İçsel bir hesaplaşma bizimkisi, önü, arkası, sağı, solu belli olmayan. Başı var mıydı, ilk kim başlattı bilmiyorum, bitecek mi emin değilim. Hiç yorulmuyoruz, yıpranmıyoruz, ilk günü gibi savaşmaya devam ediyoruz hala. Ne vardı sanki bunu yapacak, neden böyle davrandın, benim canımı çok acıttın, seninki daha çok acısın, hiçbir yere gidemezsin, benim dediğimi yapacaksın. Bitmek bilmeyen didişmeler, kim haklı kim haksız kavgaları. Esra tüm bunları düşünürken ablasıyla içinde bulunduğu durumun onu ne kadar yıprattığını fark etti. Artık birisinin bu anlamsız savaşa son vermesi gerekiyordu. Kırk yaşının arifesinde artık yorulmuş, kaçabileceği en uzak noktaya kaçmış, tüm sevdiklerinden, tanıdıklarından kendini soyutlamıştı. Oturduğu kafenin camından dışarı baktı. Kırmızı saçlarıyla aynı renk mont giymiş genç bir kız aynı yaşlarda başka bir kızla kimselere aldırmadan öpüşüyordu. Ne kadar canlılardı, kendileri gibiydiler ve adeta her bir hücrelerinden aşk fışkırıyordu. Kimseyi umursamadan sadece ikisi vardı o anda. İmrendi onlara, onlar gibi korkusuz olmayı isterdi. Kendileri gibi olmayı başarmış maskesiz insanlara gıptayla bakardı hep. O ise hep maskeyle gezmek zorunda kalmıştı. İşyerinde Esra bambaşka iken, arkadaşlarının yanındaki Esra bambaşkaydı, ablasıyken hele tamamen farklı biri oluyordu. Peki gerçek Esra kimdi, ondan nereye kadar kaçacaktı. Ne zaman kendisiyle, kim olduğuyla yüzleşecekti. Hayattaki en zor iş insanın kendini bulmasıydı en iyi o bilirdi bunu. Kimselere benzemeden, kimselerden etkilenmeden, öylesine duru, öylesine çıplak, öylesine güzel olabilmek. Düşünceleriyle boğuşurken biraz önceki aşık çift çoktan gözden kaybolmuştu bile.
Tam bir yıldır burdaydı. Dilini bilmediği, hayatını silip yeniden başlamak için kaçıp sığındığı bir limandı onun için. Geçen sene girdiği tüm savaşlardan yenik düşmüş bir halde, yaralarını sarmak için gelmişti bu uzak ülkeye. Yabancı olmak istemişti. İnsanların kafalarındaki etikete göre davrandıkları düzenden çok sıkılmıştı. Olduğu gibi görülmek, kabul edilmek istiyordu. Şehir onu sert rüzgarlarla karşılamıştı tıpkı yüreğinde esen fırtınalar gibi. Aynı zamanda sarı yapraklarla, hiç bitmeyecek zannettiği yağmurlarla. Yağmur yağdığında camdan dışarı bakar o da ağlardı. Ne yağmur dinecek ne de akıttığı gözyaşları bitecek diye düşünmüştü o vakitler. Ama yanılmıştı. Zaman her şeyin ilacı diyenler haklıydı. Zamanla yağmurlar dindi yerini güneşe bıraktı, gözyaşları dindi tekrar gülümsemeye başladı. Yine sonbahar gelmiş ağaçlar yapraklarını teker teker dökerek kendilerini sonbahara hazırlıyordu. Ben neye hazırlanıyorum diye düşündü. Kim olduğumu yıllarca sakladım, korktum, gerçekler açığa çıkınca da kaçtım. Oysa tek istediğim kabul edilmekti. Ablasıyla yaptığı son konuşma geldi aklına. Yıllar öncesinden kalan hayalet peşini bırakmıyordu bir türlü.
“Ahlaksız, sen ailemizin yüz karasının. İyi ki annem görmedi bu günleri. Nasıl olur Esra anlayamıyorum. Neden? Hem de benim arkadaşım Selin’le. Hiç mi utanmıyorsun?”
“Seviyorum abla.”
“Ne demek seviyorum, ne demek. Ben arkadaşımın yüzüme nasıl bakacağım şimdi, ne diyeceğim ben ona. Peki eniştene ne diyeceğim, elaleme rezil olacağız senin yüzünden”
“Abla anla beni. Hep böyleydim. Seviyorum”
“Ne demek anla beni, anlamıyorum, anlamak istemiyorum. Unut onu, benim seçtiğim adamla evleneceksin en kısa zamanda. İkimiz de unutacağız bu konuyu, hiç olmamış gibi yapacağız. Anladın mı beni?”
“Hayır abla. Olmadığım biri gibi davranamam, ben böyleyim. Selin’i seviyorum.”
“Evleneceksin dedim o kadar.”
“Hayır”
“Ne diyorsam onu yapacaksın yoksa”
“Yoksa ne olur”
“Kötü olur”
“Senin istediğin gibi olmayacak bu sefer.”
“Eğer gidersen seni silerim.”
İkisi de durmuştu bu sözün üzerine. Esra korkuyordu ablası tarafından reddedilmekten, ailesinden geriye kalan tek kişiydi o. Yıllardır didişseler de kardeştiler sonuçta. Aralarında sessizliği Esra bozdu.
“Gidiyorum”
“Git, bir daha da gelme, arama, sorma. Benim senin gibi bir kardeşin yok artık. Keşke o kazada annem yerine sen ölseydin”
Esra eşyalarını toplayıp evden ayrılırken ablasının sözleri yankılanıyordu kulaklarında. Keşke sen ölseydin. Derin bir nefes alarak zor da olsa hatıralarından sıyrıldı. Daha ne kadar acıyabilirdi canı bilmiyordu. Yağmur başlamıştı, insanlar ise aldırış etmeden yürümeye devam ediyorlardı. O ise her seferinde ıslanmamak için içeri kaçmıştı. Şimdi ise kalktı, sokağa çıktı ve ilk defa yağmurun kendini ıslatmasına izin verdi. Her adımda daha çok ıslandı, sanki bedenine değen her zerre ruhunu da temizliyordu. Gözyaşlarını yavaşça kirpiklerinden süzülürken hiç olmadığı kadar huzurlu hissetti kendini. Artık kendim olmaktan, olmadığım biri gibi davranmaktan kaçmama gerek yok diye düşündü.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder