ÇÖP
Çöp dolu beynim tıpkı annemin evi gibi. Hiçbir eşyasını atamaz o kullanılsın veya kullanılmasın hepsini saklar mutlaka zamanı gelir bir gün der ben kızınca. Kızıyorum bu duruma evine gidiyorum dolaplar dolusu eşya, ne yapacaksın bu kadar eşyayı at rahatla diyorum ama kızım bunlar lazım olur bir gün, elaleme mi gidip isteyeyim lazım olunca, ellalalem ne der sonra. Elalem elalem elalem bıktım artık bu laftan. Hiç farkettiniz mi birden fazla tekrarlayınca kelime anlamını yitirip saçmalalaşıyor. Deneyin bak çok komik. Komik olan diğer bir konu da annemin bu saklama tutkusu, ev yoğurt kabı dolu. Bense hemen atarım onları hiç saklamam. Onları saklamakla mı uğraşacağım. Ben unutamam o yüzden beynim çöp gibi. Unutmak aslında rahatlatıcıdır, unutursun biter gider artık o olayın, anının senin için bir anlamı kalmaz. Ama hatırlamak azap doludur, her seferinde aynı olayı tekrardan yaşarsın, o duygular seni esir eder ilk günkü gibi. Arkadaşlarım bana fil hafızalı der bu özelliğim yüzünden. Mesela ilkokulda öğretmeninin giydiği takım elbiseyi, içine giydiği gömleği, kravatı hala hatırlıyorum ne lazımsa bana bu bilgi. Belli aralıklarla giydiği takım elbiseyi değiştirirdi, yeni takım elbisesini giydiği ilk gün çok garip gelirdi bana sanki alıştığım, sevdiğim öğretmenin gitmiş yerine yeni bir öğretmen gelmiş gibi olurdu. Ama bir süre sonra alışırdım hem insan nelere alışmıyor ki.
Kadın son cümlesini yazdıktan sonra bir süre durdu, gözlerini kapattı düşüncelere daldı. Aklına ilkokulda annesinin diktiği kırmızı kloş etek geldi. Ne kadar severdi o eteği, özellikle de o etekle kendi etrafında dönmeyi, eteğin uçları o döndünce dalgalanır tıpkı bir semazen gibi hareket ederdi. Şimdi bu anı hatırlayınca gülümsedi. Ah çocukluk, ne masumduk o zamanlar diye hüzünlendi. “Merve hanım bir dakika gelebilir misiniz?” Daldığı düşüncelerden bir anda sıyrılarak masasından kalktı. Eteği biraz sıkıyordu belini tam kapatamamıştı sabah giyinirken, öğlen yemeğinden sonra iyice şişen karnıyla patlayacak gibi duruyordu. Çağıran altında yeni işe başlayan Gizem’di. Bu kızı kendi gençliğine çok benzetiyordu. Aynı hırs, aynı çalışma azmi onda da mevcuttu. Ama kız aynı zamanda kendisinin olmadığı kadar uyanıktı. Nesil farkı diye düşünüyordu bu durum için. Yeni nesil farklı, onları bizim eski usul, alışılmış yöntemlerle çalıştıramayız, yeni yöntemler geliştirmemiz lazım demişti geçen ay yapılan son yönetim toplantısında. Toplantı için gittikleri ultra lüks otelin havuzunda güneşlenirken insan kaynakları direktörüyle bu konu üzerine düşünmüşlerdi. Adam bu yıl içinde emekli olmayı planlıyordu ve yerine geçmesi muhtemel adaylardan biri de Merve’ydi. Ben bu neslin sabah dokuz akşam beş işlerinde uzun süreli çalışmak istediklerini düşünmüyorum. Daha farklılar bizden, biz ev alalım, birikim yapalım, geleceğimizi kurtaralım derdindeyken onlar yeni yerler görelim, heyecan yaşayalım, keşfedelim, deneyim kazanalım derdindeler. O yüzden sürekli iş değiştiriyorlar oysa biz öyle değildik biz de çalıştığın kuruma bağlılık ön plandaydı, bir şirkette işe başladın mı ordan emekli olacağın gözüyle bakardın. Şimdikiler ise emekliliği düşünmüyorlar gibi. Onlardan verim alabilmek için yeni taktikler geliştirmemiz gerektiğini düşünüyorum demişti. Adam ise değişikliğe sıcak bakmıyordu. Alışacaklar, burası kurumsal bir yapı, belirli kuralları var, onlar farklı bir nesil diye yıllardır uygulanıp verimliliği kanıtlanmış kuralları yıkamam efendim, bir zahmet onlar uyum sağlasın o kurallara, beğenmeyen gider bu kadar basit. Etrafta bu kadar işsiz varken kimsenin kaprisini çekemem kusura bakmasınlar, işlerine geliyorsa diyerek Merve’nin fikrine karşı çıkmıştı. Merve adamı içten içe eski kafalı bulsa da nasıl olsa gidecek diye üstelemedi. Onun koltuğuna oturmaya en yakın aday olarak bu aşamada sivrilik yapmanın alemi yoktu.
Gizem’in yanına gittiğinde ona hazırlaması için vermiş olduğu raporu bitirdiğini gördü. “Haydi laptopunu al da masama gel detaylara birlikte bakalım.” Diyerek masasına yöneldi. Gizem de elinde laptop onu takip etti. İkisi tüm dikkatlerini önlerindeki açık excel dosyasına vererek çalışmaya başladılar. Gelecek ay yapılacak verimlilik toplantısı için hazırlık yapıyorlardı. Kriz başlar başlamaz toplu işçi çıkaran ilk şirketlerden biri olmuşlardı ve bu durum insanların tepkisini çekmişti. Şimdi az eleman ile verimliklerini arttırdıklarına üst yönetime ispat etmeleri gerekiyordu. Merve her zaman rakamlar yalan söylemez derdi. Bir çok bölümde gereksiz yere işe alınmış ve ne işe yaradığı belirsiz bir sürü eleman vardı, aslında biz sadece onları çıkardık, göreceksiniz fazlalıklardan kurtulunca verimimiz de arttı böylece. Önemli olan çok işçi çalıştırmak değil varolandam tam kapasite yararlanıyor olmak, gerçek verimlilik budur. Sunum için hazırlanan metinde bunlar yazıyordu. İkili çalışırken telefon çaldı. Merve kısa bir süre sonra konuştuktan sonra mailine gelen videoyu tıkladı sinirle.
“Evet sayın seyirciler şu an yanımda geçen hafta x şirketinde çalışırken kalp krizi geçirerek hayatını kaybeden M.K.’nın acılı babası var. Konuyla ilgili ne söylemek istersiniz?”
“Biliyorsunuz bu firmada kriz sonrası toplu işçi çıkarımı oldu. Keşke kızımı da çıkarsalardı en azından hayatta olurdu. Eleman azaltılınca verimlilik adı altında kalanların üstüne daha çok iş yükü bindirmeye başladılar. Yaklaşık on iki saate varan çalışma süreleri oluyordu. Söyleyin bana kim bu kadar çalışmaya ve sürekli artan stres yüküne dayanabilir. Kurumsal şirketler günümüzün modern kölelik yuvalarıdır. Bugün ben kızımı kaybettim ama başka anne babaların canı yanmasın diye sonuna kadar hakkımı aramaya devam edeceğim.”
Videonun devamında şirketin genel müdürlük binasının önünde protesto için bekleyen kalabalığın görüntüsü vardı. Ellerinde pankartlar sessizce bekliyorlardı. Merve daha fazla izlemeye dayanamadı ve videoyu kapattı. Gelen maili tekrar okudu. Buna açıklayacak cevabın yoksa burda yerin yok yazıyordu büyük harflerle. Ekrandan gözlerini alamadan donup kaldı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder