YARA
Vücudun yarayı
hızla iyileştirme mekanizmasına hayran olmuşumdur. Vücutta yara mı oluştu, tüm
sistem hemen yarayı onarmaya odaklanır, sanki vücuttaki tüm kan yaraya hücum
eder. Nadide bir elmasmışsa sarıp sarmala, tüm dış etkenlerden korumak için
etrafını sarar. Zaman geçtikçe ilk andaki sızı gider, yaranın etrafını kabuk
bağlar ki alttaki deri iyileşsin, tazelensin. Yara tamamen iyileşince kabuk
kendiliğinden vücuttan ayrılır ve alttan taptaze deri gelir. Sanki hiç
yaralanmamışçasına. Çoğu zaman iz bile kalmaz.
Keşke derinin gösterdiği bu mucizevi değişimi ruhumuz da gösterebilse.
Ruhumuz yara aldığı zaman derimizin tam tersi bir etki oluşur. Bu sefer tüm
vücudumuz ruhumuzun aldığı yarayı kanatmak için var gücüyle savaşır. Beynimiz
durmak bilmez. Sorular, cevapsız, çözümsüz sorular tüm benliğimizi ele geçirir.
Tüm dünya dar gelir. Hiçbir yere sığamayız. Geçer, geçer elbet, gündüzsüz gece
olmaz. Ama geçene kadar tüm ruhumuz kanar, ta ki gücümüz kalmayıncaya kadar.
Bir sabah mucize olur ve iyileşiriz. Aldığımız yaralar eskisi kadar canımızı
acıtmaz olur. Kara kışın ardından bahar gelir, ruhumuzda çiçekler açar. İzi
kalmaz mı? Tabii ki kalır. Ruhu yara almış bir insan asla eskisi gibi olmaz,
istese de olamaz. Mutlaka yaşananlardan bir iz kalır. Ömrünün sonuna kadar o
izle yaşamaya mahkûmdur. Kimse görmese de bilmese de o hiçbir zaman unutmaz.
Ben de kara kışımı yaşıyorum. Mevsim ilkbahar ama benim için kış daha
bitmedi. Bahçedeki en sevdiğim kiraz ağacına bakan masamda oturuyorum ve
düşünüyorum. Her şey böyle olmak zorunda mıydı? Olacakları engelleyebilir
miydim ya da istesem de engellemeye gücüm yeter miydi? Keşke, keşke, keşke….. Keşkeler
yiyip bitiriyor beni. Keşke daha cesaretli olsaydım, keşke şöyle değil böyle
davransaydım, keşke yapsaydım vs. İnsanın canını hangi keşke daha çok acıtır
acaba? Yaptıklarından dolayı mı pişman olur insan, yoksa isteyip de yapamadıklarından
dolayı mı? Bilemiyorum. İsteyip
yapamadıklarından dolayı daha çok pişmanlık yaşar sanki. Yapamadıklarını bir
ömür boyu sırtında taşımak zorunda kalır. Başta yük çok hafif olsa da zamanla
ağırlaşır ve taşınmaz hale gelir. Bu da insanı öfkeli yapar. Her şeye ve
herkese karşı öfkeli.
Öfke. Tüm duygular arasında en güçlü en yoğun duygu bana göre. Tıpkı
renklerin en yoğunu siyah gibi. Siyah nasıl içinde başka hiçbir rengi
barındırmıyorsa öfke de hiçbir duyguya yer vermez. Diğer tüm duyguları yıkıp
geçer. Şu an hissettiğim tek duygu öfke. Derin, koyu, kapkaranlık öfke. Öfke tüm
benliğimi sarıp sarmaladı. Beni esir aldı tüm bedenime hükmediyor. Öfkeye
kapılmak bataklığa batmak gibi adeta, çırpınıp durdukça daha derine batıyorsun.
Ben de gitgide derine battığımı hissediyorum. Yaşananlardan sonra en çok da kendime
öfkeliyim.
Tam 18 yıl önce geldim bu ülkeye. Kendi ülkemden çok uzaklara göçüp geldim.
Her şeyden, herkesten kaçarcasına. 22
yaşında, cebinde heyecanı, tutkusu, azmi olan gencecik bir kızdım. Şimdi ise
hayallerimden çok uzağım. Geçmişe dönüp baktığımda cesaretimin olmadığını
görüyorum. Sonuna kadar gidecek cesaretim yoktu. Başlangıçta büyük bir cesaret
göstererek geldim, fakat hiçbir zaman buralı olmadım. Hayatım boyunca ikilem
yaşadım. Oralı mıyım, buralı mı? Kimim ben, ne istiyorum? Zaman geçtikçe
toplumun düşünceleri benim düşüncelerim olmuştu ve işin en kötü yanı bunları
kendi düşüncelerim zannediyordum. İş hayatında da sürekli uğraşmama rağmen bir
arpa boyu yol alamamıştım.
Kiraz ağacımı gören mutfak masamda, yağan yağmura bakarak bu satırları
yazıyorum. 40 yaşındayım ve sürekli hayatımı sorguluyorum. Kendime sıcak bir
çay yaptım ve yağan yağmura bakarak kitabımı kaldığım yerden okumaya başladım.
İlk cümle çarptı beni. “Yaralarını kanatmaktan vazgeç, hayat sadece senin için
zor değil, herkes için zor. Kendini bu kadar önemseme” diyordu kitaptaki kadın
adama. Kadın, sevmeye bir türlü ikna edemiyordu adamı, ne yaparsan yapsın. Adam
o kadar yaralıydı ki her sevdiğini zannettiğinde aslında yaraları kanıyordu. Kitabı
o kadar benimsedim ki adamın yaraları benim olmuştu sanki. Kitabın sayfalarına dalarak adamın yaralarını
iyileştirmeye çalışıyorum umutla, belki kendi yaralarım da iyileşir diye.
Belki de 40 yaş sonrasında bulacak tüm o huzuru,dinginligi ve mutlulugu. Tüm bu kanayan yaralar,keşkeler değil mi bizi büyüten,olgunlastiran ve hayatta dimdik olmamızı sağlayan...
YanıtlaSil