SİYAH
Karanlıktı, çok karanlık. Alabildiğine, uçsuz bucaksız gökyüzü
simsiyahtı. Zifiri karanlık dedikleri bu olsa gerek. Kömürden daha karanlık
geceler. Bilinmeze doğru yolculuğumda bana eşlik eden, yolumu bulmamı sağlayan
tek bir yıldız dahi yoktu.
Var gücümle sürüyordum arabamı, son süratle nereye doğru gittiğimi
bilmeden ilerliyordum. Gidiyor, gidiyor,
gidiyordum. Uçsuz bucaksız yollar
aşıyor, bilmediğim diyarlarda sürükleniyordum. Nereye gittiğimi bilmeden,
yolculuğumun nerede, nasıl biteceğini bilmeden ilerliyordum. Gittiğim yerde en
fazla bir gün kalıyordum ki kimseye alışmayayım, herkes yabancı kalsın bana.
Tanıdık bir yüz, bir hareket, samimi bir davranış, eskiyi anımsatan bir koku, bakış,
hiçbirini görmek istemiyordum. Bu yolculukta yapayalnızdım ve hep böyle
kalacaktı. Son hızla kaçıyordum geçmişimden, tanıdıklarımdan, hayatımdan, en
çok da kendimden. Bu daha ne kadar
sürerdi bilmiyordum buna daha ne kadar dayanabilirdim. Eninde sonunda kaçmaktan
yorulacaktım.
Kaçmak uyuşturucu etkisi
gösteriyordu. Tüm benliğim uyuşmuştu, hiçbir şey düşünmüyordum. Hiçbir şey
düşünmemek işime geliyordu. Umarsızca savrulan kuru bir yaprak gibi oradan
oraya sürükleniyordum. Amaçsız, rotasız bir gemi gibiydim, nereden gelip nereye
gittiği belirsiz. Bazen bir denizci oluyordum, limandan limana koşuyordum,
hiçbir limanda uzun süre demir almıyordum. Bir yere bağlı kalmak bana göre
değildi. Bağımsızlıktı benim ruhuma, damarlarıma işleyen. Azgın dalgalarla
boğuşuyordum bazen, bazen de sakin sakin denizlerde yol alıyordum. En çok
yıldızsız, simsiyah geceleri seviyordum. Siyah tüm geceyi örtüyordu, etrafta
derin bir huzur deniz bile uykuya dalıyordu sanki. Kıpırtısız deniz, siyah
gece, derin bir huzur yıllarca peşinden koştuklarım…
Uçsuz bucaksız denizden sıkıldığım zamanlar da oluyordu, yolculuğuma
karadan devam ediyordum. Uzun yolculuklar yapıyordum. En çok da gece
yolculukları. Gecenin bir vakti, insanların uykuda olduğu saatlerde mola
veriyordum bazen. Uykulu yüzlerde bir anlam aramaya çalışıyordum. Küçük
kasabalardaki insanların iç sıkıntılarına tanık oluyordum. Gitmek isteyip
gidememelerini, sıkışıp kalma hallerini uzaktan izliyordum, onlara görünmeden.
Kısa bir süreliğine de olsa onların kılığına bürünmek, onların bu hallerini, iç
sıkıntılarını hissetmek değişik bir deneyim oluyordu. Onların sıkıntıları benim
vücudumda ruh buluyordu adeta. Sonra etrafta benden başka kimse kalmayıp derin
siyah bir sessizlik her yanı kapladığında ortamdaki iç sıkıntısı tavan
yapıyordu. “İşte en sevdiğim an” diyordum. Çok kısa ama etkisi uzun süren bir
an. O an nefes almayı bile unutuyordum. Tüm ruhumla o ana ait olmak istiyordum,
başka bir yere değil. Başka biri gelip o
anın büyüsünü bozduğunda kalkıp oradan uzaklaşıyordum. Başka bir noktaya doğru…
Ne mi arıyordum oradan oraya savrularak? Çoğu zaman ne aradığımı ben de
bilmiyordum. Aslında fırtına öncesi sessizliği arıyordum. Fırtına kopmadan
önceki son an, işte aradığım buydu. Çıt çıkmaz, derin bir sessizlik kaplar her
yeri. Herkes nefesini tutup dikkat kesilir ve kopacak fırtınanın büyüklüğünü
merak eder. O an neler olur; bardağı
taşıran son damla, önemsiz gibi görünen şeyleri birden bu kadar önemli kılan nedir?
Bunun gibi birçok soruya yanıt
arıyordum. Bu soruların cevabını bulursam rahatlayacak, kendi hayatıma geri
dönebilecektim. Aslında diyardan diyara koşarak kendimi arıyordum. Bambaşka
yerlerde, bambaşka, yabancı insanların suratlarında, hayatlarında kendi
hayatımdan parçalar arıyordum.
İnsanlar yaşadıkları iç
sıkıntılarına ne kadar katlanacak, hayatlarından sıkılıp ne zaman “Yeter”
diyerek her şeyi geride bırakacaklar, kendi fırtınalarını ne zaman koparacaklar,
merakla bekliyordum. Bardağı taşıran son damlanın ne olduğunu merak ediyordum
en çok. Ne zaman insanın canına tak eder? “Yeter artık!” der. Ama bunların
hiçbirine ulaşamadım. Zannettim ki; onların biri “Yeter artık!” deyip,
değişiklik yapmaya çalışırsa ben de umutlanacağım, bir şeyleri
değiştirebileceğime inanacağım. Ama
nafile, kimse demedi. İnsanlar kendi iç sıkıntılarında boğulmaya, birbirinin
aynı sıkıcı hayatlarını yaşamaya devam ettiler.
Beyhude bir çaba..
Bir gün bitti yolculuklarım. Başka
suretlerde kendimi göremezdim. Aradığımı başkalarında bulamayacağımı
anlamıştım. Aradığım kendi içimdeydi. Değişiklik yapmak istiyorsam bunu
başkalarında değil, kendimde aramalıydım. Bana sadece kendim yardım edebilirdi,
başkası değil. Yaptığım yolculukların bana öğrettiği tek şey bu oldu.