11 Ocak 2013 Cuma

GİTMEK


                                               GİTMEK



“Hayat çok tuhaf” diye düşündü, oturduğu rezidansın yirminci katından aşağıya bakarken Ebru.  “Dışarıda bir sürü insan, bir sürü hayat yaşanıyor. Bazı hayatlar birbirleriyle her gün kesişirken bazıları teğet geçiyor. Birbirlerinin farkına bile varmadan geçip gidiyorlar. Bazı insanlar hayatlarımızda derin izler bırakırken bazı insanların bıraktığı izler hatırlanmıyor bile. Kumsalda yürürken bıraktıkları ayak izi gibi, bir dalga geliyor hayatımızdaki izlerini silip geçiyor. Sanki hiç kimse geçmemiş, hiç iz bırakmamış gibi.  Sanki hiç var olmamış gibi.  Ayrılıp çekip giden insanın en çabuk hangi özelliği silinir acaba? Görüntüsü mü, sesi mi, kokusu mu yoksa dokunuşu mu? En çabuk hangisi gider? Derin, can acıtan bir ayrılıktan yeni çıkmış Ebru’ nun, kafasını bu aralar en çok meşgul eden soru buydu.  İlk önce hangisini unutacaktı. İlk aklına gelen koku olmuştu. Onun zihninden önce koku gidiyordu. Daha sonra ses.  Bir zamanlar içini titreten sesi duysa bile yabancı bir ses gibi geliyordu ona. En son da görüntü gidiyordu. Önce yavaş yavaş  bulanıklaşıyordu zihninde, daha sonra da tamamen kayboluyordu.

Bu durumu en çok tahta kurusu tarafından kemirilen tahtalara benzetiyordu. Tahtakurusu tahtayı içten içe kemiriyordu. Dışarıdan baktığında çok sağlam görünen tahta birden çöküyordu.  Hiçbir belirti, iz olmadan, birdenbire olmuş gibi ama aslında sorun daha derinlerdedir. Sorunu fark edene kadar çoğu zaman iş işten geçmiş olur.  İçi çürümüş, koflaşmış, hiçbir işe yaramayan bir tahta kalır geriye. İnsan da böyledir. En ufak bir kuruntu, şüphe, keşkeler insanı kemirir durur içten içe. Yeter ki insanın içine şüphe düşmeye görsün. Önceleri kulak asmaz insan, duymazdan gelir. Tüm çevresi yanlış yapıyorsun dese bile o inatla ısrar eder, “Hayır! Yanlış değil doğru” diye isyan eder. İçinde derinlerde bir yerler de aslında yanlış yaptığını söylemekte, ama inadına duymazdan gelmektesindir. Susturursun sesleri, daha doğrusu duymazlıktan gelerek susturduğunu zannedersin. Sen duymasan da o sesler susmaz. İçten içe konuşmaya devam ederler. “Yanlış yapıyorsun”, “Geri dön”, “Canın acıyacak” vs.  Sonunda konuşa konuşa içine bir kurt düşürmeyi başarırlar. Ondan sonrası çorap söküğü gibi gelir. Sürekli şüphe duymaya başlarsın, “Acaba gerçekten yanlış mı yapıyorum? “ “Nerede yanlış yaptım?”, “Neden hep böyle oluyor?” Buna benzer bir sürü soru içini kemirmeye başlamışsa sonun başlangıcına gelmişsin demektir.

Derin bir “Of” çekti, kendine kahve hazırladı. Kahvenin yanında sigarasını yaktı, derin bir nefes çekti. Son zamanlarda kahve ve sigara en yakın arkadaşları olmuştu. Ne işe gidiyor, ne doğru dürüst yemek yiyebiliyor ne de uyuyabiliyordu. Tek yaptığı kahve ve sigarayla camdan aşağı bakmaktı. Sürekli düşünüyordu; içine düştüğü durumu, kendini bunca zaman hırpalaması, aptal yerine koyması, olanlar hiç aklından çıkmıyordu.

Her şey o kadar kısa sürede olup bitmişti ki anlayamamıştı, her şeyin bu kadar değişmesine şaşırmıştı. Demek ki; insanı en derinden sarsan olaylar bile aslında kısacık anlardan oluşuyordu. Kısacık bir an, normal zamanlarda fark edilemeyecek kısa bir anda her şey paramparça olabiliyordu.  “Bu kadar kolaymış demek ki.” Her şeyi geride bırakıp gidebilmek bu kadar kolay.  Oysa o uzun süredir gitmeyi planlıyordu. Kafasında bir sürü kaçış planı yapmıştı. Hiçbirini uygulayamamıştı. Onu en çok şaşırtan da buydu zaten, uzun süredir gitmek isteyip gidememesi, ama karşısındakinin bunu kolaylıkla halledebilmesi. Aslında çok hafiflemesi, rahatlaması gerekiyordu. Uzun süredir gitmek isteyip gidemeyen oydu. Sorun çözülmüştü. Buna rağmen içi rahat değildi. Bir şeyler yanlıştı sanki, eksik kalan parçalar vardı. Tamamlanmayan işlerden oldum olası nefret ederdi. Ona göre her şey söylenmeli, tüm kartlar açık oynanmalı, geriye söylenmedik tek bir söz bile kalmamalıydı. Ancak o zaman bu defteri kapatıp yoluna devam edebilirdi. Şimdi söylenmedik sözler onu tıkıyor, yoluna devam etmesine engel oluyordu. Bu sayfa kapanamamıştı.

“Giden gittiğiyle kalır, her zaman olan kalana olur” diye düşündü son sigarasını yakarken. Artık fazla düşünmenin anlamı yoktu. Önünde gidilecek uzun bir yol vardı. Ayağa kalkıp yola devam etmesi gerekiyordu, başka çaresi yoktu. Gideni döndürmek, zamanı geri almak mümkün olmuyordu. “Benden bir parçayı da yanında götürmüş müdür acaba?” diye söyleniyordu aydınlanan gökyüzüne bakarken.  

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder