12 Haziran 2019 Çarşamba

Tohum


Efsun elindeki tohumlara baktı bir süre, ne yapacağını bilmiyordu. Toprağa ekeceksin, haftada bir sulasan yeter, güneş görmeleri gerekiyor mutlaka demişti seminerine gittiği kadın. “En son ne zaman toprakla uğraştınız, toprağa bir bitki ekip onu büyümesini beklediniz sabırla, sadece suyla değil aynı zamanda sevginizle de suladınız onu. O kadar uzaklaştık ki doğadan topraktan, göğü delen binalarda yaşamaktan bir zamanlar toprağa bastığımızı unuttuk. Bugün size doğamızı hatırlatmak için tohum dağıtıyorum. Bunu hazır olduğunuda toprakla buluşturun, hepsi farklı sürpriz tohumlar. “  Kadının söyledikleri o zaman çok tuhaf gelmişti Efsun’a, kadının kıyafetleri, hareketleri, anlattıkları da tuhaftı. Bugüne kadar eğitime gelen tüm konuşmacılar hırstan, rekabetten, daha çok çalışmaktan bahsederken o yavaşlamaktan, durmaktan, kendi içimize dönmekten bahsetmişti. “Kendi içimize dönmezsek gerçeği göremeyiz, özümüzü, bizi oluşturan parçaları, kendi benliğimiz ancak kazıyarak, bizi saran kimliklerimizden kurtularak bulabiliriz. Uzun bir yolculuk gerekir bunun için, kolay olmayacaktır kuşkusuz, yolun yarısında yorulup geri dönmek isteyebilirsiniz, işte bugün size dağıttım bu tohum size yolunuzu hatırlatmak için var. Tohum toprakla buluştuğunda karanlıkta korkar, yapayalnızdır, üşümüştür, can suyu verirsiniz, kana kana içer, ama bu onu daha çok üşütür. Kız gelir buz tutar, soğuktan donacak kıvamdadır, şekil değiştirir. Bekler, hareket edemez karın altında, doğru zamanı bekler acılar içinde. Sonra bahar gelir toprak gevşer. Bir bakmışsınız tobum çatlamış ve toprağın üstünde minicik bir filiz çıkıvermiş. İşte gerçek sihir budur. Değişime ayak diretmeden filizleneceği günü sabırla bekler ve bir gün tohumdan bambaşka bir hale evriliverir ama özünü kaybetmez. Tam aksine özüne doğru giden bir yolculuktur bu. İşte biz de zorluklarla baş ettikten sonra başka aleme dönüşürüz, evriliriz. Boyut atlarız belki de. Burda hırs yoktur, kavga yoktur, rekabet yoktur sadece birlik vardır. Özmüzle kavga etmeden, kabul ederek bir olmayı öğreniriz. “  O gün eğitim bitip elindeki tohumlarla çalıştığı kata doğru çıkarken kadını düşünüyordu. Dedikleri mantıklıydı fakat nasıl uygulayacaktı bunları, söylemesi kolay, uygulaması zordu. Bakalım o gelsin burda camları açılmayan bu devasa binada mevsimlerden bihaber  çalışsın bakalım dediklerini uygulayabilecek mi diye söylenmişti merdivenleri çıkarken.

Gittiği eğitimin üstünden yıllar geçmişti, değişmişti. Rüzgar onu başka yerlere savurmuş, işi bırakmış, bir anda aldığı kararla ülke değiştirmişti. Tohumları bile unutmuştu aslında ama şans mı kader mi tohumlar onu unutmamış yıllardır çantasının bir köşesinde toprakla buluşacakları bu günü beklemişti sanki. Günlerdir aralıksız yağan yağmur nihayet dinmiş güneş yüzünü göstermişti. Bahçeye çıktı, taşların arasından çıkan otlara baktı, ne ara bu kadar büyüdüler hiç fark etmedim diye düşündü. Kenarlardaki küçük çakıl taşlarını attı, toprağa ulaştı, küçük bir çukur kazarak elindeki tohumları bıraktı. Toprakla üzerlerini örttü ve can suyu verdi. Kadının o günkü sözleri geldi aklına acaba şu anda karanlıkta üşüyor mudur diye düşündü. Acaba ne çıkacaktı, içini çocuksu bir heyecan kapladı. Günler aynı rutinde akmaya devam etti. Ülke değiştirse de rutinlerden kurtulmak kolay olmuyordu. Sabah kalk, işe git, çalış, akşam eve dön, tek başına yemek ye, biraz evde çalış, kitap oku, sosyal medyaya bak, sonra uyu, ertesi sabah yine aynılarını tekrarla. Mevsim kışa döndü, kar yağdı, hiç alışık olmadıkları kadar soğuk oldu. Hayatın önüne çıkardığı küçük sorunlarını çözmeye çalışırken, bir yandan da yeni hayatına alışmaya çalıştığı o soğuk kış günlerinin arkasından karlar eridi, yağmurlar yağdı ve bir sabah gözünü açtığında pırıl pırıl güneşi gördü. Uzun süre sonunda bahçeye çıktı, taşların arasındaki otları yoldu, kendince düzene sokmaya çalıştı küçük bahçesini. Ektiği tohumu çoktan unutmuştu.

Aradan yıllar geçti gittiği ülkeye alıştı, kök saldı. Umutsuzca geldiği bu ülkede tekrar yaşamaya başladı. Yıllar önce dada liseye giderken dansçı olmak istediğini fark etmişti. Müzik dans onun en büyük tutkusuydu. Çalan müzik eşliğinde saatlerce dans edebilirdi bıkmadan usanmadan. Ama babası engellemişti, olmaz demişti okuyacaksın, adam gibi mesleğin olacak. Kurumsalda çalışmıştı yıllarca. Camları, pencereleri açılmayan, aynı odada yüzelli iki yüz  kişinin deney hayvanı gibi bilgisayar başından ayrılmadan çalışmak zorunda olduğu gönüllü kölelik düzeni. Şimdi ise gönlünce dans edebiliyordu. Hafta sonu şehrin en büyük gösteri merkezinde gösterileri olmuştu. Tutkusunu bulmuş  o yolda ilerlemekteydi. Bir sabah uyandı, pırıl pırıl bir güneş vardı, perdeleri açtı, güneş tüm odayı doldururken uzun uzun gerindi. Kahvaltısını bahçede yapmaya karar verdi. Kahvesini yaparak bahçeye adımını attığında gözlerine inanamadı. İncecik, uzun gövdesiyle sadece iki dalı olan ve dallarında pespembe çiçekler açmış kiraz ağacı onu selamlıyordu. Yüzünde gülümsemeyle yanına gitti, bu yıllar önce ektiği tohum olmalıydı. Ben zorluk içinde buraya alışmaya çalışırken demek ki sen de toprağını bulup kök salmışsın. Ne kadar güzel ikimiz de zorluklar içinden geçerek kendimiz olmayı başarmış ve yuvamızı bulmuşuz. Elleriyle narince dokundu çiçeklere, gözlerinden akan iki damla yaşa engel olamadan.

7 Haziran 2019 Cuma

Elinci Yaş Günü

Aylin hazırladığı sofraya gururla baktı, tek bir eksik bile görünmüyordu. Bu gece mükemmel olmalıydı. Saate baktı daha misafirlerin gelmesine bir saate yakın zaman vardı. Kısa bir duş aldı, aynanın karşısında kremlenirken çıplak vücudunu seyretti bir süre. Elli yaşında olmasına rağmen hala vücudu çok iyi durumdaydı. Bunda yeni çalışmaya başladığı spor hocasının da etkisi vardı kuşkusuz. Emre’yle çalışmaya başladıktan sonra gözle görülür derecede sıkılaşmıştı. Ne kadar genç, ne kadar yakışıklıydı. Uzun bir süreden sonra tekrar arzulanmayan, öpülmeyen, dokunulmayan vücudu şimdi onu düşününce heyecanlanmıştı. Düşüncelerini  zorla kopararak bu geceye odaklanmaya çalıştı. Kocasının ellinci yaş günüydü. Tüm sevdiği arkadaşlarını çağırmış, bahçede küçük bir parti vermeyi planlamıştı. Dolabı açtı bu gece için özel aldığı kırmızı elbisesini giydi, saçlarını hafifçe omuzunda topladı, makyajını bitirdi. Aynda son haline bakarken kocasının sesini duydu.

“Hayatım, burda mıydın?”
“Geldin mi? Hadi hazırlan birazdan gelir konuklar”
“Aman ne gerek vardı bilmiyor musun ben hiç hoşlanmam, kalabalıktan.”
“Olur mu aşkım” dedi kocasının boynuna sarılarak. Boynundan öpmek için uzandığında aldı kokuyu. Daha da yaklaştı, tekrar kokladı. Kocasına ait değildi bu koku. Öpmeden uzaklaştı. “Kıyafetlerin yatağın üstünde, ben aşağı iniyorum, birazdan gelirler.”
“Tamam” dedi Serdar sıkıntıyla.

Aylin merdivenlerden inerken kapı çaldı. İlk gelenler yakın arkadaşı  Esra ile  kocası Mehmet idi. Öpüştüler, koklaştılar. “Şekerim nasılsın, iyiyim sen, çocuklar nasıl, aman bizimkiler de iyi kız Amerika’da oğlan da Eylül’de gidecek ablasının yanına, kilo mu verdin sen, çok güzelleşmişsin, aman canım o senin güzelliğin, kız bak ne duydum.” İkisi muhabbete dalmış konuşurken kapı çaldı, birer ikişer diğer konuklarda gelmeye başladılar. Her gelen ikişerli üçerli gruplar halinde içkilerini yudumlarken sohbet ediyorlardı bir yandan da. Aylin tek tek yanlarına gidip hoş geldiniz diyerek kısaca ilgileniyordu konuklarıyla. Yediler, içtiler, pasta kestiler, dans ettiler. Ilık bir yaz gecesinde bahçede konuklarıyla ilgilenirken mutluydu Aylin. Çevresindeki insanlara bakarken iyi bir hayatım oldu diye düşünüyordu. Kocası aradı gözleri kalabalığın arasında, havuzun başındaki şezlongun bir ucuna o diğer ucuna da Pelin oturmuştu. İkisi de bacaklarını birbirlerine doğru uzatmış, Pelin ayak ucuyla Serdar’ın bacaklarını okşuyordu hafif hafif. Efe’yi aradı gözleri, görünmüyordu. Uzaktan elinde içkisini yudumlarken ikisini seyretmeye başladı. Gözlerini birbirlerinden ayrımadan konuşup gülüşüyorlardı. Tam sırtında kuyruk sokumunundan tüm omurgası boyunca sürünerek ilerleyen bir yılan varmış ve tüm benliğini ele geçirmek istercesine dişlerinin arasından tısladı. Kocası kendisine en son ne zaman böyle bakmıştı, ne zaman böyle gülmüşlerdi, havuz başında beraber oturdukları günler bile sayılıydı. Adam kendine yılardır dokunmuyordu bile. Bir zamanlar kadın olduğumu bile unuttum diye düşündü. Birden tüm gardı düştü, inanılmaz bir karamsarlık çöktü üzerine, omuzlarını bıraktı, sırtında taşıdığı tüm yüklerden kurtulmak ister gibiydi. Hala gözü iklinin üzerindeydi, onlar ise çevrelerindeki kalabalığa aldırmadan baş başa koyu bir muhabbete dalmışlardı. Efe biliyor mu acaba diye düşündü gidip onu bulup sormak geldi içinden ama vazgeçti. Bu gece rezalet çıkarmayacaktı, yıllardır tanıdığı bunca insan arasında kendini küçük düşürüp rezil etmeyecekti. Koluna dokuna elle düşüncelerinden sıyrılarak kendine geldi.

“Şekerim dalmış , Pelin seninkini ağına düşürmüş bakıyorum da.”
Aylin ne diyeceğini bilemedi ama Esra’nın durmaya niyeti yok gibiydi.
“Aman Pelin’in bilmiyor musun sen. Efe’yle sadece kağıt üzerinde evlilermiş duyduğuma göre. Adam bıkmış bundan ama boşanamıyormuş da, tüm parasını istiyormuş. Alır valla onda bu göz varken. Kocanı uzak tut bu kaltaktan.”
Aylin ağlamamak için  zor tutuyordu kendini. Neyse ki Esra çok üstelemedi konuyu. “Bizim gitmemiz lazım şekerim yarın Paris’e uçucaz. Çok güzeldi bu gece, Serdar’ı da çok öpüyorum, tekrar mutlu yıllar.”
“Tamam şekerim çok teşekkürler geldiğiniz için.”
Tam ayrılırken Esra Aylin’e sarıldı ve kulağına fısıldadı. “O kadını uzaklaştır evden”

Gece yarısını çoktan geçmişti, konuklar teker teker veda ederken geriye sadece Pelin, Efe, Nihal ve Bahadır kalmıştı. Altı kişi havuz başınadaki şezlonglara oturmuş içkilerini yudumlarken bir süre sessiz kalıp yıldızları izlediler. Sessizliği ilk bozan Pelin oldu, Nihal’e dönerek,
“Ee siz ne zaman evleniyorsunuz, çok geciktirmeyin” diye sordu.
“Yaz sonu planlıyoruz bayramdan sonra bakalım”
“Son günlerinin tadını çıkar Bahadır, bak bir daha bulamazsın bu güzel günleri”
“Aman Efe, korkutma gençleri. Ne var evlilikte, evlilik güzeldir, evlenin.”
Aylin ise kafasında düşünceler sessizce dinlemeye çalışıyordu sohbeti. Efe hadi geç oldu biz kalkalım dese de Pelin’in kalkmaya niyeti yok gibiydi. Nihal’ler de kalktıktan sonra geriye sadece dördü kalmıştı bahçede.
 “Ne güzel bir akşam, yıldızlar nasıl ışıl ışıl bu gece.”
“Yaz akşamları neredeyse her akşam böyle, burda yatıp gökyüzünü izlemeye bayılıyorum.”  uzun süredir sessizce sohbeti dinleyen Serdar konuşmaya başladı. Aylin şaşırmıştı bu evde yaşadıkları  on yol boyunca bir kere bile onu burda oturup gökyüzünü izlerken görmemişti. Ama kocası devam etti. “İnsana garip bir huzur vermiyor mu yıldızlar, koca evrende yalnız olmadığımızı ama aslında düşündüğümüz kadar önemli olmadığımızı hatırlatıyor. “
“Ben de tam tersi yıldızlara bakınca ne kadar yalnız olduğumu hatırlıyorum, koskoca dünyada, milyarlarca insan arasında yapayalnızım.” Neyse bu muhabbet bitmez hadi Efe gidelim geç oldu.
“Artık yalnız değilsin ben varım, pardon biz varız” dedi Serdar geçirmek için kalktıklarında Pelin’e sarılarak.  Pelin gülümseyerek Aylin’e döndü ve sarıldı. “Canım, harika bir geceydi, çok sağol, konuşuruz, ihmal ettin bu aralar beni çok. “ Pelin’e sarıldığında aldı kokuyu kocasına sarıldığında, onun kıyafetelerine, tenine sinmiş kokuydu bu. Yutkundu, derin bir nefes aldı ve “ne zamandır kocamla yatıyorsun?” Diye sordu buz gibi bir ses tonuyla gözlerini Pelin’den hiç çekmeden. Aylin’in sorusu bomba gibi düştü aralarına. Herkes nefesini tutmuş bekliyordu.  Pelin gözlerini kaçırdı “pardon” dedi gülerek. “Sen iyice paranoyaklaştın Aylin zaman geçtikçe farkında mısın? Ne yapayım ben senin yaşlı kocanı be. Manyak mıdır nedir? Hadi Efe gidelim.” Kocasının koluna girmiş onu kapıya doğru sürüklerken Aylin peşlerinden giderek Pelin’i kolundan yakaladı. “Bana doğruyu söyle, kocamla yatıyor musun?” Diye bas bas bağırıyordu. “Git işine ne yapayım ben kocanı.” O sırada Serdar gelmiş Aylin’i tutarak bahçeye doğru sürükledi. Bırak beni diye bağırıyordu Aylin, bırak beni.

