25 Nisan 2013 Perşembe

Bin Dokuz Yüz Seksen Dört

              Şimdi gözlerini kapatın ve düşünün evinizde her zamanki en sevdiğiniz koltuğunuzda eşinizle birlikte oturuyorsunuz, çocuklarınız odalarında yaramazlıkla meşgul. Dışarıdan bakılınca her şey normal, rutininde seyrediyor. Ama hayatınıza birazdan yakından bakılınca bir tuhaflık olduğu hemen fark ediliyor. Attığınız her adım sistem tarafından her an takip ediliyor. Televizyonlar artık işlevini arttırmış. Sizi her an televizyon ekranından izleyebiliyorlar. Yemek yerken, otururken, duş alırken hatta uyurken bile izlenmekte siniz. Kimseye güveniniz yok. Sistem dışına çıkanlar anında tespit ediliyor. Eşiniz bile artık eski tanıdığınız sevdiğiniz eşiniz değil, çocuklarınız bile size düşman gözleri her an sizin üzerinde. 

          Tüm sanatsal faaliyetler durmuş. Artık ne müzik dinleyebiliyorsunuz, ne kitap okuyabiliyorsunuz, ne de sinemaya, tiyatroya gidebiliyorsunuz. Sistem tarafından yasaklanmış faaliyetler bunlar. Müzik sadece eski anılarınıza kalmış, onlar bile sürekli değiştirilmekte. Geçmiş her gün yeniden değişmekte. Bir gün yanlış bildiğiniz diğer gün kalktığınızda doğru olabiliyor ya da tam tersi bugün doğru bildiğiniz meğer hiçbir zaman doğru olmamış hep yanlışmış. İçinizde bir yerlerde bunların hep böyle olmadığını söylemekte, sizin gibi düşünen insanları aramaktasınız ama sanki herkes derin bir uykuda ve sizi ne duyabiliyorlar ne de görebiliyorlar. 

           Bu satırları okurken bile ruhunuz daraldı değil mi? Her şeyin sistem tarafından denetlendiği, herkesin birbirine benzetilmeye çalışıldığı bir dünyayı anlatıyor George Orwell Bin Dokuz Yüz Seksen Dört adlı romanı. George Orwell bu kitabında bambaşka bir dünya yaratmış. Sistemin insanlara ayak uydurduğu değil, insanların sistem tarafından denetlendiği bir dünya. Kitabın kapağını aralayın ve bu bambaşka dünyaya adımınızı atın. Eminim pişman olmayacaksınız. 

21 Nisan 2013 Pazar

Sonsuz Güzellik

   
                     Hepimiz modern çağın Dorian Gray' leriyiz. Oscar Wilde' in ünlü romanı Dorian Gray'in Portresini bilirsiniz.  Dorian Gary son derece yakışıklı ve genç bir delikanlıdır. Gittiği her yerde herkes bu genç delikanlının hayranı olmaktadır. Delikanlının hayranlarından bir ressam bir gün Dorian'ın resmini yapar. Resimden çok etkilenen Dorian resmin her zaman böyle genç ve güzel kalacağına kendisinin ise günden güne yaşlanıp çirkinleşeceğine inanamamaktadır. ağzından şu sözler dökülür "Keşke benim yerime bu tablo yaşlansa çirkinleşse ben hep böyle genç ve güzel kalsam." Dorian ruhunu şeytana satmıştır artık dileği gerçek olur, sonsuz gençlik ve güzellikle lanetlenmiştir artık. etrafındaki herkes yaşlanırken ona hiçbirşey olmaz ne yaşlanır ne de o herkesi  kendine hayran bırakan güzelliğine birşey olur. Peki bütün bunlar olurken Dorian mutlu mudur, benden yaşlanmazken ruh ne durumdadır. Asıl sorulması gereken soru bu. Bunun cevabı da kitapta gizli.

                      Biz de şu an da sonsuz gençlik ve güzellik için ruhumuzu şeytana satmaya hazır durumda bekliyoruz. Modern çağın insanları olarak sonsuz güzellikle lanetlendik. Artık nasıl hissettiğimizin bir önemi yok önemli olan nasıl göründüğümüz. Hepimiz günde kaç defa aynaya bakmıyor muyuz. Günde kaç saatimizi aynada yeni kırışıklarımızın olup olmadığına bakarak yeni kırışıklık varsa büyük bir paniğe kapılıp hemen onu gidermek için çareler aramıyor muyuz? Ya da azıcık kilo aldığımızda soluğu spor salonunda almıyor muyuz? Bunu hepimiz yapıyoruz. Hepimiz sonsuz gençlik ve güzellik peşindeyiz. Ruhumuz çürümeye devam ederken bedenimiz hep genç kalsın neye yarar ki?