12 Ekim 2019 Cumartesi

Kefaret

Sakin bir sabaha uyanmıştı içindeki fırtınaya inat. Günlerdir yağan yağmur durmuş adeta şehrin tüm pisliğini alıp götürmüştü. Pencereleri açtı soğuk havanın ciğerlerine dolmasını bekledi. Rüzgar perdeleri havalandırırken kendi düşüncelerinde boğulmak üzereydi. Güya buraya herkesten kaçıp kafa dinlemeye gelmişti ama düşüncelerini zapt edemediği için daha da kötü olmuştu. Neye karar vereceğini hala bilmiyordu? Gitse mi kalsa hangisinde daha çok canı acırdı. Yeni bir hayata başlamak istiyordu en çok, geçmişi sıfırlayıp yeniden başlamak. Tekrar çocuk olmak belki canı acımadan büyümek. Hı canı acımayacakmış lafa bak, sen acı olmadan büyündüğünü gördün mü hiç diye konuşmaya başladı içindeki hiç susmayan ses. Kafasını iki yana sallayarak kapa çeneni diye bağırdı. Üşümüştü, soğuk hava kısa sürede odayı buz gibi yapmıştı. Aldırış etmeden hızlıca giyinmeye başladı. Siyah kot pantolon, siyah kazak, uzun çizmelerini de ayağına geçirdi. Hazırdı. Aynanın karşısına geçerek kendine baktı. Saçlarını tepede sıkıca topladı. Savaştan çıkmış kadar yorgun görünüyordu. Dışarda hafif bir yağmur başlamıştı. Çantasını aldı ve doğru hızlı adımlarla iskeleye doğru yürüdü. Kararını vermişti, ne olursa olsun kalıp savaşmaya devam edecekti. Bunca yol korktuğu, kaçtığı yetmişti. Yağan yağmura aldırış etmeden gülümseyerek yürüdü. İskeleye vardığında vapurun gelmesine daha yarım saat zamanın olduğunu gördü. Bekleme salonuna girerek kapının yanındaki koltuğa oturdu. Kendisinden başka bekleyen kimse yoktu. Yağmur damlaları yavaşça cama vuruyor, tıkır tıkır çıkardığı sesler kulağa hoş bir melodi gibi yayılıyordu. Sabırsızca ayaklarını sallamaya başladı. Tık, tık, tık. Bu tıkırtı da beyin nesiydi. Etrafına baktı kimse yoktu. Gittikçe artan ses rahatsız edici olmaya başlamıştı. Tık, tık, tık. Saate baktı ama daha gelmesinin üzerinden beş dakika bile geçmemişti. Derin bir of çekti. Denize doğru baktı sese aldırış etmemeye çalışarak.

Şiddetli dalgalar peşin sıra sahili dövüyordu. Ne zaman bu denli dalga olsa hep o anı gelirdi gözünün önüne. Sekiz yaşında halasının yazlığına tatil gittikleri, normal başlayan bir günün kabusa dönüştüğü o gün. Hala canını acıtıyordu hatırladıkça. Sen ittin kardeşini, sen öldürdün onu kurtarabilirdin diye bağırmıştı babası. Annesi ise yüzüne bile bakmamış tek kelime bile etmemişti. O olaydan sonra yatılı okula gitmişti zaten. Kafasını salladı anılardan bugüne gelmek için. Yeter artık kendimi bu kadar hırpaladığım, kaçtığım yıllarca, ben de çocuktum anlıyor musun, bilerek yapmadın. 
“Bilerek yaptın” 
“Ne dedin sen” bir anda düşüncelerine gelen karşılıkla irkildi. Etrafına baktı kimseyi göremedi. Açık hava iyi gelir düşüncesiyle dışarı çıktı ama daha ilk adımda pişman oldu. Sabahki sakin hava gitmiş yerine fırtına çıkmıştı. Rüzgardan ayakta durmak bile mümkün değildi. Çaresiz tekrar içeri girdi. Saate baktı daha yirmi dakika vardı vapurun gelmesine. Kendisi şehre, eski anılara, geçmişine götürecekti vapur. Kısa boylu bir adam girdi içeri. Üşümüş ellerini birbirlerine sürterek ısınmaya çalışıyordu. Burnunu çekti, ondan tarafa hiç bakmadan 
“Kızım bu havada vapur gelmez hiç boşa bekleme. Bütün seferler iptal. Ben de kapatmaya geldim. Yarına Allah kerim” diyerek kısa sürede seferler iptal yazısını asarak gitti. O da mecburen çıkmak zorunda kaldı. Bu havada eve gitmekten başka şansı yoktu. Of şimdi bu havada o yokuşu kim çıkacak diye düşündü. Şiddetli rüzgar iliklerine kadar üşütmüş, kısa sürede yağmurun etkisiyle sırılsıklam olmuştu. Ağız dolusu bir küfür savurdu yokuşun başında. Şimdi de gitmek isteyip gidememişti şu lanet olası adada esir kaldım hay şansıma diye söylenerek yürümeye başladı ama nafile rüzgardan adım atmak mümkün değildi. Zorlukla iki adım atmıştı ki birden daha önce görmediği su birikintisine ayağı kayıp düştü. Alelacele elini yere koyup kalkmaya çalıştı ama rüzgar onu öyle bir savurdu ki kalkmak şöyle dursun daha derine battı. Kıpırdıyor, bağırıyor, haykırıyordu ama ne yaparsa yapsın kurtulamıyordu bir türlü. Sanki her çırpınışta daha derine batıyor gibiydi. Suyun birden hareket ettiğini ve onu boğmaya çalıştığını fark ettiğinde dehşet içinde donakaldı. 

“Beni yalnız başıma bırakıp gitmeyecektin”
“Git başımdan” ağlamaya başladı. Bir yandan da kurtulmak için daha çok çırpınıyordu. 
“Çıkamayacaksın burdan boşa uğraşma, aynen benim gibi boğulacaksın”
“Git dedim” sanki her hareketi daha çok dibe batmasına neden oluyordu. Yorulmuştu, sırılsıklamdı, üşüyordu.
“Ben de çocuktum. Benim suçum yok”
“Sen ittin beni, sen bıraktın gittin dalgaların içinde”
“Benim suçum yok. Şaka yapıyorsun zannettim.”
“Hayatımı mahvettin”
“Git başımdan. Suçsuzum ben. Yıllardır çektiğim yetmedi mi?” 
Bir an sustu. Ses de sustu. İkisi de sustu. Sadece yağmurun ve sahilden gelen dalgaların sesi duyuluyordu. Sonra birden bağırmaya başladı.
“Yeter, yeter, yeter.” Avazı çıktığı kadar bağırıyordu.
“Asıl hayatı mahvolan benim, ben. Ne gidebildim ne kalabildim bıktım böyle yaşamaktan. Yetmedi mi ödediğim kefaret, yıllar oldu. Yeter. Bırak beni.”
Bağırmasının ardından yağmur şiddetlendi, dalgalar çıldırmışçasına sahile vurmaya başladılar. Gök yarılıp tepelerine düşmek istercesine gürlüyordu. O ise fırtınanın kalbinde kendine sarılmış, çırpınmayı bırakmış sakince duruyordu. Kıpırdamıyordu bile akıntıya kapılmış gidiyordu. O sakinleyince yağmur da sakinledi. İçinde boğulmak üzere olduğu dalgalar da sakinledi, onu yutmaktan vazgeçmiş görünüyordu. Sular çekildi. Derin bir nefes alarak ayağa kalktı, gözyaşlarını silerek evine giden yokuşu tırmanmaya başladı. Kalbi hiç olmadığı kadar hafifti. Yarın yeni bir gün olacak, yeni başlangıç diye hatırlattı kendine. Yeni bir gün yeni bir başlangıç. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder