8 Ocak 2016 Cuma

Ersin'in Hikayesi

Ben Ersin. Dün itibariyle öldüm. Fiziken ölmedim ama ruhum öldü Ali’yle birlikte. Alim öldü, yiğidim, canım gitti. Artık yaşamak neye yarar. Aldığım nefesin ne faydası var, artık nefes bile almak istemiyorum. Günlerdir yataktan çıkmıyorum, durmadan ağlıyorum. Ağlıyorum uyuyorum, uyanıyorum ağlıyorum, sonra uyuyorum uyanıyorum ağlıyorum. Günlerim bu şekilde geçiyor. Bugün zorlukla ayağa kaldım çay demledim Alim için, o çok severdi çayı. Ne zaman kavga etsek gel çay  demledim beraber içelim soğutma çayını diyerek gönlümü alırdı. Onu o kadar özlüyorum ki. Onun için içiyorum bu çayı en sevdiği kırmızı kupaya koydum içine bir dilim limon attım. Tam alimin sevdiği gibi. Üstümde onun pijamaları var o gittiğinden beri öldü demeye dilim varmıyor hala kabullenemiyorum. Bu pijamaları hiç yıkamak istemiyorum alimin kokusu sinmiş üstüne hiç gitmesin istiyorum. Hiç bırakmasın beni o mis gibi baharatlı kendine has kokusu. En sevdiğim boynundan öperken aldığım mis kokusu.

Bu sabah annem geldi. Çok üzülüyormuş benim için, kendimi toparlamam lazımmış, babam da çok üzülüyormuş benim için. Bu yapılan barbarlıkmış, beni çok seviyorlarmış, istediğim zaman onlarla yaşamaya devam edebilirmişim. Hiçbir şey söyleyemedim. Ne söyleyebilirim ki hangi sözcük şu an yaşadığım acıyı tarif edebilir, kalbimin lime lime olup Alimle birlikte toprağa gömüldüğünü nasıl anlatabilirim, nefes almanın her dakika ne kadar zor olduğunu nasıl anlatabilirim. Hem ben bu evi terk etmek istemiyorum. Evin her yanında Alimin hatırası var. Burası bizim aşk mabedimiz nasıl terk ederim burayı. Bu evin her yerini kendi ellerimizle yaptık. Beraber yuva yaptık bu evi.

Mesela bu çay içtiğim kırmızı kupa Alimin en sevdiği kupası. Bu kupa tesadüf eseri en sevdiğim kitapçıda karşımıza çıkmıştı. İlk ben gördüm Alim sever diye hemen aldım. Bu orta sehpayı kendi ellerimle yaptım, sadece orta sephayı değil kitaplığımızı, yemek masamızı, yatağımızı, gardrobumuzu hepsini ben yaptım. Marangozum ben, çocukluktan beri işim bu.  Ağaçları oymak, onlara ruh vermek benim işim. Ellerime hayrandı Alim. Senin ellerin bana can verdi diyordu bana nasıl cansız ağaçlara can veriyorsan bana da öyle can verdin. Çok hassastı Alim, çok iyiydi, çok sakindi, beni daha iyi bir insan yapmıştı. Böyle olması gerekmiyordu.

Ben herkesten farklı olduğumu altı yaşında fark etmiştim. Daha doğrusu annem fark etti ama beni değiştirmeye hiç çalışmadı olduğu gibi kabul etti. Bu dünyadaki en büyük şans seni karşılıksız seven, olduğu gibi kabul eden bir anne bana göre. Alimin farklı olduğunu benim gibi olduğunu ilk görüşte anladım. Beş yıl önceydi, işten çıkışta her zaman takıldığım bara gidip biraz kafa dağıtmak istedim biramı aldım yudumlarken Ali’yle göz göze geldik. Ben onu tanıdım o beni tanıdı bakışlarımız buluşunca. Sanki yıllardır birbirimizi arıyor gibiydik.

-Hoşgeldin hayatıma dedim hoşbulduk dedi.
- Nerelerdeydin dedim seni arıyordum bunca zamandır dedi.
- Çok bekledim seni dedim kusura bakma yanlış yollara saptım dedi.
- Olsun iyiki geldin dedim iyiki geldim dedi.
- Al yüreğim senindir dedim benim evim senin yanın dedi.
 Hiç konuşmadan anlaştık. O geceden bu zamana kadar hiç ayrılmadık.

Nasıl kıydılar yiğidime, nasıl böyle vahşi olabildiler aklım almıyor. Oysa Alim hep anlatmıştı bana babasının onu hiç kabullenemediğini. O yüzden Kanada’ya gitmek istiyordu. Biliyordu içten içe başına gelecekleri.  O aile konusunda benim kadar şanslı değildi. Küçük bir kasabada koymuş Alim. Baba memur, anne ev hanımı.  Ali’den büyük üç ablası var aile erkek çocuk istemiş. Ailenin tek umudu babasının gözbebeği Ali. Okuyacak büyük adam olacak en baştan Ali’ye kodlanan gerçek bu. Hep farkında bişeylerin ters gittiğinin, kendinde birşeylerin farklı olduğunun, ama anlamlandıramıyor bir türlü. Ayıplarla günahlarla büyütülmüş, bedenini bile doğru dürüst tanımıyor. Dokunmak ayıp günah. Aman yanarsın. Ancak üniversite okumak için İstanbul’ a geldiğinde kendi gibi insanlar olduğunu görüyor seviniyor Ali. Ben tek değilmişim dünyada, benim gibi insanlar da varmış diye düşünüyor. Benimle tanışıyor sonra ikimizin de hayatı değişiyor.

Bağırmak çağırmak, yıkıp dökmek istiyorum içimdeki öfkeyle başka nasıl başa çıkarım bilmiyorum. Çayımdan bir yudum alıyorum içmek için zorluyorum kendimi sırf Alimin hatırası için. Hiçbir tat alamıyorum. Hiçbir şey zevk vermiyor artık. Bir yanım bitir bu işi biran önce Ali’nin yanına git diyor bir yanım ise dayan Ali’nin adı için savaş diyor. Napacağımı hiç bilemiyorum. Tek istediğim önce hikayemizi anlatmak. Belki hikayemizi okuyan insanlar bizim de normal insanlar gibi sevebileceğimize inanırlar.





7 Ocak 2016 Perşembe

Beni Eve Götür

           Ali’nin bu aralar sabah kalkar kalmaz yaptığı ilk iş laptopunu açıp posta kutusuna bakmak oluyordu. Kanada’ya göçmenlik başvurusu yapmış büyük bir merak ve heyecanla sonucu bekliyordu.  Yeni bir hayata adım atıp geçmişine sünger çekmeyi çok istiyordu.  Şu sıralar kiminle konuşsa aynı şeyi duyuyordu “buralardan kaçıp gitmek lazım”, “artık bu ülkede yaşanmaz gitmek istiyorum”, “nolacak bu ülkenin hali, benim geleceğe dair bir umudum kalmadı, kaçıp gitsek mi acaba?”  Ali çok uzun süre düşünmüştü gitmeyi, günler geceler boyunca planlar yapmıştı. Nereye gitmekli, hangi ülke daha çok göçmen alıyor, şartlar hangisinde daha iyi, hangisine daha kolay uyum sağlanır, ırkçılık hangisinde daha az, bu gibi konular üzerinde epey kafa yormuş, en son Kanada’da karar kılmıştı. En çok Kanada’da rahat edeceğine inanıyordu.

                Neden gitmek istiyorsun? Arkadaşlarından en çok duyduğu cümle buydu. En son Ersin’le bu yüzden yaptığı kavgayı unutamıyordu. Ersin onun hem en yakın arkadaşıydı, hem sevgilisiydi, en zor günlerinde hep destek olmuştu. Keşke o kadar sert davranıp kalbini kırmasaydım diye kızıyordu kendine.  Kavgalarını unutamıyordu.

-          Neden gitmek istiyorsun , neden?
-          Neden mi? Sen mi soruyorsun bunu. Sanki yaşadıklarımı bilmiyorsun?  
-         Kaçıp gitmek istiyorsun sen. Düpedüz oyunbozanlık yapıyorsun. Kaçınca herşeyin güzel olacağını mı düşünüyorsun.
-          Kaçmaktan başka çarem mi var söylesene.
-          Var tabi. Ben varım. Aşkımızla herşeyin üstesinden gelebiliriz.
-          Yapma böyle.
-          Sen yapma asıl.
-        Herşeyi ardında bırakıp, beni ardında bırakıp nasıl gideceksin söylesene. Hiç sevmiyor musun beni.
-          Söyleme böyle şeyler. Sevmez olur muyum. Herşeyden çok seviyorum.
-          Hani cesur olacaktık. Birlikle olursa herşeyin üstesinden gelebilirdik.
-          Yine birlikte oluruz sen de gel benimle birlikte gidelim.
-          Gelemem biliyorsun. Sen kal.
-          Kalamam biliyorsun.

Kavgadan sonra aynı evde yaşamaya başladıklarından beri ilk defa ayrı yatmışlardı. Ali bütün gece uyuyamıştı. Gidip Ersin’e sımsıkı sarılmak istemiş ama yapamamıştı. O da biliyordu gitmesi gerektiğini, artık burda kalamayacağını ama anlamak istemiyordu. Böyle kaçarak yaşamak ona çok zor geliyordu, kendin olamamak, istediği gibi davranamamak, sürekli baskı görmek, aşağılanmak çok ağırdı. İnsanca yaşamak istiyordu, cinsel tercihi yüzünden aşağılanmak istemiyordu.

-       Kal burda mücadele edelim. Aşkımızın gücünü eninde sonunda herkes anlayacak baban bile. Ersin böyle demişti sabah uyandıklarında.
-          Kalamam biliyorsun.
-          Ama ailen. Ailen artık herşeyi biliyor.
-          Evet biliyor ama bildikleri kabullendikleri anlamına gelmiyor.
-          Ama gösterebiliriz, anlatabiliriz, bıkmadan usanmadan anlatırsak bize hak verirler.
-          Benim ailem seninkiler gibi değil. Asla kabul etmezler beni.
-          Yapma böyle onlar senin ailen.
-          Asla kabul etmez babam. Mümkün değil. Biricik oğlunun.... Yüzkarasıyım ben onlar için.
-          Yapma. Vazgeçme benden, bizden.
-          Vazgeçmiyorum.
-          Vazgeçiyorsun.

Ersin kapıyı çarpıp çıkmıştı. Arkasından bakakalmıştı. Ayakları sanki taş kesmiş  yürüyememişti, dili sanki lal olmuş konuşamamış gitme diyememişti. Ersin gitme, beni böyle bir zamanda bırakma, sana ihtiyacım var diyememişti. İki gündür evde yalnızdı. Buna alışmam gerek bundan sonra  hep yalnız olacağım diye düşündü.

Düşüncelerinden sıyrılarak posta kutusunu açtı yeni bir mail gelmişti diye baktı. En son sayfayı tekrar yenilediğinde maili gördü. Hızlıca okudu başvurusu kabul edilmişti.  Önünde yeni bir hayat onu bekliyordu. Kimsene birşey saklamadan özgürce yaşayabileceği yeni bir hayat. Hemen Ersin’e durumu haber vermeliydi.  Heyecandan kalbi durmak üzereydi, Ersin’in numarasını zar zor tuşladı.” Aç, hadi aç telefonu, sana mutlaka ulaşmam gerek.”  Telefonu cevap vermiyordu. Hızlıca giyindi onu nerede bulacağını biliyordu.

Apartmandan hızlıca çıktı, biran önce Ersin’e ulaşması gerekiyordu. Aliii diye bir çığlık onu durdurdu. Dönüp arkasına baktığında babasının ağlayan yüzünü gördü, babam neden ağlıyor acaba diye düşünmesine fırsat kalmadan iki el silah sesi hayatı dondurdu, umutları tüketti.  “Ersin beni eve götür, çok üşüyorum.” Ağzından çıkan son sözler bu oldu. “Ersin beni eve götür.”


                

5 Ocak 2016 Salı

Eski Hatıralar

                Engin çalar saatin sesiyle uyandığında saat sabahın altısını gösteriyordu.  Offf çok uykum var biraz daha uyusam diye mırıldandı. Yatakta önce biraz esneme hareketleri yaptı yataktan kalkmaya hazırlanıyordu ki artık gidecek bir işi olmadığını hatırladı. İşten atılalı bir ay olmasına rağmen hala alışamamıştı. Uzun yıllar süren kurumsal hayattan sonra sudan çıkmış balığa dönmüştü.  Daha önceleri rutin bir hayatı vardı. Her gün aynı şeyleri yapar, öğlen yemeğinde bile aynı şeyleri yerdi. Şimdi ise napacağını bilemiyordu. İşsiz güçsüz dolanıyordu. Parası da tükenmek üzereydi. Keşke kenara biraz para atsaydım diye kızıyordu kendine sürekli.
 
                Madem gidecek bir işim yok biraz daha uyuyabilirim diyerek yatağa tekrar yattı. Yastığa gömüldü, uyumaya kaldığı yerden devam etmek istiyordu. Beş dakika geçmemişti, gözlerini açtı gidecek bir işinin olmamasının ağırlığı çöktü üzerine.  Eski anılar zihnine üşüşüyor, rahat bırakmıyordu onu.

                İki sene önceki doğum gününe gitti. Ofiste büyük bir parti düzenlenmişti onun için. Ne de olsa şirketin koskoca genel müdür yardımcısıydı. Gücünün doruğundaydı o zamanlar. Yüklü bir nafakayla da olsa nihayet karısından yeni boşanmış bekar bir erkekti. Canan, uğruna karısını terk ettiği sarışın fıstık, sürekli evlilik için baskı yapmasa hayat onun için şahane gidiyordu. Ama onun evlenmeye niyeti yoktu. Daha yeni boşanmış bir erkek olarak bunun tadını çıkarmak istiyordu. Şimdiden yeni işe başlayan kızılı kafasına takmıştı. Çabaları sonuç vermiş geceyi onunla geçirmeye ikna etmişti. Gece olacakları düşününce şimdiden heyecanlanmıştı. Canan’a iş yemeğim var demişti. Şimdilik inanmış gibi görünüyordu.

“Engin Bey hazırız. Pasta kesmek için sizi bekliyoruz.” Hayalini kurduğu kızılın sesiyle kendine geldi.
“Hemen geliyorum” dedi.

Pasta kesildi elemanlarıyla şakalaştı. Hayat ne kadar güzel diye düşünüyordu o zamanlar. Şimdi o günlere baktığında aslında o gün herkesin kendisinden ne kadar nefret ettiğini fark edememiş olduğuna şaşırıyordu. İnsan gücü elinde tutarken hep böyle kalacağını, sonsuza kadar güce hükmedebileceğini zannediyordu. Oysaki gücün esiri olmuştu farkında bile değildi.  Ah ah eski günler diyerek yatakta sağdan sola dönerek yastığa tekrar gömüldü biraz daha uyumak istiyordu. Ama geçmiş yakasını bırakmadı. Bu sefer geçen yılki krize gitti aklı. Toplu işten çıkarmalar olmuştu.

-      Engin Bey, acıyın bana. Daha yeni ev aldım, karım hamile üç ay sonra bebeğim olacak. Kovmayın beni. Yalvarırım paraya çok ihtiyacım var. Bu saatten sonra nasıl iş bulurum. