kalınlaşıyordu. Gün geldi ve Şermin annesinin karşısına geçti. 


        Ben gidiyorum anne dedi. Daha fazla dayanamayacağım buraya sana, bu mutfağa, bu hayata. Bu mutfak senin hapishanen olmuş dışarı çıkmak bile istemiyorsun. Ben senin gibi olmayacam hayatımı senin gibi soğan sarımsak doğrayarak geçirmeyeceğim diye bağırmıştı. Annesinin ağzından tek kelime bir çıkmıyordu. İstiyordu ki herhangi birşey söylesin bağırsın, gitme desin ama yok kadın sanki taş kesilmişti öylece duruyordu. Ne yaparsa yapsın durumun değişmeyeceğini anlayan Şermin kapıyı çarptı ve arkasına bile bakmadan çekip gitti. 


      Yemekler hazırdı. Bembeyaz masa örtüsünü serdi tabakları, çatal kaşıkları koydu. Masanın orta yerine papatyaları yerleşti özenle düzellti. Annesi bir keresinde köyde her bahar papatyaların olduğunu ve onları toplayıp saçına taç yaptığını söylemişti gözleri ışıldayarak. İki kişilik sofrası hazırdı artık. Gidip annesinin koltuğunu sürükleyerek getirdi. Yemekleri koydu tabaklara. Anne yemek hazır dedi. Annesi ise bomboş gözlerle ona bakıyordu. Şermin annesi tepki versin diye uzun süre bekledi ne kadar beklediği bilmeden sadece bekledi bir umut.

21 Haziran 2017 Çarşamba

Sessiz Çığlık

            Eda kahve makinesinin sesiyle uyandığında saat 7 yi gösteriyordu. Yatakta biraz gerindi saate baktı oflayarak kendini tekrar yatağa attı. Tam o esnada kalmak için kurduğu alarm çalmaya başladı. Odanın içinde Justin Bieber'ın sesi yankılanıyordu. Bilerek böyle ayarlamıştı en gıcık olduğu şarkıyı kapatmak için yataktan kalkmak zorunda kalıyordu. Bugün ise alarmı kapatacak gücü bile yoktu varsın çalsındı alarm şu an Justin'den önemli işleri vardı. Kahvenin kokusu buram buram burnuna geliyordu bundan daha kışkırtıcı bir koku olamaz herhalde diye düşündü. Kalkıp bir kahve içsem aslında kendime gelirim ama kendime gelmek istiyormuyum acaba diye söylenerek istemeden de olsa sürünerek kalktı yataktan. Alarm hala çalıyordu. Hoş artık alarm kurmasına gerek yoktu ama insan alışkanlıklarından kolay vazgeçemiyor işte.

          Aynada suratına baktığında tek yaptığı dudaklarını büzüp boş boş bakmak oldu. Mosmor göz altları, bağımsızlığını ilan etmiş saçlar, yıkanmaktan rengi solmuş yakası paçası dağılmış tşirt. Dünyanın tüm yükünü taşımış gibi uzun uzun yıkandı tüm derilerini ovdu. Küçükken annesinin onun sıkıca kese yaptığı günler geldi aklına. O zaman annesinin derisini ovmasınadan hoşlanmaz, bir an önce bitsin diye kıpırdar dururdu banyo boyunca. Sonunda annesi çıldırır banyo tasını kafasına geçirir 'bir durumadın kız iki dakka, kurt mu var götünde anlamadım ki, benden yana şans mı anam, ne kocadan yana şansım döndü ne çocuktan. Hep eziyet hep eziyet diye bitmek bilmeyen söylenmelerine başlar tüm hırsını Eda'dan çıkarmak istercesine daha sert ovalamaya başlardı. Eda ana yeter canım acıyor diye bağırsa da kendini dertlerine kaptırmış kadın duymazdı bile. Oysa annesinin ona tek doğunduğu yer olan banyo hiç bitmesin, annesi ona dokunsun öpe öpe yıkasın isterdi Eda. Kolunun acımasıyla daldığı hayalden kendine gelmesi zaman aldı bu aralar annesini ne kadar düşünüyordu. Arasam mı acaba diye içinden geçirse de hemen vazgeçti. 

          Mutfağa geçti kendine bir kahve koydu. Uzun uzun düşünecek zaman kalmamıştı artık yeterince düşümüştü artık iyi kötü bir karar vermesi gerekiyordu. Bu şekilde böcek gibi yaşamak ona fazla geliyordu artık. Saklanmaktan bıkmıştı. Nolacaksa olsun artık verecek bir canım kaldı zaten diye düşündü. 

         Giyinip çıkması gerekiyordu. Elbiselerine sanki en değerli hazineleriymiş gibi dokundu. En sevdiği kırmızı elbisesine sarıldı az kaldı seni özgürce giyebleceğim dedi. Acaba bununla mı karşısına çıkmalıydı? Ne olsa herşeyin başlangıç noktası bu elbise olmuştu. Hem kırmızıydı hem göğüs dekoltesi vardı hem de kısaydı kocasının ölçütlerine göre çok fazlaydı. Orospu mu olacaksın diye bağırmıştı giydiğini görünce sonra tekme tokat girişmişti. Daha ne olduğunu anlayamamıştı bile Eda. Aşık olduğu adam şimdi onun canını acıtıyordu. Kalk yerden ağlayıp durma asabımı bozma benim diye kükremişti adam bir kot pantolon bir kazak üzerine atıp al bunları giy çabuk işe geç kalacaksın akşam görüşecez seninle bundan sonra tüm kıyafetlerini ben sececeğim diye homurdanmıştı. Eda yaz sıcağında neden kazak giydiğini bile sorgulamayacak kadar aşıktı. Gün boyunca kendini suçladı durdu evet haklıydı adam dediği gibi kıyafet fazla açıktı. Akşam güzel bir sofra hazırlayıp kocasının gönlünü alırdı. Hem kazak giydiği iyi olmuştu böylece vücudundaki morluklar için açıklama yapmasına gerek yoktu. Ayna karşısında elbiseye bakarken keşke o gün eve geri dönmeseydim diye düşündü. Ama dönmüştü sadece o gece değil her dayak sonrasında dönmüştü. 

          Artık en ufak bir olay dayak sebebi olabiliyordu adam için. Yemek neden sıcak, yemek neden soğuk, çayıma neden şeker atmadın, yemek çok tatsız sen beni zehirlemeye mi çalışıyorsun, ne demek mesai var bu saate kadar kiminleydin sen benim adımı p.. ge mi çıkartacaksın, sana gülme dedim. Eda sürekli kendini suçlayıp hareketlerini düzeltmeye çalışıyordu. Ama nafile dayağın şiddeti hiç değişmiyordu. İyice içine kapanmış, sürekli korkar olmuştu. Asıl kıyamet müdürü onları yemeğe çağırdığı akşam çıkmıştı. Sadece onu değil tüm ofisi çağırmıştı aslında herkes çoluk çocuk ailecek gelmişlerdi. Adam yeni taşındığı evinde mangal eşliğinde yaza merhaba partisi verip tüm arkadaşlarıyla eğlenmek istiyordu. Yemekler yenilmiş, içkiler içilmiş geç saatlere kadar sohbetler edilmişti. En çok ilgiyi de Eda'nın kocası çekmişti hem yakışıklıydı hem komikti. Tüm gece flörtöz tavırlarıyla ilgi odayı olmuştu. Daha eve girdikleri anda saçından tutup Eda'yı duvara yapıştırdı. Hakaretler, dayaklar ne kadar sürdü emin değildi ama tek emin olduğu şey şimdi bu evden kaçmazsa ölüsü çıkacaktı. Diğer kadın cinayetleri gibi sıradan bir üçüncü sayfa haberi olacaktı. Arkadaşları vah vah diyecek o kadar sosyal bir adamın cinayet işlediğine inanamayacak kesin Eda delirtti diye suçlayacaklardı. Hakim karşısında takım elbise giyip masummuş gibi namusumu korudum diyecekti. Namussa tamam biliyorsun namus deyince akan sular durulur hem takım elbise de giymişsin iyi halden ceza indirimin de hazır denilip az bir cezayla ya da cezasız kurtulacaktı. Yattığı yerden vazoyu gördü ve son hamleyle yakaladı ve adamın suratına fırlattı. Bir anda irkilen adam afalladı. Eda kısacık oluşan sessizliği fırsat bilip kendini pencereden aşağı attı ve hızlıca koşmaya başladı. İyiki birinci katta oturuyoruz diye düşündü koşarken. Bir yandan da avazı çıktığı kadar bağırıyordu ama sokakta adeta ölüm sessizliği vardı sanki onun sesini duyan evler yardım edecekleri yerde ışıklarını kapatıp sessizliğe bürünüyorlardı. Karakola gittiğinde ağlamaktan konuşacak hali kalmamıştı zaten hali konuşmasını gerektirmeyecek kadar ortadaydı. Geceyi ve ondan sonraki birkaç geceyi arkadaşında geçirmişti. 

         Kocası tüm eşyalarını yollamıştı önce o da kurtuldum diye sevinmişti. Ama birkaç gün sonra erken sevindiğini anlayacaktı. Tehditler, hakaretler uzaktan da olsa devam ediyordu.  Arkadaşının yazlığına gelmişti saklanıyordu burda tek başına. Bugün artık bu işi tamamen bitirmesi gerekiyordu, artık daha fazla başkalarına yük olmak istemiyordu.Elindeki kırmızı elbiseye baktı bu iş böyle bitsin diye düşündü. Giyindi kapıyı kilitledi. Birkaç adım atmıştı ki sırtından vücuduna yayılan sıcaklığı hissetti bu ne demeye gerek kalmadan yere yığıldı. Bıçak darbeleri peş peşe geldi, adam öldüğüne iyice emin olunca koşarak uzaklaştı, bir kadın daha öldürüldü, bir can daha yitti. En sevdiği kırmızı elbisesini giyemeden kıydılar Eda'ya. Martılar havalandı, uzaktan bir köpek havlaması duyuldu. Ardından öldürücü bir sessizlik hakim oldu. 

20 Haziran 2017 Salı

Yollar

          Herkesin hayatta yürüdüğü yol farklıdır. Baktığın yerden başkasının yoluna imrenme onun yolunda ne engebeler, ne yokuşlar, ne zorluklar var bilmiyorsun. Bilmediğin şeyler için peşin hüküm verme. Sen sadece kendi yoluna bak, başkasıyla kendini kıyaslama. 

          Yolun sonunda nereye vardığın önemli değildir çoğu zaman önemli olan yoldan keyif almaktır. Zorluklar olacak evet yürüdüğün yolda bazen çıkmaz yollara sapacaksın bazen de adım atamayacak kadar yorgun olacaksın bazen de yolunu kaybedip savrulacaksın o zaman kaldır kafanı gökyüzüne bak en parlak yıldız ışık olsun sana. 

          Pusulan her daim kalbin olsun. Sana yoldan çık diyorsa dinle onu. Yoldan çıkmak cesaret ister ama iyidir. Unutma kahramanlar her zaman yoldan çıkmıştır. Yoldan çıkmadan macera yaşayamazsın.    İnsanın en zor yolcuğu özüne yaptığı yolculuktur. Aynada kendinle yüzleşip gördüklerini kabul edip en sonunda varlığına şükran duymaktan geçer. 

          Yol üstünde duraklamayı unutma. Hayatın anlamı yaşadığın anlarda gizlidir ve o anları farkedebilmen için yavaşlaman gerekir. 

          Yoluna büyük görkemli ağaçlar çıkarsa sarıl onlara kocaman kucakla. Aç kalbini dinle sana söylediklerini sessizce. En büyük öğretmen olur insana bazen bir ağaç. Yıllardır her zorlukta her kışta nasıl ayakta kaldığını her bahar nasıl yeniden çiçeklendiğini anlatsın sana. Yasla başını Usul usul kovuğunda dinlen. 

          Akan suya saygı duy asla kirletme. Kana kana iç ihtiyacın olanını dindir susuzluğunu. Suyun yaşam döngüsünü farket. Yolun su gibi olsun aksın gitsin. Yolun sonunda ulaştıkların sihir olsun koy cebine bundan sonraki hayatında sana yol göstersin.

19 Haziran 2017 Pazartesi

Güzellik

         Güzellik dediğimiz şey nedir gerçekten? Güzel diye kime denir, çirkin diye kime denir? Uzun süredir body positive üzerine sosyal medyada
paylaşımlar görüyordum ve ben de bu konu hakkında birşeyler yazmak istedim.

         Medya aslında tüm güzellik anlayışımızı değiştiriyor. Belli kalıpta, belli ölçülerdeki kadınları güzel diye nitelerken bu ölçütlere uymayan ya da uymak istemeyen kadınları çirkin diye yaftalıyor. Medyanın dayattığı güzellik anlayışına göre uzun bacaklı, büyük göğüslü, kalın kaşlı, uzun saçlı, kalın dudaklı, anoreksik kadar zayıf (o zayıflığa o kadar büyük ğöğüslü nasıl olunacaksa) olmak zorundasın. Bunlara sahip olarak doğduysan çok şanslısın geç kenara ama yok bunlar sende yoksa ya depresyona gir otur ya da ameliyat masasına yat sen de diğerlerine benze. Kendine ait hiçbir güzeliğin, ayrıcalığın kalmasın yeter ki sürüye uy. Biliyorsun her zaman sürüden ayrılanı kurt kapar.

          Kim kardashian'ın devasa poposuna hangimiz güzel diyebiliriz. Ama güzellik sektörü onun etrafında dönüyor sanki. Spor salonlarında kadınlar onun gibi popoya sahip olmak için saatlerce ter döküp başardıklarında öncesi sonrası fotoğraflarıyla sosyal medyadı her açıdan çekilmiş popo fotoğraflarıyla dolduruyorlar. Aynı dudak, aynı göğüs, aynı kaş, aynı makyajı yapan birbirini kopyası tek amacı sosyal medyada daha fazla like almak, daha çok takipçi toplamak olan küçük Kim Kardashian'larla dolu.

          Güzellik ne zamandan beri bu kadar basit kalıplara, sadece dış görünüşe indirgendi. Ben mesela işe girene kadar göğüslerimin küçüklüğü beni rahatsız etmiyordu. Ama o kadar çok kişi söyleyince ben de takıntı oldu bir süre. Fiziğimizle ilgili yapılan eleştiriler bazen değil aslında çoğunlukla gerçeği yansıtmıyor.  Evet benim küçük göğüslerim var bunları büyütmek istemiyorum. Saçlarımı bile boyatmazken vücudumda yabancı madde istemiyorum. Aynı şekilde gözlerim için de çok laf yedim. Gözün çok küçük ve çukur, kaşların çok kalın ve gözlerine çok yakın kaşlarını inceltmelisin. Noldu bakın son birkaç yıldır kalın kaş çok moda ve bütün kadınlar kaşlarını kalınlatmanın derdine düştü.

          Zaman içinde vücudumla ilgili yapılan eleştirilere kulak tıkamayı öğrendim ve artık duymuyorum bile. Ama bunların ergenlik çağındaki genç  kızları nasıl etkilediğini düşünün. Kalıplara uymayan bir güzelliği var ama dışlanmış hissediyor. Hayatı boyunca kendini olduğu gibi kabul edip sevene kadar hep eziklik hissedecek. Yaralarını tamir etmesi belki yıllar alacak. O yüzden gerçek güzellik ne şaçta, ne memede, ne popoda asıl güzellik merhametli, şefkatli iyi bir insan olabilmekte. Onun içinde evet bu benim bedenim ben bu bedende mutluyum, onu olduğu gibi kabul ediyorum ve seviyorum diyebilmekte. Herkesle aynı olmak yerine kendi farklılıklarını bulup onu zenginleştirmekte. Gerçek güzellik içten gelirse güzel.O yüzden tıkayın kulaklarınızı kendininiz sevmeye bakın o zaman hayat güzelleşecek.

17 Haziran 2017 Cumartesi

Prenses

Bir varmış bir yokmuş. Güzeller güzeli bir prenses varmış ama çok mutsuzmuş. Çünkü ellerinde yaralar varmış. Babası kızının durumuna çok üzülüyor dünyanın dört bir yanından çareler arıyormuş.  Kız her seferinde umutlanıyor ama çabalar sonuç vermeyince daha da umutsuzluğa kapılıyormuş. Kız kimle tanışsa ilk önce ellerine bakıyor bazen de dalga geçiyorlarmış. Zamanla kızın elindeki yaralar tüm vücudunu sarmış. Kız artık utancından dışarı bile çıkmak istemiyormuş. Artık bu duruma daha fazla katlanamayan kız cebine taşları doldurup nehir kenarına inmiş. Nehire doğru eğilmiş derin bir nefes almış gözyaşları karışmış nehire. O sırada nehir dalgalanmış bir suret belirmiş. Kızın bu güzellik karşısında dili tutulmuş. 


       -Nice zaman sonra sen kimsin diyebilmiş. 

      -Ben senim demiş suret. Nasıl olur demiş kız ben bu kadar değilim ki.

     - At cebindeki taşları gel yanıma sana göstereyim. Kız hepsini atmış tek tek sonra nehire girmiş. Soğuktan biraz ürperse de devam etmiş. Kendini bana bırak gözlerini kapat demiş suret. Kız denilenleri yapmış. Tüy gibi hafiflemiş nehirle birlikte yüzüyormuş. Daha önce hiç hissetmediği bir huzur hissetmiş. 


      -Daha önce neredeydin demiş kız.               Ben hep burdaydım sen yeni gördün demiş suret. Sessizlik içinde yüzmüşler. Hadi artık gitme vaktin geldi demiş suret. Kız hiç gitmek istemiyorum demiş. Gitmek zorundasın demiş suret. Kız istemeden de olsa çıkmış nehirden. 


         Ben hep senin yanındayım demiş suret hiç korkma. Kız o günden sonra hiç korkmamış, vücudundaki yaralardan hiç utanmadan insanların arasına karışmış, istediğini giymiş. Kendini olduğu gibi kabul edince insanlar da onu öyle kabul etmiş. Zaman içinde kızın yaraları iyileşmiş.