4 Eylül 2019 Çarşamba

Son Otobüs

Son otobüsü bekliyorum ellerim ceplerimde. Serin esen rüzgar incecik ceketimden içeri sokularak yavaş yavaş donduruyor bedenimi. Dişlerim tıkırdamaya başlıyor. Bir yandan üşüyen bedenimi hareket ettirmek için sağa sola sallanırken diğer yandan da otobüsü kaçırmamak için yola dikkat kesiliyorum. Nihayet kırmızı otobüs sokağın köşesinden dönerek hantal bir fil gibi ağır ağır ilerliyor. Hadi çabuk ol çok üşüdüm diye söyleniyorum. Gacır gucur sesler çıkararak zorlukla da olsa duruyor durakta. Biniyorum. Üst kata çıkıyorum. Bu saatte benim haricimde kulağında kulaklık camdan dışarı bakan genç bir delikanlı ile yaşı epeyce ilerlemiş bir adam oturuyor. Merdivenlerden çıkıyorum. Şehrin bilmediğim sokaklarında ilerliyoruz. Işıl ışıl tüm şehir, insanlar sıcacık yuvalarında mutlu hayatlar yaşıyorlar diye düşünüyorum. Bu saatte çoktan yemekler yenmiştir, hoş bu İngilizler de yemek yapmayı bilmez ya hazır aldıkları yemekleri ısırıvermişlerdir anca. Çay içerler mi acaba bizim gibi her yemek sonrası. Camdan dışarı bakıp düşüncelere dalmışken otobüs ağır hareketlerle duruyor, yeni yolcular biniyor otobüse. Kapılar kapınıyor ve gecenin karanlığında tekrar yol almaya başlıyoruz. Yüzündeki buruşukluklara aldırmadan pembe etek ve pembe bluz giymiş, sarı saçlarını pembe kelebek tokayla tepede toplamış ve pembe ojeli tırnaklarıyla yaşını hiç göstermeyen bir teyze izin isteyerek hemen yanıma oturuyor. Kafamı sallıyorum ama bir yandan da bomboş otobüste neden geldi benim yanıma oturdu diye düşünüyorum.

“Hava çok soğuktu di mi bugün? Dondum.” Diye başlıyor söze. Bu yaştaki teyzeler nerde olursa olsun konuşmaya çok meraklı diye söyleniyorum içimden ama sırf kibarlık olsun diye “evet ben de çok üşüdüm” diye cevap veriyorum. Lafı daha fazla uzatmamak için kafamı çeviriyorum ama teyze belli ki konuşmak istiyor.

“Biz yaşlandık artık ama gençken bu sokaklarda az gezmedik. Benim bey geçen sene öldü. Dile kolay tam altmış yıl yaşadık beraber.”
“Kaybınız için çok üzgünüm”
“Sağol tatlım. Zaman çabuk geçiyor, ben de gençtim bir zamanlar senin gibi, güzeldim. Bir yürüdüm mü sokakta yürüyen insanlar dönüp bakardı bana. Ama Tom başkaydı. Sarı saçları, mavi gözleriyle daha ilk görüşte vuruldum. Hemen evlendik. Hiç çocuğumuz olmadı, Tom istemedi ben de onun kararına saygı duydum. Ama işte bilirsin bu yaşta yalnızlık zor.”

Ne diyeceğimi bilemiyorum. O güzel mavi gözlerindeki yaşları görüyorum, sarılıp onları silmek istiyorum.
“Bak şurdaki koca binayı görüyor musun ışıklı, hemen onun arkasında oturmuştuk ilk evlendiğimizde. Meydanda panayır kurulurdu pazarları. Bir keresinde sirk gelmişti çok heyecanlanmıştım ama öyle içinde hayvan olan sirklerden değil. İp cambazını izlerken çok heyecanlanmıştım, o da benim heyecanıma gülmüştü. Bir türlü büyümek istemeyen bir çocuk gibisin demişti o gün bana en ufak bir yenilik seni heyecanlandırabiliyor. Tüm gün gülmüştük.”

İkimiz de susuyoruz bir süre. Mavi gözlerine hüzün yerleşiyor. Pembe dudakları titriyor. Elimi uzatıp elinin üstüne koyuyorum. Ne kadar da yumuşacık eli bana babaannemi hatırlatıyor. Her bayramda gittiğimizde bana annemden gizlice şeker verir sonra da göz kırpardı. Bu ikimiz arasında sır sakın annene söyleme diye tembihlerdi her seferinde. Gülümsüyorum. İkimiz de kendi dünyalarımıza dalıyoruz. Kendi kayıplarımıza, kendi sıradan hayatlarımızdaki, sıradan hikayelerimize dönüyoruz.

“Hayat çok kısa diyerek konuşmaya başlıyor tekrar. Gençken çok uzun gibi gelir insana, sanki hiç bitmeyecekmiş gibi. Ama bir gün bir bakarsın ki yolun sonuna gelmişsin bile ne olup bittiğini anlamadan. Gençken yalnız yürümek cazip gelebilir insana, bu gitsin nasılsa başkası gelir. Ama asıl kaybedince anlıyor insan sevdiğinin değerini. Çok sevdim, çok sevildim,  çok güzel bir hayat yaşadım Tom’la. Hayatını yaşamayı erteleme tatlım.” Elimi sıkarak benimle vedalaşarak bir sonraki durakta inip karanlığa karışıyor. Bense bir süre arkasından bakakalıyorum. Sonra kafamı cama yaslayıp gözlerimi kapatıyorum, kulaklarımda ise son sözleri çınlıyorum hayatı yaşamayı erteleme.