Serdar karısının ilaçlarını getirdi, zor da olsa sakinleştirdikten sonra “Ben yatmaya gidiyorum” diyerek merdivenlere doğru yürümeye başladı.
“Dur, konuşmamız lazım.”
“Konuşacak bir şey yok”
“Hayır var, buraya gelip bana doğruları söyleyeceksin anladın mı?”
“Ne istiyorsun”
“Doğruları”
Daha fazla dayanamayan Serdar patladı. “Hangi doğruları istiyorsun be hangi doğruları. Senin ilaç içip tüm gün kendini uyuşturmanı izlemeyi mi, koca evde duvarların üstüme üstüme gelmesini mi, kavga etmeyelim diye sürekli susmayı mı yoksa senin yıllardır hayattan kaçan zavallı halini mi. Söyle hangisini konuşalım?”
Aylin hıçkırıklarla ağlamaya başlamıştı.
“Ağlama, başlama yine. Konuşalım dedin hadi konuş o zaman.”
“Suçlama beni. Ne zamandır yatıyorsun Pelin’le.”
“Üç yıldır.”
“Evet sen gittiğinden beri, kendini bu eve hapsettiğinden beri. Beni, çocukları, kendini unuttuğun beri. Kolay mı sanıyorsun seninle yaşamak. Bomboş gözlerle bana bakarken seninle bir arada yaşamaya çalışmak.”
“Dayanamıyorum.”
“Hastasın sen, hayatta gördüğüm en zayıf insansın. Yoruldum seni taşımaktan.”
“Hasta değilim ben mutsuzum.”
“Ben gidiyorum Aylin, üzgünüm. Özür dilemeyeceğim olanlar için.”
Kocası kısa sürede eşyalarını toplayıp evden çıkarken Aylin koltuğa yığılmış olanları düşünüyordu, son üç yılını, nasıl da depresyondan bir türlü çıkamadığını, sığındığı ilaçları, ilaçların onu iyi yapmaktan çok, daha da mutsuz yaptığını, girdiği girdaptan bir türlü çıkamayıp daha derine saplandığını. Neredeyse tüm gece ağladı. Bu eve taşındıklarında ne mutlulardı oysa, nasıl aşıklardı birbirlerine şimdi ise gitmişti. Başka bir kadının kollarındaydı kocası. Sabaha kadar oturdu güneşin ilk ışıkları pencereden içeri doğarken kalktı ayağa toparladı kendini, sildi gözyaşlarını, banyoya gitti, aynada akmış makyajına, ağlamaktan şişmiş suratına baktı. İlaçlarını çıkardı kutusundan ve hepsini klozete attı, sifonu çekti. Makyajını temizledi, yüzünü yıkadı. Omuzlarını dikleştirerek çıktı banyodan ve hiç olmadığı kadar emin adımlarla başladı yeni hayatına.