26 Mart 2019 Salı

Kaçış

İlk taşı kim attı, kim kurdu ilk kırıcı cümleyi, kim hesap vermeden çaldı bahçedeki tüm erikleri, kim vazgeçti ilk kurduğu çocukluk hayallerinden, kim ilk telefonu eline aldı da aramaktan vazgeçti, bu uzun mesafeleri kim koydu aramıza bilmiyorum. Bu soruların cevaplarının hiçbirini bilmiyorum. Sorular, sorular, bitip tükenmeyen, arsız sorular. Anlaşılan kaf dağına kaçsam da bu sorulardan kaçış yok. Aramızda olanlar artık bir oyuna dönüşmüştü. Aldım verdim ben seni yendim oyunu. Çocukken oynadığımız oyunlar kadar masum olmayan, sonunda illa ki birimizin canının yandığı oyunlar.çocukken böyle oyunlar oynardık yaz boyu, birbirimizi iterdik her oyunun sonunda. Kovalamacalar kavgayla biterdi. Babam da bıkmıştı bu kavgalardan artık en sonunda sizi ayıracam artık, biriniz dedenizin yanına gidecek bir ay biriniz burda kalacak, sonra değiştireceksiniz yerlerinizi diye tehditler savuruyordu. Biz de çaresiz ilk başta bu uyarılara kulak asarak sessizliğimizi koruduk sonra ise en ufak bir olayadan tartışma çıkarmaya devam ederdik. Benim kazağımı niye giydin, benim elbisem nerede, ayakkabılarım çamur içinde, o küpeleri sevgilim almıştı takamazsın falan filan. Babam o yazdan sonra bizi tehdit emedi bir daha, çünkü evden gitmişti. Bir sabah aniden kalktı ve eşyalarını toplayarak kayıplara karıştı. Annem bunun geçici olduğunu, genelde orta yaş üstü erkeklerde görülen bir sendrom olduğunu ve eninde sonunda geri geleceğini düşünüyordu ama annemin dediği gibi olmadı. Babam yerine boşanma kağıtları geldi eve. Ayrıca oturduğumuz evden çıkmamız gerektiği, artık bize para vermek istemediği yazıyordu kağıtlarda. Belki yazmıyordu ben uydurdum onları, babam hiç söylemedi bunları avukatlar aracılığıyla duyduk olanları.

Evi terk ettik, anılarımızı, çocukluğumuzu o evde bırakarak şehrin ücra bir semtinde iki odalı bir ev tuttuk. Selin’le anneme destek olmaya çalışıyorduk elimizden geldiğince. Annem tekrar çalışmaya başladı ama memnun değildi halinde. Anlıyorduk, gece on ikiden sonra tekrar külkedisine dönen sindirella gibiydi. Derken hayatımıza o girdi. Annemin olanca zayıflığını sırtalayacak, onu ayağa kaldıracak bir kahraman. Ya da biz öyle görüyorduk. Kahraman kısa sürede evimize yerleşti ve şehre gelen her yabancının yaptığı gibi olayları başlattı. Selin duramadı evde. Her zamanki gibi dikbaşlı, bildiğini okuyan Selin aldı başını gitti bir gün. Ben kaldım, terk edemedim annemi, yapamadım, içim el vermedi onu bu izbe yerde bir başına bırakmaya. Kaldım da ne oldu sadece izledim, annem yavaş yavaş bildiğim, tanıdığım kadın olmaktan çıkarken ben sadece oturdum çaresiz gözlerle onu izledim. Annem adı altında tüm kanı emilmiş sadece posası kalmış bu kadın bir gün kalan son damla gücüyle beni evden kovmasaydı eğer hala o evde yaşamaya devam ediyordum muhtemelen. Ama artık yuvadan atılan her yavru kuş gibi benim de kendi kanatlarımla uçma vaktim gelmişti. Gelmişti gelmesine de bu nasıl olacaktı. Bunca yıl, bunca yıl dediğim tam tamına otuz yıl boyunca bir şekilde annesine annelik yapmak zorunda kalmış, evden dışarı adımını atmamış bu insan bozuntusu nasıl olacaktı da kendi ayakları üzerinde durmayı başaracaktı. Selin’i aradım bir süreliğine kendi hayatımı kurana kadar beni misafir edip edemeyeceğini sordum. Sadece kısa bir süre dedi. Kısa bir süre insan hayatında toplam kaç yıla tekabül eder bileniniz var mı? Ben bilmiyorum ama Selin biliyordu. Sadece bir ay sonra beni kapı dışarı etti. Artık iş bulmuştum, kiramı ödeyebilirdim, ona yük oluyormuşum.

Hayat planlar kurarken başımıza gelenlerse eğer benim en başında çocukken planlarım neydi acaba. Düşünüyorum, düşünüyorum ama bulamıyorum bir türlü. Selin’in vardı hep planları ve gördüğüm kadarıyla hepsini başarmış. Bense sadece durmuşum, takvim yaprakları bir bir eksilirken benim kaderim hep aynı kalmış. Oysa demirbaş zannederdim kendimi bir zamanlar, annemin vazgeçemediği demirbaşı, biricik kızı. Ama vazgeçti, hem de o kadar kolay olduki bu vazgeçiş, canımı acımasına bile fırsatım olmadı.

Şimdi üzerinden onca zaman geçtikten sonra Selin’le aramızda çok kötü olaylar yaşandı, kötü sözler, hakaretler, kırılmalar, suçlamalar, küsmeler. Ben onu kaçmakla suçladım en çok o da beni salak olmakla. Ben de kaçsaymışım, o tımarhanede aklı olan bir saniye bile kalmazmış, ben nasıl dayanmışım bunca sene. Haklıydı belki, gidememin, kalmanın acısını ondan çıkardım yıllar sonra, akrebin en sonunda zehrini kendine akıtması gibi ben de onca yıl içimde birikmiş zehri en yakınım olan kardeşime akıttım. Belki ölmedi ama ağır yaralandı. Tekrar iyi olur muyuz bilmem. Hem zaten iyi olmak nedir ki bilmiyorum. Ben hiç iyi olmadım ki.





12 Mart 2019 Salı

Gerçek Nedir?


Hakikat neydi, nerde gerçek bitiyordu nerde yalan başlıyordu Aslı artık bilmiyordu. Unutmuştu yalansız geçen günlerini. Yalan söylemek daha doğrusu kendi deyimiyle gerçeği saklamak onun vücudunun herhangi bir uzvu gibi olmuştu. Nasıl midemiz biz onun farkında olmasak da her yediğimizi kötü de olsa iyi de olsa ayırt etmeden öğütüyorsa onun beyni de kolaylıkla yeni bir yalan üretiveriyordu. Düşünmeden, aniden oluyordu, karşıdaki kişi o kadar inanıyordu ki Aslı’nın doğruyu söylediğine, şüphelenmek akıllarına bile gelmiyordu. İç sıkıntısından kurtulmak ister gibi derin bir nefes aldı. O kadar derin nefes almıştı ki ciğerlerinin temiz havadan patlayacağını düşündü. Öğlen yemeği için ofisin hemen yakınındaki parka gelmişti. Bugün hiç iştahı yoktu. Yemek yerine sadece kahve almıştı yakınlardan. Kahveden bir yudum aldı, burnuna kahve kokusu yerine karton kutunun kokusu geldi. Efe’ye ne zaman bu kokuyu söylese, saçmalıyorsun nasıl burun varsa sende artık, tazı gibisin mübarek koku falan yok, sen uyduruyorsun derdi. Aklına Efe’yle yaptıkları son kavga geldi. Tadı kaçtı, kaç gün oldu hala aramamıştı. Kahveyi içmekten vazgeçti önce ama üşümüştü, kokuya aldırmadan bir daha denedi. Sıcacık kahve boğazından midesine doğru akarken bari tadı güzel olsaydı diye düşündü. Karton kutuyu iki eliyle birlikte sararak üşüyen ellerini ısıtmaya çalıştı. Parkta etrafına bakındı, köpek gezdiren pembe montlu kadın haricinde hiç kimse yoktu. Kim çıksın bu soğukta, aklı olan evde kalır diye söylendi.
“Gerçek nedir sence?” Aslı bir anda duyduğu soru karşısında irkildi. Kimin konuştuğunu anlamak için etrafına bakındı ama kimseyi göremedi.
“Boşuna bakma etrafına göremezsin, sadece düşün şimdilik ben anlarım, ağzını kıpırdatma. Ancak zamanı gelince beni görebilirsin.” Diye devam etti. Aslı hem şaşırmış hem de korkmuştu. Kalkıp gitmeyi düşündü, tekrar etrafına bakındı yardım isteyebileceği kimse var mıdır diye ama sadece biraz önce gördüğü pembe montlu kadın vardı, o da köpeğin peşinden baya uzaklaşmıştı. İçinden bir ses oturması gerektiğini söylüyordu, kıpırdamadan oturmaya devam etti.
“Gerçek nedir Aslı?”diye sordu tekrar. “Benim kim olduğum önemli değil” Aslı sesin ne düşündüğünü okumasına şaşırmıştı. Düşüncelerini kontrol etmeliydi.
“Senin gerçeğin ne, sen kimsin?”
“Bana sıfatlarını sayma, gerçek özün ne, seni sen yapan en önemli etken, onu söyle bana”
“Ben iş bağlarım, her işi çözerim” diye düşündü Aslı.
“Nasıl?”
“Herkesin bir fiyatı vardır?”
“Senin fiyatın ne?”
“Benim fiyatım yok” kızmıştı Aslı.
“Tamam kızma, verdiğin cevaplar yanlış. Biraz düşün bakalım, tekrar görüşeceğiz nasılsa” bunları dedikten sonra ses gözden kayboldu. Aslı’nın canı sıkılmıştı, kimdi bu ses daha önce hiç sormadığı soruları sormuş, kafasını karıştırmıştı. İyice üşüdüğünü fark etti ve hızlı hızlı yürüyerek ofise gitti.
Masasına geçti, bilgisayarını açtı, ofis sıcacıktı ama hala içi üşüyordu. Yarın vereceği teklifin dosyasını açtı ve dünkü toplantıda karar vermedikleri birkaç detay üzerinde çalışmaya başladı. Ekranda sayılar gidip gelirken her zamanki gibi şirket çıkarları doğrultusunda sayılarla fark edilmeyecek şekilde oynama yaptı. Aslında değişiklik ilk bakışta anlaşılmasa da uzun vadede yaptığı bu değişiklik sayesinde şirkete oldukça para kazandırıyordu. Bu sayede zaten kariyer basamaklarını ikişer üçer tırmanmıştı kısa sürede.
“Aslıcım hazırladın mı teklifi?”
“Erman Bey bitirmek üzereyim. Her şey planlandığı gibi mi?”
“Daha iyi hatta.”
“Güzel, ne zaman biter. Adamlarla toplantıya girmeden son kez göz atmak istiyorum. Bu arada seninle konuşmak istediğim bir konu var. Biliyorsun Adnan Bey bu ay sonunda ayrılıyor, onun yerine müdürlük görevi için senin adını önermeyi düşünüyorum ne dersin, yapabilir misin sence?”
“Tabii ki Erman Bey, her göreve hazırım.”
“Aferin kızım. Hadi sen işine dön. Yine konuşuruz.” Aslı heyecanlanmıştı. İçindeki neşeyi saklamadan işinin başına döndü.
“O kadar heyecanlanma bence.” Duyduğu ses karşısında Aslı’nın gülümsemesi yüzünde dondu. Konuşan öğlenki sesti, demek gerçekmiş diye düşünmüş.
“Beni hayal mi zannettin, en azından sayıların kadar gerçeğim.”
“Git başımdan, ne istiyorsun benden?”
“Gerçeği istiyorum” dedi ve kayboldu. Aslı ise ellerinin titremesine aldırmadan klavyenin tuşlarına daha sert basarak çalışmaya devam etti.
Bir ay boyunca Aslı bir daha o sesi hiç duymadı, duymadığı için de aynı şekilde çalışmaya devam etti. Bu arada hazırladığı teklif sayesinde şirket çok büyük bir karla girdiği ihaleyi aldı, Adnan Bey emekli oldu, onun yerine Aslı müdürlük görevine getirildi. İşler yoğun bir şekilde akarken Aslı bu işi neden yaptığını sorgulamadan aynı yoğunlukla çalışmaya devam etti. Onun müdürlüğünü kutlamak için yemek organize edildi. Yemeğin olacağı gün işten erken çıktı, artık müdür olduğuna göre kimseden izin almasında da gerek yoktu. Kuaföre gitti, saçını, makyajını yaptırdı ve giyinmek için evine gitti. Bu gece için siyah, kolsuz, göğüs dekolteli, vücuduna oturan kısa bir elbise seçmişti. Küçük siyah elbise hayat kurtarır dedi aynada kendisine bakınca. Son günlerde biraz kilo alsa da hala çok güzeldi. Kıvrımlı vücudu giydiği elbiseyle daha çok belli oluyordu. Topuz yaptırdığı saçlarıyla açılan boynuna Efe’nin doğum gününde aldığı zümrüt kolyeyi taktı. Aynada kendine son kez baktı, hazırdı.
“Aynaya bakınca kendini tanıyabiliyor musun?” Aslı duyduğu ses karşısında irkildi. Bu gecemi mahvetmene izin vermeyeceğim, defol git başımdan diye bağırdı.
“Konuşmana gerek yok, ben düşüncelerini okuyabiliyorum.”dedi ses sakince.
“Defol git” diye bağırdı. “Ne istiyorsun benden?”
“Sadece soruma cevap vermeni? Gerçek nedir Aslı.”
“Gerçek neye inanıyorsak odur”
“Bu dediğine inanmamı beklemiyorsun herhalde. Ben senin gerçeğini soruyorum. Gerçek Aslı kimdir.” Sesin pes etmeye niyeti yoktu.
“Gerçek gerçektir. Onun gerçek olduğunu hissedersin bir şekilde”
“Peki yalan, bugüne kadar söylediğin yalanlar.”
“Ben yalancı değilim, yalan söylemedim kimseye bugüne kadar.”
“Gerçekleri söylememek yalan değil midir?”
“Ben saklıyorum sadece ama onun görünmemesi gerçekten var olmadığını göstermez. Bilgi saklamak, yalan değildir. Yalan olmayan olayları olmuş gibi söylemektir. Ben şirket çıkarları doğrultusunda sadece bazı gerçekleri saklıyorum. Yaptığıma yalan diyemezsiniz.”
“Bakıyorum yaptığının kılıfını hazırlamışsın, bu sayede müdür oldun zaten değil mi? Gerçekleri saklayarak ama unutma hiçbir gerçek sonsuza kadar gizli kalamaz. Şimdi kazandığını düşünebilirsin ama foyan çıkacak meydana. O zaman ne yapacaksın?”
“Git başımdan. Ben yanlış yapmadım. “
“Aynaya bak, gözlerinin içine. Gerçek orda saklı işte.” Ses birdenbire kayboldu, tıpkı güneşi görünce sisin dağılması gibi.
Aslı’nın kendini toparlaması zaman aldı ama bu gece onun gecesiydi. Zaferini kutlamalıydı ne olursa olsun. Ayakkabılarını giydi ve yemeğin yapılacağı yere gitti. Gece boyu ekibiyle birlikte yemek yedi, dans etti, eğlendi, zaferini kutladı, sesi ve ona söylediklerini dikkate almadan.

Şirket Aslı’nın hazırladığı veriler doğrultusu da projeyi yürütüyordu. İşler neredeyse plana uygun, kusursuz bir şekilde ilerliyordu her zamanki gibi. Ama bir sabah Aslı uyandı ve işe gelmedi, aradılar ama bir türlü ulaşamadılar. O güne kadar bir kere bile izin almayan Aslı’nın işe gelmemesi herkesi çok şaşırtmıştı. Ertesi gün de gelmedi, bir sonraki gün de. Tam bir hafta geçti üzerinden ve Aslı tekrar işe geldiğinde farklıydı. Neredeydin diye sorduklarında sadece hastaydım diyebildi. Oysa gerçeğin peşine düşmüştü. Kendi gerçeğinin peşine.

7 Mart 2019 Perşembe

Maskeli Balo

              Aslı aldığı balo daveti için çok heyecanlıydı. Yaklaşık üç yıldır aynı şirkette çalışmasına rağmen ilk defa davet edilmişti bu baloya. Bu sabah işe gittiğinde müdür onu odasına çağırmış ve “Aslı bu yıl çok iyi çalıştın, üstün performans gösterdin, şimdi emeklerinin meyvesini yeme zamanı, bu sene sen de bizimle birlikte baloya geliyorsun. Detayları mail olarak attım. Hadi hayırlı olsun” demişti. Aslı heyecandan ne diyeceğini şaşırmış sadece ağzından teşekkür ederim çıkmıştı. Heyacanla masasına gidip ilk iş olarak maillerine bakmış ve baloya davet isimli maili açıp okumaya başlamıştı.

“Sayın Aslı Haydar,
Her sene kurumumuz tarafından düzenlenen balo etkinliğimize bu sene aramıza katılmanızdan duyduğumuz mutluluğu belirtmek isteriz. Bu seneki balomuzun teması maskeli balo. Her katılımcının kıyafetine ek olarak maskeyle gelmesi zorunludur. Akşamla ilgili detaylar aşağıda belirtilmiştir.”

Maili heyecanla bir kez daha okudu, sonra mailin altına inerek yer ve zamanı okudu.         ‘ Gelecek hafta pazartesi yapılacak, bugün Salı olduğuna göre hazırlanmam için bir haftadan az zamanım var. Of  ne giysem acaba, bu kadar kısa sürede kıyafet, ayakkabı, çanta hepsini bulmam lazım, saçı mı toplasam mı açık mı bıraksam? Bir de maske var nerden bulacam maskeyi?” Diye düşündü. O esnada yanına arkadaşı Esra gelerek düşüncelere dalmış olan Aslı’nın sırtına vurarak onu dalmış olduğu yerden geri getirdi.

“Hayırdır kızım kendinden geçmişsin, iyi misin?” Esra konuşurken gözü Aslı’nın açık olan maline kaydı. “Ooo küçük hanıma bak sen, demek baloya gideceksin. Kızım sen üç gün sonra bizi de unutursun, selam sabah vermezsin, aha bak buraya yazıyorum.”
“Aman Esra ne saçmalıyorsun allesen, balo alt tarafı, selamla ne alakası var”
“Olur mu, bugün baloyla başlar, bir bakmışsın uçmuş gitmişsin bu işler belli mi olur.”
“Sen boşver şimdi onu da kahve içelim mi?”
“Haydi gidelim, benim de sana anlatacaklarım var zaten”

İkisi yan yana yürüyerek kahve almaya doğru gittiler. Kafe oldukça kalabalıktı, sıranın en arkasına geçerek beklemeye başladılar.
“Ne kalabalık bugün” Aslı sıkıntıyla etrafına bakındı.
“Aman hep kalabalık burası, görmüyon mu insanlar burda toplantı yapıyorlar. Bir tek biz köpek gibi çalışalım yukarda. Sen eşşek olduktan sonra sırtına semer vuran çok olur. Suç bizde ama”
“Napalım Esra. Gidebiliyor muyuz, gidemiyoruz. Söylenip söylenip çalışmaya devam ediyoruz.”
“Hata biz de işte ben de onu diyorum zaten. Bıktım burdan da, sürekli şikayet etmekten de.”
“Sen bana ne anlatacaktın söyle, bırak şimdi şikayeti de anlat çabuk.”
“Ya kızım neler oldu bir bilsen”
“Ooo bütün kızlar toplanmış. Napıyorsunuz bakalım hanımlar, keyifler yerinde mi?”
Konuşan yöneticileri Selin Hanım’dı, lafı Esra’nın ağzına tıkarcasına araya girmişti. Esra lafının ağzında kalmasından şikayet edercesine homurdanarak ‘iyiyiz Selin Hanım’ diyebildi.
“Aslıcım şekerim hayırlı olsun, bu sene baloda sen de aramıza katılacakmışsın. Bu sene çok çalıştın, hakettin doğrusu. Aferin bak çalışan her zaman kazanır, ben bunu bilirim bunu söylerim. Maskeli balo olacakmış, çok heyecanlı. Yemekler de şahanedir kesin, müzikler de enfes.” Konuşması baristanın ona seslenmesiyle bölünmüştü.
“Selin Hanım her zamankinden mi olsun.”
“Evet şekerim zahmet olmazsa.”
“Buyrun kahveniz hazır”
“Teşekkür ederim canım” Selin kahvesinden bir yudum aldıktan sonra Aslı ile Esra’ya dönerek. “Kızlar ben çıkıyorum, yukarda görüşürüz, Aslıcım tekrar hayırlı olsun şekerim.” Diyerek yanlarından uzaklaştı.
“Aman ne abartıyorlar şu baloyu her sene, ne varsa sanki” Esra kendi kendine konuşsa da Aslı duymuştu ama ses çıkarmadı. İkili kahvelerini alarak buldukları ilk boş masaya oturdular.

“Ne giyeceksin” diye sordu Esra.
“Bilmem ki. Sence ne giyeyim. Cumartesi beraber alışverişe gidelim mi?”
“Olur, tamam gidelim”
“Sen ne anlatacaktın”
“Biz Hasan’la boşanmaya karar verdik”
“Ne, kızım şimdi mi söylenir bu, neden söylemedim. Canım ya ne diyeceğimi bilemiyorum.”
Esra daha fazla konuşamadan ağlamaya başladı. Aslı onun elini tutarak destek oldu arkadaşına. İkili hiç konuşmadan kahvelerini içtiler bir süre ve yine konuşmadan yukarı çıktılar. Yirmibeşinci kata çıkıyorlardı, asansörde numaralar bir bir artarken Esra konuşmaya başladı. Aslı kendisiyle mi konuştuğunu anlayamadı önce, Esra’nın gözleri o kadar boş bakıyordu ki sessizce dinledi onu.
“Biliyordum zaten başlarken bir gün biteceğini ama işte insan bazen önündeki gerçeklerleri göremiyor. Görüyor aslında ama görmek istemiyor desek daha doğru. Bn de biliyordum olmayacağını ama işte inat mı dersin aşk mı dersin adına bendekinin. Galiba hep çocukluğumdan beri beyaz atlı prensimin gelip beni kurtaracağını düşünüyordum. Gelecek ve beni bu hayattan çekip götürecek. O yüzden bulduğum ilk adama sarıldım. Bak halime kurtarılmak yerine, daha çok batağa saplandım. Demek ki sadece insan kendini kurtarabiliyormuş. Çareyi başkasında aramak yanlışmış.”

Aslı ne diyeceğini bilemedi. Biliyordu o da Esra gibi bir gün boşanacaklarını, arkadaşının canının yanacağını. Kendisi de geçmişti aynı dikenli yoldan. Kanata kanata kendinden yeni bir Aslı doğurmuştu. Daha güçlü, ayakları yere sağlam basan, şimdi sıra arkadaşındaydı. Onun omzuna dokundu önce, “burdayım ben biliyorsun her zaman” diyebildi. Esra ise minnetle baktı arkadaşına gözleri yaşlı. İki kadın asansörden inerken içlerinde farklı duygular barındırarak masalarına geçtiler. Heyecan, korku, azim, acı, korku, sevinç, merak, dayanışma hepsi birbirine
karıştı  attıkları her adımda.

4 Mart 2019 Pazartesi

Son Kalan Ağaç Gibi

                   Aslı sabah kahvesini almak için işine yakın olan en sevdiği kahvecinde için sıraya girdi. Bugün diğer günlere göre gözle görülür derecede kalabalıktı kafe. İçeriye şöyle bir göz gezdirdi. Çoğunluk gençlerden oluşuyordu, ellerinde son model telefonlar kimi canlı yayın yapıyor, kimisi ise kahvenin değişik açılardan fotoğrafını çekmekle meşguldü. Sıra kendisine geldiğinde her zamanki barista yerine uzun sakallı başka bir genci gördü kasada. Camekanın arkasına hızlıca göz gezdirdi, o esnada başka müşterinin ısmarladığı tostları ısıtmakla meşgul olan Efe’yle göz göze geldi.
“Her zamankinden mi Aslı hanım” dedi. Aslı kafasını evet anlamında sallayarak kahvesini hazırlamakta olan Efe’nin önüne geldi.
“Bugün çok kalabalıksınız. Gerçi sizin için iyidir bu ama şaşırdım açıkçası”
“Evet Aslı hanım, dün gazetenin ekinde bizim kahvecinin haberi çıktı. İstanbul’un en iyi on üçüncü dalga kahvecisinin içinde yer almışız. Onun etkisiyle insanlar bizim keşfetti. Birkaç tane de instagram bloggeri gelip story atınca işler iyice arttı.”
“Vay be hayırlı olsun o zaman. Ama ne bileyim böyle küçükken daha iyiydi sanki. Şimdi herkes keşfetti. Şehirdeki taza kanın kokusunu alan vampirler gibi üşüşürler ta ki tüm kanı emip sizi tüketene kadar. Sonra sıradanlaştığınız gerekçesiyle uzaklaşıp taze yer arayışına girerler. Hep böyle olmuştur bu. Neyse devir böyle. Ne demişler musluk akarken küpünü doldurmaya bakacaksın.”
Efe sessizce Aslı’yı dinlerken bir yandan da müşterilerin siparişlerini yetiştirmeye çalışıyordu. “Kahveniz hazır Aslı hanım”
“Sağol Efecim, bu çikolatalar yeni mi, çok güzel görünüyor”
“Evet Aslı hanım yeni getirdik, daha doğrusu deneme amaçlı atölyemizde yaptık, vegan, ham kakaolu, sütsüz, şekersiz.”
“Ha ha o ne ya öyle, ne var içinde peki. Siz de mi şu sağlıklı yaşam modasına uydunuz?
“Napalım biliyorsunuz şimdi bu moda. İster misiniz? Tadına bakın gerçekten çok lezzetli.”
“Yok Efecim sağol, rejimdeyim. Belki başka zaman. Hadi ben seni tutmayayım, yoğunsun sen, kolay gelsin.”
“Sağolun Aslı hanım. İyi günler”
Aslı kahvesini alarak boş masa var mı diye bakındı ama tüm masalar doluydu. Saate baktı, en iyisi masamda içerim diyerek ofise doğru yürüdü. O esnada köpek gezdirmeye çıkmış ellili yaşlarında tamamen pembe giyinmiş bir kadın Aslı’ya çarptı ve tüm kahve üstüne döküldü.
“Çok özür dilerim, minnoşum beni bu tarafa doğru çekince sizin geldiğinizi görmedim. Sıcak mıydı kahve, üstünüz de mahvolmuş, yanmadınız ya, çok özür dilerim tekrardan” kadın nefes almadan panikle arka arkaya sıraladı cümleleri. Kadının paniği karşısında şaşıran Aslı,
“Yok önemli değil, bilerek çarpmadınız ya, kaza işte oluyor”
“Tüh, kahvenizi de içemediniz. Gelin size yenisini alayım”
Aslı gerek yok dese de kadın aldırış etmeden kafeye doğru yola çıkmıştı bile. Çaresiz Aslı’da kadını takip etmeye başladı. Biraz önceki kalabalık biraz olsun dağılmış, sakinleşmişti içerisi. Sıra beklemeden kahvelerini aldılar.
“Çok teşekkür ederim hiç gerek yoktu.”
“Olur mu canım, asıl ben tekrar özür dilerim, kıyafetinizi mahvettim.”
“Zararı yok, ofisimde yedek gömleğim var, değiştiririm gidince”
“Bu arada tanışmayı unuttuk ben Derya , beş dakikanız var mı beraber içsek kahvemizi?” Kadının bakışları karşısında Aslı hayır diyemedi ve beraber cam kenarındaki boş masaya yöneldiler. Sessizliği Derya bozdu.
“Buraya yakın mı çalışıyorsunuz?”
“Evet, hemen yolun karşısında ofisim.”
“Sizi işinizden alıkoymuyorum ya”
“Yok, merak etmeyin sabahtan halletmem gereken acil bir işim yok.”
“Ben de Pazar günü gazetenin ekinde görünce merak ettim. O kadar övmüşlerdi ki kalkıp onca yolu geldim. Bakalım değecek mi?” Kahvesinden bir yudum aldıktan sonra devam etti. “Güzelmiş ama diğerlerinden ayırt edilecek kadar farklılığı yok gibi geldi bana. Ne bileyim kahve işte, değişik aletlerle demleyince daha güzel olmuyor, daha farklı orası kesin ama ne bileyim belki ben çok eski kafalıyım. “ ikisi sessizce kahvelerini yudumladılar bir süre. Dışarda göz alıcı bir bahar güneşi vardı ama hava hala soğuktu. Kafeye müşteriler gelmeye devam ediyordu. Sessizliği caddeye gelen kocaman bir aracın sesi kesti. İkisi de dikkatle izlemeye başladılar. Sarı vince benzeyen araç kafenin tam karşısına park etti ve araçtan iki adam ellerinde testerelerle inip caddedeki yegane ağacı kesmeye başladılar. İki kadın şok içinde birbirlerine baktılar.

“Son kalan ağacımızdı o bizim” Konuşan Aslı’ydı gözleri yaşlı. Adamlar göz açıp kapayana kadar ağacı kesmiş, araca yüklemiş, gitmişlerdi bile.

“Baksana etrafına bu ağaç buraya ait değildi zaten, gitmesi iyi bile oldu”
Aslı kadına cevap veremedi, verecek kelime bulamadı.
“Biliyorum kızgınsın, ben de kızgınım. Önce ağaçlarımız için geldiler ses çıkarmadık, sonra hayvanlarımıza zarar vermeye başladılar, ses çıkarmadık, sıra bize gelecek. Baksana etrafına iki adam gün ortasında koca ağacı söküp götürdü, ki senin ruhu duymadı bile. Kafalarını o bağımlı oldukları telefonlarından kaldırıp bakmadılar bile neler oluyor diye. Herkes elindeki kahvenin fotoğrafını çekmekle meşgul, kimsenin kahvenin tadını umursadığı yok. Burda ağaç olsa ne olur olmasa ne olur. Şimdi sorsak insanlara burda ağaç mı vardı diye söyler çoğunluğu. Fark etmemiştir bile ağacı.”
Derya doğru söylüyordu. Aslı inanıyordu buna tüm kalbiyle ama yine de bu canının acımasına engel değildi.
“Biliyorum kızgınsın, kızma, devir böyle. Alışmaktan başka çaremiz yok. Hayat artık sadece bir instagram karesinden ibaret. Kaç takipçin var, daha çok beğen, yetmiyorsa takipçi satın al, en  güzel fotoyu sen çek, gün içinde kaç kişi beğenmiş takip et. İnsanları doyur sürekli, aç bırakma. Hayatının en özel anlarını aç, tüm ayrıntıları paylaş. Kusura bakma sözüm sana değil ama bugünün gençlerini anlayamıyorum.”

Aslı kafasını salladı. “Dünya değişiyor, biz de değişiyoruz. Kaçamayız bundan ama yine de bu umursamazlık canımı yakıyor. Tüm gün camları açılmayan kocaman binaların içinde çalışıp şu içtiğimiz kahveye dünya para verince kendimizi özel zannediyoruz. Baksana sabahtan beri gelenlere eskiden çok severdim burayı, küçücük, sıcacık bir yerdi. Güzel müzikler çalardı, kahvesi güzeldi. Şimdi herkes o fotoğrafın peşinde buraya geliyor. Yakında burası da sıradanlaşacak. Kalabalık kendine yeni bir fotoğraf karesi bulacak ve onun peşinden gidecek.”

“Ben biraz önce otuz yıllık evliliğimi sonlandırdım. Size çarptığımda kafam meşguldü.”
Aslı bu aniden gelen itiraf karşısında şaşırmıştı. Konu nasıl buraya gelmişti anlamamıştı. Ne diyeceğini bilemez halde bir süre önündeki boş karton bardakla oynadı.
“Kusura bakmayın ne diyeceğimi bilemiyorum, çok üzüldüm”
“Üzülmeyin her evlilik bir gün biter, her eşya eskir, her kıyafetin modası geçer, her yeni mekan zamanla sıradanlaşır. İşler böyle işler her zaman. Biz de yıprandık zamanla. Zamana karşı koyamadık, kimse koyamaz. Onun esiriyiz sadece. Bizi ne tarafa savurursa o tarafa gidiyoruz. Bugün ilk defa kendimi özgür hissetim aynı zamanda yalnız. İkisinin aynı anda olmasına şaşırdım sonra. Bilmiyorum bundan sonraki hayatım nasıl olacak, dile kolay otuz yıllık bir rutini geride bıraktım. Yeni hayatıma alışmam zaman alacak. Neyse ki minnoşum  var, yalnız sayılmam.” Köpek o esnada dışarda güneşin altında miskin miskin yatıyordu.
Aslı boğazını temizleyerek zor da olsa konuşmaya başladı. “Ben de iki yıl önce boşandım. Çok zor anlıyorum sizi.”
“Yüzük hala parmağında. “
“Evet çıkaramadım.”

Aynı ortak paydada buluşmuş iki kadın bir süre sessizce oturdu. Aslı tekrar konuşmaya başladığında Derya kendi düşüncelerine dalmıştı. “Dayak yüzünden boşandık, insanın çok sevdiği insandan şiddet görmesi kadar feci bir olay yok. Dünyada en çok güvendiğim insanın bir anda en çok korktuğum insan haline gelmesi çok şaşırtıcı. Dediğiniz gibi her şey değişiyor bu hayatta. Toparlanmam zaman aldı, hala da tam anlamıyla toparlandığım söylenemez.”
“Ah canım” dedi Derya şefkatle Aslı’nın elini tutarken. İki kadın gülümsediler birbirlerine, konuşmadan anlaştılar.

Aslı ofise doğru yürürken hiç tanımadığı bir kadından aldığı gücü düşünüyordu. Bir saat öncesine kadar birbirlerini tanımayan iki kadın en derin sırlarını açmışlardı birbirlerine. Hayat ne tuhaf dedi alyansını parmağından çıkarırken. Bir süre baktı ve karşıdaki yola fırlattı alyansı, ondan geriye parmağında bıraktığı iz kalmıştı.