14 Eylül 2012 Cuma

Yabancı

                                                        YABANCI



http://www.sxc.hu/photo/740138


                     Gözünü açtığında bir labirentin içindeydi. Buraya nereden geldiğini, kim tarafından getirildiğini, neden geldiğini, hiçbir şeyi hatırlamıyordu. Asıl önemlisi, buradan nasıl kurtulacaktı? Kurtulabilecek miydi? Kurtulma ihtimali ne kadardı? Sorular beynini kemiriyordu. Beklemekle olmazdı. Çıkış için çaba göstermeliydi. Yolu bulması gerekiyordu. Sağa dönerek çıkış yolu aramaya başladı. Duvarları beyaz, küçük bir odadaydı. Sarı, cılız bir ışık odayı aydınlatıyordu. Odada başka bir şey yoktu. Kapıya doğru yürüdü umutla. Kapı koluna uzandı. Oh, kapı açıktı. Küçük bir umut dalgası sardı bedenini. Kapıyı açtı, yürümeye başladı, oda başka bir odaya açılıyordu. Yaptığı ilk iş kapıyı aramak oldu. Burası diğerinden çok farklıydı. Duvarları kırmızıydı, daha büyüktü. Tıka basa eşya doluydu, her taraf toz, pislik içindeydi. Eşyaların arasında insanlar vardı ve ona saldırıyorlardı. Onlara bakmıyordu bile, kaçtıkça peşinden geliyorlardı. Odaları birbiri ardına geçiyor, yürüyor, yürüyor, ne yaparsa yapsın bir türlü çıkışı bulamıyordu. Bu arada zaman geçtikçe daha çok paniğe kapılıyor, nefes almakta zorluk çekiyordu. Yürüdükçe duvarlar üstüne üstüne geliyordu. Bu da daha çok paniğe kapılmasına neden oluyordu. En sonunda koşturmaktan kan ter içinde kalıyor, bir köşede çığlık çığlığa yığılıp kalıyordu.

                Aslı kendi çığlıklarıyla uyandığında saat gecenin üçüydü. Yine aynı rüyayı görmüştü. Üç  aydır sürekli aynı rüyayı görüyordu. Labirentin içinden çıkmaya çalışıp bir türlü çıkamıyordu. Uykusu kaçmıştı, artık uyuyamazdı. Yataktan kalıp mutfağa doğru ilerledi, buzdolabından soğuk bir su koydu kendine ve salondaki en sevdiği koltuğa oturdu. Tüm şehir derin bir uykudaydı. O ise kâbuslardan bunalmış vaziyetteydi. Yarın ilk işi Şebnem in önerdiği psikiyatri uzmanından randevu almak olacaktı. Bu rüyaların anlamı olmalı, ama ne? Çözüm belki çok basitti fakat görmüyordu. Bunları düşünürken Pamuk minik adımlarla geldi, kucağına oturdu ve kucağında uyumaya devam etti. Uzun yıllar yalnız yaşamaya alışmış bünyesi kediyi önce reddetmiş, yok saymıştı. Annesinin doğum günü hediyesiydi Pamuk. Adının tam tersi kapkara bir kediydi. Önceleri hiç sevmemiş, evden atmak istemiş, ama bunun annesini üzeceğinden endişelenmişti. Annesi kızının yalnızlığından çok endişeleniyordu. O yüzden bu kediyi satın almıştı. Evde bir ses, bir nefes olsun diye. Gerçekten de zamanla Pamuk evin neşesi, hayatının odak noktası haline gelmişti. Şimdi kucağında huzur içinde uyuyordu. “Keşke ben de böyle huzur içinde uyuyabilsem” diye düşündü. Uzun süredir uyku sorunu çekiyordu. Bu yetmezmiş gibi son zamanlarda bir de kâbuslar peydah olmuştu.

                Her şey Ankara’dan İstanbul’a taşınmasıyla başlamıştı. Ne yaparsa yapsın alışamamıştı bu koca şehre. Ankara ne kadar düzenliyse İstanbul o kadar dağınıktı. Ankara sakinse İstanbul agresifti. Ankara ağırbaşlıysa İstanbul fırlamaydı. Birbirinin tam zıttı iki kent. Alışamamıştı ne yaparsa yapsın bir türlü. Yabancıydı bu kent ona, o da kente. Geleli üç yıldan fazla olmasına rağmen hiç kimseyle arkadaşlık kuramamıştı. Kimseyi kendine yakın hissedemiyordu.

                Şehre güneş doğuyor, yavaş yavaş etraf aydınlanıyordu. Önce iş yerini aradı, rahatsız olduğunu ve işe gelemeyeceğini söyledi. Kafası çok karışıktı, gitse de işe odaklanamazdı. Birkaç saat uyumayı denedi. Sonra kalktı ve arkadaşının önerdiği doktorun numarasını çevirdi. Artık bu kâbuslardan kurtulmalıydı, ne olursa olsun böyle yaşayamıyordu, dayanamıyordu. İki çalıştan sonra telefon açıldı. Bugün için randevu almak istediğini söyledi. Telefonun ucundaki ses çok şanslı olduğunu, öğleden sonra bir randevunun iptal olduğunu ve müsaitse saat üçte kendisini alabileceklerini söyledi.  Randevuyu ayarlarken bir yandan da çok şanslı olduğunu, insanların günler öncesinden randevu almak için sırada beklediğini, doktorun işinin ehli olduğunu söyleyip çok şanslı olduğunu yineledi. Bunca lafın arasında hayatın ne kadar zor olduğundan, insanların aslında ne kadar mutsuz ve bu yüzden işlerin çok yoğun olduğunda vb. bir sürü şeyden bahsetti. Aslı, sözlerinin birçoğunu dinlememişti bile. Kadın kısa sürede bu kadar çok şeyi nasıl anlatmıştı, şaşıp kalmıştı. Kadının tam tersine konuşmayı pek sevmezdi. Genellikle suskun bir insan olarak tanımlanabilirdi.  Konuşmayı ihtiyaç olarak görmüyordu sadece gerekli durumlarda konuşurdu. Kendi içine kapanıp uzun uzun düşünmeyi seven insanlardandı. Bu yüzden çevresinde çok arkadaşı yoktu. Buna gerek olmadığını düşünüyordu. Uzun süredir yalnız yaşıyordu ve alışmıştı, seviyordu yalnızlığı. Onu nadide bir mücevher gibi üzerinde taşıyordu.  Kadına teşekkür ederek telefonu kapattı.  Hazırlanmaya başladı. 

                Önce sıcak bir duş aldı. Sıcak su hem sinileri gevşetir hem de rahatlatırdı. Daha sonra dolabını açıp şöyle bir baktı, siyah pantolon ve siyah tişörtten oluşan kıyafetini giydi.  Dolabı siyah kıyafetlerle doluydu. Siyahı çok severdi, kalabalıklar içinde kaybolması daha rahat oluyordu. Siyah giyince kendini görünmez hissediyordu. Kimse onu göremiyor, dokunamıyor, zarar veremiyor gibi hissediyordu. Aynada son kez kendine baktı ve evden çıktı, kâbuslarından kurtulma umuduyla.  

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder