12 Mart 2020 Perşembe

Sona Geldik


Aysel derin bir nefes aldı. Hakim son kararı açıklamak üzere herkesin ayağa kalkmasını istemişti. Biraz önce oturduğu sandalyeyi ayağıyla yavaşça iterek ayağa kalktı, sırtını dikleştirerek hakimi dinlemeye başladı. Kulakları uğulduyordu. Nihayet bitmişti, boşanmışlardı galiba ya da o öyle anlamıştı. Hemen sevinemedi, sanki zaman durdu o an, dünya dönmeyi bıraktı, küçük bir boşluk açıldı ayaklarının dibinde giderek büyüyen. Ayakkabılarına takıldı gözleri. Kırmızı, yüksek topuklu, rugan ayakkabılar. Çocukluğundan beri hep kırmızı ayakkabıları olsun istemişti ama annesi hep engellemişti onu nedense. “Cici kızlar kırmızı ayakkabı giymez, sen akıllı, uslu bir hanımefendisin” der her seferinde aynı tarz, gösterisiz, sade siyah ayakkabılarla çıkarlardı mağazadan. Büyüdü evlendi ama içindeki kırmızı ayakkabı sevdası bir türlü bitmedi. Bu sefer de karşısına eş engeli çıktı. “Kırmızı olmaz çok seksi, çok gösterişli, ben yanımda seksi bir kadın istemiyorum” diyerek konuyu bir çırpıda kapatmıştı.

Şimdi hepsi bitmişken o küçücük adliye salonunda kırmızı ayakkabılarına bakarken zihni de boş durmuyor, avını arayan sinsi bir yılan gibi geçmiş anıları tarıyordu. Balayının son gününe gitti. Kaldıkları lüks otelde son gecelerinin olması sebebiyle bunu kutlamak istemişi. Geceye özel getirdiği siyah göğüs dekolteli mini elbisesinin altına kırmızı yüksek topuklu rugan ayakkabılarını giyerek özenle hazırlanmıştı geceye. Saçlarını topuz yapmış, kırmızı rujunu sürmeyi ihmal etmemişti. Özenle hazırlanıp övgüleri toplamayı beklerken kendisini böyle gören Erkan anında delirerek bağırmaya başlamıştı. “Sen beni katil mi edeceksin kadın, hiç mi akıl yok sende. Bu kılık kıyafet ne, nasıl giyinmek bu. Ben sana demedim mi evlenirken ben seksi, gösterişli bir kadın istemiyorum diye. Beni çıldırtmak için mi yapıyorsun tüm bunları.” Kızarana, sesi çıkmayana kadar bağırmış ve çarpıp kapıyı gitmişti. O ise ne yapacağını bilemez halde tek başına odada beklemişti ama gelmemişti kocası o gece. Nereye gitmişti, ne yapmıştı bilmiyordu. Aslında o gün bitirmeliydim, hepsinin başladığı ilk gün devam etmemeliydim bu düşünce yıllardır içini kemirip duruyordu.

Yıllar geçti evliliklerinde, bazı günler mutlu, bazı günler mutsuz, bazısı iyi, bazısı kötü. Aysel zamanla idare etmeyi öğrenmişti kocasını. Tüm kadınlar öğrenirdi zaten. İyi bir evlilik yürütmenin ilk koşulu idare etmekti. “İdare ediver kızım. Erkek kısmı gözü dışarda olur, onu eve bağlayacak olan sensin. Soğutma adamı” Annesine ne zaman dert yansa söyledikleri bu oluyordu. İçinde bir yerlerde bu evliliğin yanlış gittiğini düşünse de her zaman hislerini bastırmayı, işaretlerin peşine düşmeyi bırakalı çok olmuştu. Evliliklerinin ikinci yılına gitti, belki de bu günün tohumları o zaman atılmıştı. Erkan’ın işleri iyi gitmiyordu bir de üstüne ortağına bol miktarda borç para vermiş ve geri alamamıştı. Nakit sıkıntısı vardı ve bu durumdan en çok etkilenen de ne yazık ki evlilikleri olmuştu. Aysel kardeşinin düğünü için hediye altın alırken biraz kuyumcunun ısrarı biraz da kolyenin cazibesine dayanamayarak ortasında kocaman zümrüt, kenarında küçük elmaslar bulunan bir kolye küpe takımı almıştı kendine. Eve gelince itinayla kadife kaplı kutusundan çıkararak takmış ve aynada kendini seyretmişti bir süre. Akşam kocası işten gelince ona göstermiş ve asıl kıyamet kopmuştu. “Sen beni delirtecek misin kadın, kaç para bu, sen bilmiyor musun ben ne sıkıntıdayım. Para bulamıyorum mal almak için sen kalkmış bir dünya parayı kolyeye küpeye yatırıyorsun. Ne kadar laf anlamaz aptalmışsın sen.” Diye bas bas bağırmıştı. Aysel tek kelime bile etmeden sabah olunca ilk iş takıları geri götürerek parasını almıştı. Akşam parayı kocasına geri vermesi bile aralarındaki soğukluğun geçmesine engel olamamıştı.

Belki de en zoru kendinden vazgeçmekti bir evlilikte. Bunu ancak uzun evlilik yürütenler anlardı. Aman tadımız kaçmasın, düzenimiz bozulmasın diyerek söylenen yalanları görmezden gelmek, karşı tarafın söylediklerinin altında başka anlamlar aramak, yok canım aslında öyle demek istememiştir diyerek kendini yatıştırmak, annesinin deyimiyle kan kusup kızılcık şerbeti içtim demek, sorunları göz ardı etmek hep kadınların yaptığı hareketlerdi. Aysel de bunların hepsini yapmıştı. Başından beri sorunları görmezden gelmiş, kendini mutlu bir evliliği olduğuna inandırmıştı. Ama her masalın sonunda prenses mutlaka uyanmak, gerçeklerle yüzleşmek zorundadır. Aysel de bir gün canının tak ettiği noktaya gelmişti.

Erkan iş gezisinden yeni dönmüştü. Evliliklerinin onuncu yıl dönümünü kutlayamamışlardı bu yüzden. Dönüşte Aysel’i arayarak bugün erken geleyim akşam yemeğe çıkarız demişti. Aysel hazırlanmış, beklemeye başlamıştı gelmesini ama Erkan gelmedi. Hatta o gece hiç gelmedi. Sabah olduğunda telefonla da ulaşamadı. Ancak akşama doğru telefon etti Erkan aniden işi çıktığını, telefonun şarjının bittiğini ve bu akşam da gelemeyeceğini söyledi. Alışmıştı iş gezilerine, o yüzden aldırış etmedi ama içine bir kurt düşmüştü bir kere. Hayatında ilk defa kocasının dolabını karıştırdı. İş seyahatine giderken giydiği takım elbisesinin ceplerini karıştırırken eline sert bir cisim geldi. Eline cebine soktu, bir adet telefon. Açıp açmamak konusunda tereddüt etse de açmaya karar verdi. Ekranda gördüğü fotoğraf yetmişti zaten gerçekleri anlamasına. Erkan yanında uzun sarı saçlarıyla, memeleri giydiği bluzdan fırlayıp Aysel’i boğacakmış gibi duran bir kadının elini beline dolamış kameraya poz veriyorlardı. Kocasının kucağında ise üç dört yaşlarında küçük bir kız çocuğu gülüyordu. Bu mutluluk tablosu içinde kadının ayakkabılarına takıldı gözü kırmızı, yüksek topuklu, rugan ayakkabılar. İşte o an gitmeye karar vermişti Aysel.

Avukatının kolundan tutmasıyla kendine geldi. “Özgürsün artık, istediğini yapabilirsin, tebrikler.” Dedi ellerini uzatarak. El sıkıştılar ve Aysel kırmızı ayakkabılarının üstünde hiç olmadığı kadar güçlü bir şekilde yeni hayatına doğru ilk adımlarını attı.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder