7 Kasım 2014 Cuma

Ağaçtaki / Janne Teller

Kızmaya değer şeyler olacaksa, sevinmeye değer şeyler de olacaktır. Sevinmeye değer şeyler olacaksa, demek ki o şeylerin de bir anlamı olacaktır. Ama öyle şeyler yok bu dünyada! Sesini bir ton daha yükseltip, "Birkaç yıl sonra hepiniz ölecek, unutulacak ve hiçbir şey olacaksınız; onun için, kendinizi buna bir an önce alıştırmaya bakın!" dedi. İşte o an Pierre Anthon'u o erik ağacından bir an önce indirmemiz gerektiğini anladık.


          
          Hiçlik duygusu girdap gibidir önce ufak kuşkularla insanın kanına girerek büyümeye devam eder. En sonunda da büyük bir girdap oluşturarak bizi yutar. Hepimiz zaman zaman bu girdaba yakalanırız kimimiz çabuçak kurtulur bu duygudan kimimiz de romandaki Pierre Anthon gibi. Bu girdaptan kurtulamaz. Pierre bir gün herşeyin boş ve anlamsız olduğunu düşünerek okulu bırakır ve evinin önündeki erik ağacına tırmanarak yoldan geçen arkadaşlarına herşeyin anlamsız olduğunu ve bir hiç olduklarını haykırır. Pierre'in gidişi ve her günkü sözler arkadaşlarını çok sarsar. Artık bir şekilde Pierre'i o ağaçtan indirmek gerekmektedir ama nasıl. Düşünürler taşınırlar sonunda akılllarına parlak bir fikir gelir. Bir anlam yığını oluşturarak Pierre'e gösterecekler ve anlamın var olduğunu ispat etmiş olacaklardır. Başlarda çok masumane başlayan düşünce istekler ilerledikçe çığrından çıkmaya başlar. Başta anlam için konulan maddeler çok sıradanken ayakkabı, bisiklet, bayrak gibi ilerledikçe köpek başı, tabut gibi akıl dışı istekler olur. Tıpkı büyükler gibi çocuklarında birbirlerine karşı çok acımasız  olabileciğini de gözler önüne seriyor bu kitap. Zaten gerçekte de öyle değil mi? Birçoğumuz okul sıralarında bir şekilde kilomuz, boyumuz, dış görünüşümüz, maddi durumumuz veya herhangi başka bir sebepten dolayı arkadaşlarımız tarafından alay edilip dışlanmışızdır. Önemli olan anlam arayışı sırasında ne kadar ileri gidebildikleri, kendilerini makul görme çabaları ve en sonunda elde ettikleri sonuca gerçekten değip değmediği.

          Kitapta ilerleyen sayfalar boyunca kafanız sürekli karışıyor. Bir hiçlik duygusuyla boğuşan Pierre Anthon'a hak veriyorsunuz, bir anlamı ispat etmeye çalışan diğer çocuklara.  Kim istemez ki herşeyi boşvermek ve tüm gününü bir erik ağacı üzerinde gecirip gökyüzü izlemeyi, gelene geçene o kadar abartma hiçbir şeyin anlamı yok, dünyadaki en önemli insan sen değilsin demeyi. Sanırım birçoğumuz ister. Hele de hergün karşılaştığımız kendini çok önemli diğerlerini çok önemsiz hisseden insanların yüzüne sen bir hiçsin diye haykırmayı. O yüzden kitabın birçok yerinde Pierre Anthon'u kıskandığımı itiraf etmeliyim. Ama bu demek değil ki diğer çocukların çabasına hayran kalmadım. Gerçektende bazı zamanlar hayatın anlamsız olduğunu düşünsem de hayatı yaşanır kılan ve değerli şeyler de var. Bu kimi zaman çok güzel bir kitap, film, müzik, kimi zaman çocuğumuzun gülüşü, eşimizin sevgisi, kimi zamansa fırından yeni çıkmış kurabiye kokusu, mis gibi bahar havası ve daha birçokşey olabilir. Bu kitabı bitirdikten sonra kitap ve hiçlik üzerine düşünürken kendi anlam listemi yaptım. Benim için nelerin anlamlı olduğunu görebilmek için. O listenin varlığı bile benim için yeteri kadar anlamlı ve uğruna çaba gösterilecek bişeylerin var olduğunun göstergesi. Bu kitabı okuyun ve gerçekten birşeylerin anlamı var mı yok mu üzerinde düşünün. Belki siz de hiçlik girdabına yakalandınız ve kendi anlam listeniz bu girdaptan çıkmanıza yardımcı olur.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder