3 Mart 2021 Çarşamba

Still Alice

         Still Alice kitabını okuyorum bir yandan da düşünüyorum eğer ben bu hikayeyi anlatsaydım nasıl anlatırdım diye. İlk defa bir kitaptan uyarlanmış filmi kitabından daha çok sevdim. Sanki filme çekilsin diye yazılmış bir kitap. Olaylar sırasıyla gerçekleşiyor. Alice’in hayatı seyrinde giderken birden bir şeyleri unutmaya başlıyor. 50 yaşında Harvard Psikoloji profesörü, hikayeyi baştan sona okuyoruz. Adım adım unutmaya başlıyor ama sanki kahramanlara bu unutma hiç dokunmuyor. Kadının hayatı alt üst oluyor ama o yalnızlığını satırlarda hissedemiyorum. Kocası sürekli işte, kaçıyor, sinirleniyorum ama onun bakış açısını da görmek isterdim. Kadın gözlerinin önünde her şeyi unuturken onların hayatı nasıl değişiyor bilmiyoruz bilsek de çok yapay. Kadının kafasında o unutma anında neler oluyor, ne hissediyor bilmiyoruz. Aralarda o anları anlatmak isterdim sanırım hikaye baştan sonra değil dağınık bir şekilde ilerlerdi kadının zihni gibi.




        Kitabın film uyarlaması ise Jullian Moore’a uzun süredir beklediği Oscar heykelciğini kazandırdı. Filmi izlediğimde çok etkilenmiştim. Genç sayılabilecek bir yaşta hayatının alt üst olmasıyla tüm bildiklerini unutan bir kadın. Hatıralarımız, eğitimimiz, işimiz, arkadaşlarımız, çevremiz mi bizi biz yapan etken. Tüm bunlar elimizden alındığında geriye ne kalır bizden başka. Tutunacak dalımız kalmadığında, hepsini unuttuğumuzda hayatta kalmanın, yaşamaya devam etmenin bir anlamı var mıdır? film boyunca sorguladığım hep bu oldu aslında tabii kitabı okurken de aynı şekilde. Hayatı anlamlı kılan o şey nedir? Hayatımız peşinden koştuğumuz o anlamı nihayet yakaladığımız tek bir an bile var mıdır acaba? Bizi biz yapan o anlar gittiğinde adımızı, eşimizi, ailemizi tanıyamayacak duruma geldiğimizde geriye kalan şeye biz diyebilir miyiz? Geride kalan nedir? 

        Kitapta dikkat çeken diğer bir ayrıntı da Alice ve en küçük kızı arasındaki çekişme aslında. Kızının üniversiteye gitmesini, iyi bir eğitim almasını isteyen Alice onun oyuncu olma isteğine karşı çıkıyor sonuna kadar. Hatta kocası ondan gizli kızının eğitim masrafını karşıladığı için kızıyor. Sürekli iyi bir eğitim almalısın, üniversite gitmelisin diyerek onun tercihlerini görmezden geliyor. İyi eğitim almış üstelik Harvard'da Psikoloji profesörünün bile kızın isteklerine kör olması ve ısrarla kendi ayak izlerini takip etmesi gerektiğini söylemesi açıkçası bende hayal kırıklığı yarattı. Bazı ilişkilerdeki dinamikler dünyanın neresine giderse gitsin değişmiyor aslında. İnsan her yerde insan ve istekleri benzer.



            Bazı kitaplar sanki özellikle filmi çekilsin diye yazılmış gibi. Son derece basit bir dille ve heyecanlı bir akışı takip ediyor. Ama okuduktan sonra ise iyi bir edebiyat eserini okumanın keyfini vermiyor ne yazık ki.  Aynı yapaylığı The Tattooist of Auschwitz kitabını okurken de hissetmiştim. Toplama kampında gelen insanların vücuduna numaralarını dövme yapan bir adamın hikayesi anlatılıyordu. Kahraman tüm olayların içinde yaşayıp onlara dokunmadan yaşıyordu, zerre hissetmeden.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder