http://www.sxc.hu/photo/740138
Gözünü açtığında
bir labirentin içindeydi. Buraya nereden geldiğini, kim tarafından
getirildiğini, neden geldiğini, hiçbir şeyi hatırlamıyordu. Asıl önemlisi,
buradan nasıl kurtulacaktı? Kurtulabilecek miydi? Kurtulma ihtimali ne kadardı?
Sorular beynini kemiriyordu. Beklemekle olmazdı. Çıkış için çaba göstermeliydi.
Yolu bulması gerekiyordu. Sağa dönerek çıkış yolu aramaya başladı. Duvarları
beyaz, küçük bir odadaydı. Sarı, cılız bir ışık odayı aydınlatıyordu. Odada başka
bir şey yoktu. Kapıya doğru yürüdü umutla. Kapı koluna uzandı. Oh, kapı açıktı.
Küçük bir umut dalgası sardı bedenini. Kapıyı açtı, yürümeye başladı, oda başka
bir odaya açılıyordu. Yaptığı ilk iş kapıyı aramak oldu. Burası diğerinden çok
farklıydı. Duvarları kırmızıydı, daha büyüktü. Tıka basa eşya doluydu, her
taraf toz, pislik içindeydi. Eşyaların arasında insanlar vardı ve ona
saldırıyorlardı. Onlara bakmıyordu bile, kaçtıkça peşinden geliyorlardı.
Odaları birbiri ardına geçiyor, yürüyor, yürüyor, ne yaparsa yapsın bir türlü
çıkışı bulamıyordu. Bu arada zaman geçtikçe daha çok paniğe kapılıyor, nefes
almakta zorluk çekiyordu. Yürüdükçe duvarlar üstüne üstüne geliyordu. Bu da
daha çok paniğe kapılmasına neden oluyordu. En sonunda koşturmaktan kan ter
içinde kalıyor, bir köşede çığlık çığlığa yığılıp kalıyordu.
Aslı kendi çığlıklarıyla
uyandığında saat gecenin üçüydü. Yine aynı rüyayı görmüştü. Üç aydır sürekli aynı rüyayı görüyordu.
Labirentin içinden çıkmaya çalışıp bir türlü çıkamıyordu. Uykusu kaçmıştı, artık
uyuyamazdı. Yataktan kalıp mutfağa doğru ilerledi, buzdolabından soğuk bir su
koydu kendine ve salondaki en sevdiği koltuğa oturdu. Tüm şehir derin bir
uykudaydı. O ise kâbuslardan bunalmış vaziyetteydi. Yarın ilk işi Şebnem in
önerdiği psikiyatri uzmanından randevu almak olacaktı. Bu rüyaların anlamı
olmalı, ama ne? Çözüm belki çok basitti fakat görmüyordu. Bunları düşünürken
Pamuk minik adımlarla geldi, kucağına oturdu ve kucağında uyumaya devam etti.
Uzun yıllar yalnız yaşamaya alışmış bünyesi kediyi önce reddetmiş, yok
saymıştı. Annesinin doğum günü hediyesiydi Pamuk. Adının tam tersi kapkara bir
kediydi. Önceleri hiç sevmemiş, evden atmak istemiş, ama bunun annesini
üzeceğinden endişelenmişti. Annesi kızının yalnızlığından çok endişeleniyordu.
O yüzden bu kediyi satın almıştı. Evde bir ses, bir nefes olsun diye. Gerçekten
de zamanla Pamuk evin neşesi, hayatının odak noktası haline gelmişti. Şimdi
kucağında huzur içinde uyuyordu. “Keşke ben de böyle huzur içinde uyuyabilsem”
diye düşündü. Uzun süredir uyku sorunu çekiyordu. Bu yetmezmiş gibi son
zamanlarda bir de kâbuslar peydah olmuştu.
Her şey Ankara’dan İstanbul’a
taşınmasıyla başlamıştı. Ne yaparsa yapsın alışamamıştı bu koca şehre. Ankara
ne kadar düzenliyse İstanbul o kadar dağınıktı. Ankara sakinse İstanbul
agresifti. Ankara ağırbaşlıysa İstanbul fırlamaydı. Birbirinin tam zıttı iki
kent. Alışamamıştı ne yaparsa yapsın bir türlü. Yabancıydı bu kent ona, o da
kente. Geleli üç yıldan fazla olmasına rağmen hiç kimseyle arkadaşlık
kuramamıştı. Kimseyi kendine yakın hissedemiyordu.
Şehre güneş doğuyor, yavaş yavaş
etraf aydınlanıyordu. Önce iş yerini aradı, rahatsız olduğunu ve işe
gelemeyeceğini söyledi. Kafası çok karışıktı, gitse de işe odaklanamazdı.
Birkaç saat uyumayı denedi. Sonra kalktı ve arkadaşının önerdiği doktorun
numarasını çevirdi. Artık bu kâbuslardan kurtulmalıydı, ne olursa olsun böyle
yaşayamıyordu, dayanamıyordu. İki çalıştan sonra telefon açıldı. Bugün için
randevu almak istediğini söyledi. Telefonun ucundaki ses çok şanslı olduğunu,
öğleden sonra bir randevunun iptal olduğunu ve müsaitse saat üçte kendisini
alabileceklerini söyledi. Randevuyu
ayarlarken bir yandan da çok şanslı olduğunu, insanların günler öncesinden
randevu almak için sırada beklediğini, doktorun işinin ehli olduğunu söyleyip
çok şanslı olduğunu yineledi. Bunca lafın arasında hayatın ne kadar zor
olduğundan, insanların aslında ne kadar mutsuz ve bu yüzden işlerin çok yoğun
olduğunda vb. bir sürü şeyden bahsetti. Aslı, sözlerinin birçoğunu dinlememişti
bile. Kadın kısa sürede bu kadar çok şeyi nasıl anlatmıştı, şaşıp kalmıştı.
Kadının tam tersine konuşmayı pek sevmezdi. Genellikle suskun bir insan olarak
tanımlanabilirdi. Konuşmayı ihtiyaç
olarak görmüyordu sadece gerekli durumlarda konuşurdu. Kendi içine kapanıp uzun
uzun düşünmeyi seven insanlardandı. Bu yüzden çevresinde çok arkadaşı yoktu.
Buna gerek olmadığını düşünüyordu. Uzun süredir yalnız yaşıyordu ve alışmıştı,
seviyordu yalnızlığı. Onu nadide bir mücevher gibi üzerinde taşıyordu. Kadına teşekkür ederek telefonu kapattı. Hazırlanmaya başladı.
Önce sıcak bir duş aldı. Sıcak
su hem sinileri gevşetir hem de rahatlatırdı. Daha sonra dolabını açıp şöyle
bir baktı, siyah pantolon ve siyah tişörtten oluşan kıyafetini giydi. Dolabı siyah kıyafetlerle doluydu. Siyahı çok
severdi, kalabalıklar içinde kaybolması daha rahat oluyordu. Siyah giyince
kendini görünmez hissediyordu. Kimse onu göremiyor, dokunamıyor, zarar veremiyor
gibi hissediyordu. Aynada son kez kendine baktı ve evden çıktı, kâbuslarından
kurtulma umuduyla.