17 Temmuz 2017 Pazartesi

Ayşe'nin Hikayesi

          Sabahın ilk ışıkları vururken uyandı Ayşe. Yıllardır hep erken kalkmaya alışan bünyesi istese de sabahları uyuyamıyordu. Anneannesi o daha küçücük bir kızken hep üstüne güneşi doğurtmayacaksın erken kal erken kalkan yol alır derdi. Nedense yaşlı kadının birçok söylediği şeyi uygulamasa da bu sözünü kulağına küpe yapmış ve vazgeçemediği alışkanlığı olmuştu. Yataktan daha herkes uyurken kalkar upuzun saçlarını uzun uzun tarar, gözkalemini çeker, rujunu sürer, itinayla giyinir güne öyle başlardı. Her gün bu kadar süslenmesi ilk evlendiği yıllarda kocasının garibine gitmişti. Bütün gün evde oturuyorsun hanım ne diye süsleniyorsun böyle dese de zamanla alışmış ses çıkarmamaya başlamıştı. Günlük ritüelini her sabah sürdürdü ne hamileyken ne de lohusayken bile vazgeçmedi. 


          Yataktan kalkınca ilk iş perdelerini açtı havaya baktı şöyle. Pırıl pırıl bir güneş insanın için ısıtıyordu. Gülümsedi güneşi görünce pencereyi açtı sabahın o taze, ferah biraz da nemli kokusu odayı doldurdu. İçene çekti tadını çıkardı sabahın. Sabah ritüelini tamamlayıp mutfağa geçti, kahvaltıyı hazırlamaya başladı. Oğlunun en sevdiği pankeklerden yaptı, kızı için yumurta haşladı, eşine omlet yaptı. Patatesleri kızarttı, çayı demledi. Hepsini salondaki masaya taşıdı bir güzel hazırladı sofrayı bahçesinden mis kokulu pembe güllerden koymayı da ihmal etmedi. Sıra ev ahalisini kaldırmaya gelmişti.


            Oğlu çok zor kalktığı için ilk onu kaldırmaya gitti. Kapısına vurdu oğlum Alim hadi kalk sana en sevdiğim pankeklerden yaptım diye seslendi. Sonra kızının odasına geçti kapı hafif aralıktı içeri girmeden seslendi kızım Filiz hadi kalk ancak hazırlanırlanırsın. Sonra eşine seslendi hadi kalk bey çaylar soğumasın. 


           Herkese seslendikten sonra mutfağa gidip çayları doldurmaya başladı. Büfeden herkesin en sevdiği bardağı aldı. Eşi için ince belli bardak çay demli olacak iki şekerli. Oğlu için büyük cam çay bardağı şekersiz. Kızının en sevdiği kupasını aldı üstünde hiç tanımadığı admların fotoğrafı vardı kim bunlar diye sorduğunda anne boşver onlar sana göre değil demişti kızı. Ailede bir tek babaları şekerli içiyordu Ayşe şekersiz içme konusunda ısrar  etse de bir çay keyfim var ona da karışma diyordu her seferinde. Çocuklar babalarının çay keyfiyle dalga geçmeye bayılırlardı. Şeker atmasalar bile çayı uzun uzun karılştırır rengini görmek için bardağı uzatıp bakarlar, içtikten sonra oh çekerlerdi. Babaları ise ne zaman büyüdünüz de benimle dalga geçmeye başladınız keratalar daha dün küçücüktünüz diye tatlı sert azarlardı çocukları. Ayşe aman bey üstüne gitme çocukların derdi hemen. Tamam tamam çocuklarına da birşey söyletmezmiş diye karısının yanağını okşardı usulca. Onların bu hali çocukların çok hoşuna gider kıs kıs gülerlerdi. 


          Ayşe çocuklardan ses gelmeyince tekrar seslendi. Haydi çocuklar geç kalacaksınız. Sonra tekrar seslendi hala ses yoktu. Çocukların odalarına gitti kızının kapısı hafif aralıktı zaten usulca itti kapıyı kızım geç kalacaksın diye söylenmeye başladı. Kızın yatağı hiç bozulmamış gibi duruyordu. Yatağa yaklaştı kimsenin yatmadığını gördü. Dehşete kapıldı birden kızı yoktu. Sabah erlen çıksa duyardı kesin nereye gitmişti. Oğlum kardeşin yok diye bağırark oğlunun odasına koştu kapıyı açtı. Onun yatağı da öylece duruyordu. Dehşet içinde kocasına doğru koştu öyle ya belki onun çocukların yokluğuyla ilgili bir açıklaması olabilirdi. Odaya geldiğinde kocasının da olmadığını gördü. Hepsi birden nereye gitmişti. Salona gitti kahvaltı sofrasına baktı. Hiç birşey ellenmemiş sofra hazırladığı gibi duruyordu. Kadın sandalyeye çöktü ve ağlamaya başladı. Bir yandan hıçkıra hıçkıra ağlıyor diğer yandan nerdesiniz diye bağırıyordu. Kendini o kadar kaptırmıştı ki ağlamaya kapının açıldığını duymadı bile. 


           Ağlama seslerini duyan Filiz koşarak yanına geldi. Anne noldu neden ağlıyorsun diye sordu. Ayşe hıçkırıklar arasında ne kocam var ne çocuklarım nereye gittiler biliyor musun diye sordu. Filiz anne ben kızın Filizim dese de kadın hayır sen benim kızım değilsin Filiz değilsin o yok burda bak en sevdiği kalvaltıyı hazırladım ama yok nerde biliyor musun diye bağırıyordu. Filiz anne kendine gel babam bizi terk etti, abim de geçen sene öldü bir tek ben kaldım dedi belki bininci defa bıkkınlıkla. Filiz'in bu sözleri yaşlı kadını dehşete düşürmeye yetmişti. Hayır sen benim kızım değilsin yalan söylüyorsun benim oğlum ölmüş olamaz diye ağlıyordu şimdi. Anne ilaçlarını yine mi almadın kaç defa söyledim sana bunları düzenli içmezsen faydası olmaz diye söylenerek banyoya ilaçlara bakmaya gitti. Tam tahmin ettiği gibi annesi bir tane bile ilaç içmemişti. Off anne off napcaz seninle böyle.


          Kadına ilaçlarını getirdi sakinleştirip ilaçlarını içirerek yatağına yatırdı. Kadın hala benim oğlum ölmüş olamaz nerede o söyleyin gelsin en sevdiği pankekten yapsın çağırır mısın diye söyleniyordu. Filiz annesini yatırdıktan sonra salona geldi sofrayı toplamaya başladı annesi tıpkı eski mutlu günlerdeki gibi harikalar yaratmıştı. Eline çok sevdiği kupasını aldı içindeki çay buz gibi olmuştu. Birden ağlamaya başladı kendini durduramıyordu artık. Anne nerdesin diye ağlıyordu şimdi. Anne nereye gittin. 

Az Çoktur

          Bu fotoğrafta görünen Manchaster opera binası yanında ise kocaman, çirkin bu bina yükselmekte. Etrafıma bakınca bu büyük plazalardan çok görüyorum. Hepsi birbirine benzeyen çok katlı, devasa, içinde insanların nefes almadan çalıştığı binalar. Artık insanlığın hiç birşey için harcayacak vakti yok aynı zamanda can sıkıntısı denen bişey de kalmadı. Hepimizin evinde en akıllısından telefonlar, evimizde en büyüğünden televizyonlar mevcut. Eskisi gibi baktıkça hayranlık uyandıran muazzam el işçiliğine sahip, duvarlarında heykellerin olduğu ruhu olan binalar yapılmıyor. Düşünmüyor değilim artık bütün güzel kitaplar yazıldı, şarkılar söylendi, binalar yapıldı mı? 


           Artık hayatı o kadar hızlı yaşıyoruz ki bu 

alışkanlık hayatımızın her alanına yansıdı. Herşey en az emekle kısa sürede bitsin istiyoruz. Oysa çok değil ben çocukken neredeyse her mahallede bir terzi bulunurdu ve özel günlerde hep kıyafetlerimizi ona diktirirdik. Normal zamanlarda annem dikerdi veya örerdi. Giydiğim kıyafet için bir emek harcanırdı ve bu emeği görür bitmesini heyacanla beklerdim. Oysa şimdi öyle mi? Giriyorsun bir mağazaya hemen alıyorsun o kadar çabuk ulaşıyorsun ki zaten sıkılman ve ondan kurtulman aynı hızla oluyor. Zaten aldığın ürünler hızlı ve ucuz olsun mantığıya üretildiği için kısa ömürlü oluyor. Giydiğin kıtafetleri artık kimin ürettiğinin senin için bir anlamı yok. Muhtemelen haritada yerini bile gösteremediğim üçüncü dünya ülkelerinin birinde tanımadığın bugüne kadar hiç önemsemediğin insanlar belki çocuklar karın tokluğuna üretiyorlar. Olsun bunların senin için önemi yok artık önemli olan ne kadar tarz göründüğün. Sıkılırsan atarsın yenisini alırsın nasılsa. Aldığın bir tşirti uzun süre giysen bu devran nasıl dönecek. Yüksek moda sana sürekli emrediyor. Al al al bak bu sene bu moda, geçen senekinin modası geçti bunu al daha güzel at eskisini. Hiç dikkat ettin mi bir senede ne kadar kıyafet alıyorsun ve sene sonunda bunların ne kadarını atıyorsun? 


           Ben bundan yaklaşık 1,5 sene önce yazlıkları kaldırıp kışlıklarımı çıkartırken bir çuval dolusu kıyafeti attığımda dehşete kapılmıştım. Bunların bir çoğu da alınmış belki bir kere giyilmiş belki de hiç giyilmemiş kıyafetlerdi. Bunu görünce dolabımda sadece çok sevdiğim ve giymekten zevk aldığım kıyafetleri bıraktım ve bir yıl hiç kıyafet almama kararı aldım zaten dolabım doluydu ve yenisine ihtiyaç yoktu. İlk başlarda evet çok zorlandım eski alışkanlıklarım bana bak o çok moda onu al, çok güzel mutlaka almalısın dese de direndim ve hiçbirşey almadım. Bir sene boyunca elim birşeye gittiğinde hep şunu sordum kendime istek mi yoksa ihtiyaç mı? Eğer ihtiyaçsa al ama biliyoruz ki yeni bir pantolona ihtiyacın yok zaten aynısından var. İstekse bak bakalım kendine neden onu almayı o kadar çok istiyorsun? Hayatındaki hangi boşluğu onu satın alarak doldurmayı planlıyorsun biliyorsun ki almakla hiçbirşeyi dolduramazsın. Sadece içindeki boşluk günden güne büyür ve bir bakmışsın boşluk sen olmuşsun sana yer kalmamış. Kıyafet alışverişi yapmadan geçen bir sene sonunda artık ihtiyacım olmadan alışveriş yapamaz hale gelmiştim. 


          Biliyorum hepimiz çok yoğunuz, hayatlarımızda bir çok sorun var iş, ev, çocuk, trafik vb. hep koşmak yetişmek zorundayız. Ama derin bir nefes al ve bak kendine üstündeki kıyafetlere en son ne zaman bir kıyafet için emek harcadın veya dolabındaki hangi kıyafetinin anısı var veya hangisini itinayla çocuklarına saklamak istersin? Belki farkındalık tam bu noktadan kıyafetlerinden başlayacak. Denemeye değmez mi? 

15 Temmuz 2017 Cumartesi

Hangimiz Mükemmeliz?

          Karşındaki insanı ne kadar tanıyabilirsin? Sadece gösterdiği, izin verdiği kadar tanıyabilirsin. Herkesin kimsenin girmesine izin vermediği, herkesten sakladığı gizli bir bahçesi vardır. Bazen kendisi bile giremez o bölgeye. Bakımsızlıktan ihmal edilmiştir çoğu zaman bazen de girmeye korkar insan neyle karşılaşacağını bilemez. Karşısına gül de çıkabilir diken de. 


          Günümüzde sosyal medyada herkes kendine bir kimlik yaratma çabasında. Çoğu zaman gerçek olmayan sahte kimlikler. Sosyak medya Profillerine bakarak insanları yargılamak da onların hayatına imrenmek de manasız o yüzden. Sadece güzel anıları, süslü sofraları, mükemmel annelikleri, sağlam dostlukları, kusursuz vücutları görüyoruz sürekli. Kimse akşam sofrada tek başına yemek yerken yaşadığı yalnızlığı anlatmıyor ya da karanlık korktuğu için halen oyuncak ayısına sarılarak uyuyan adamın hikayesini bilmiyoruz mesela. Çocuklarını süsleyip püsleyip onların sürekli fotoğrafını çeken annenin kameralar yokken çocuklarına kötü davranıp davranmadığını bilmiyoruz tek gördüğümüz her daim mükemmel annelik.


          İşin ironik olan kısmı insanların bir süre sonra uydurduğu bu sahte profile ayak uydurup sürekli mış gibi yapmaları. Sürekli mükemmel olmak zorundaymışız gibi davranmaları. Bu yalancı tavırdan artık sıkılmadık mı? Olmadığımız bir insan gibi görünmekten, sürekli rol yapmaktan, maskelerle gezmekten yorulmadık mı?


          Biz insanız ve bu yüzden kusurluyuz. Bizi gerçek yapan aslında bu kusurlarımız. Neden hayatımızda tek bir gün bile kendimiz olamıyoruz? Kendimiz olmak bu kadar zor da rol yapmak çok mu kolay? Ne kadar tanıyoruz kendimizi? Gel otur bakalım karşıma ne zamandır dertleşemedik seninle gel konuşalım anlat bakalım diyor muyuz? Gizli bahçemizi kazmaya, otlarını ayıklamaya, gerçeklerle yüzleşmeye hazır mıyız? 


          Bırak artık başkasını düşünmeyi. Bugün kendini düşünmeye başla. Al kazma küreği eline havalandır şöyle bir içindeki balta girmemiş toprakları. Hem neyle karşılacağını bilmiyorsun kazı sonunda karşına elmas da çıkabilir kömür de. Neden deneyip görmüyorsun. At üstündeki kaygıları bugünlük sadece kendin olmaya ne dersin? 

12 Temmuz 2017 Çarşamba

Biraz Kişisel Meseleler

           Eskiden hayatla ilgili ne kadar keskin çizgilerim vardı. İdeallerim, hayallerim bir yanda diğer yanda aslalarım, amalarım, yıllar içinde oluşan keşkelerim, nefret ettiklerim, sevmediklerim, kırmızı çizgilerim. Hayat bana asla dememeyi öğretti önce herkese öğrettiği gibi. Asla yapmam dediğim bir işte on yılımı harcadım. Şimdi olduğum yerden baktığımda şaşırıyorum toyluğuma herşeyden ne kadar çabuk nefret edebiliyormuşum, ne kadar çabuk öfkeleniyormuşum, kırmızı çizgilerim ne kadar keskinmiş. Gençlik işte. Hayat geçiyor bir şekilde geriye tortusu kalıyor. Elinde kalanlarla yetinmek zorunda kalıyorsun. Şimdi anlıyorum ki öfkelenmek, herşeyden nefret etmek çok kolaymış, etrafına görünmez zırhlar örmek. Zor olan sevmekmiş herşeyden herkesten önce kendini sevebilmek. Yüreğin yangın yeriyken sakin kalabilmekmiş zor olan. Bunları başarabildim mi? Çaba gösteriyorum sadece. Bebek adımlarıyla hergün ufak bir adım atıyorum sakinliğe doğru.


          Bu aralar sürekli yazıyorum. Bazılarını burda yayınlıyorum bazıları ise defterimde yazılı kalıyor. Elimde kalemim sürekli kendimi deşiyorum, eski yaralarımı kanatıyorum bir cerrah gibi. Eskiden de bunu çok yapardım ama sonuçta kendime o kadar çok kızardım o kadar da pişmanlık duyardım ki yaptıklarımdan ve daha çok yapmadıklarımdan en sonunda kendimi kendimden nefret eder halde bulurdum. Şimdi ise kendimi anlamaya çalışıyorum ben neden böyleyim, 35 yaşına geldiğim halde iç huzurumu neden buladım, otomatik pilottaki hareketlerimi kontrol edebilir miyim? Hergün başka bir yönümü keşfediyorum saklı kalan anılarımdan.


           Bir çocuk neyi görürse onu öğrenir. Sizin söylediklerinizi değil hareketlerinizi taklit eder. Ben genelde hep susturuldum hep suçlandım ve hala kendimi şuçlu hissetmem bundan. Annemin bana sürekli söylediği şeyler sen zaten mutlu olamazsın mutlu olmayı bilmiyorsun ki, sen başarılı olmayı istemedin ki o yüzden çalışmadın gibi gibi gibi. Zaman geçtikçe annemin sözleri benim sözlerim haline geldi onun sesi benim sesim oldu ve tüm beynimi kapladı tıpkı örümcek ağı gibi. Artık bu durum benim için dayanılmaz bir hal aldığında beni sürekli öfkeli bir beden, sağlık sorunları, bitmek bilmeyen mutsuzluk kaplamıştı. Hala sorumluluğu üstüme almakta zorlanıyordum ve suçu başka yerde arıyordum. Oysa ki bu duruma gelmemdeki en büyük neden benim. Kendimin sabotajçısı, eleştirmeni benim. 


           Çocuğum olmasaydı belki hala o mutsuzluk içinde debelenip durmaya devam edecektim. Ama her annenin isteği çocuğunu mutlu etmektir. Annemle aramızda görünmez duvarlar varken onu sevmeyi hala başaramamışken nasıl kendi çocuğumla bağ kurmayı, onu sevmeyi, onun her an yanında olmayı başaracakken, kendi yaralarımı saramamışken onunkilere nasıl merhem olacaktım. Anne olmak bir bakıma kendi çocukluğuna geri dönmek, kendi travmalarınla yüzleşmek demek. Evet büyüdükçe çok zorlanıyorum. Kalıpları yıkmakta, ona her daim şefkat göstermekte, sabır ve tahammülde. Ama uğraşıyorum her gün hareketlerimin farkına varmaya çalışıyorum, bilnçaltım beni esir alıp otomatik pilota bağlamadan mantıklı tepkiler vermeye çalışıyorum. Başarılı olup olmayacağımı zaman gösterecek.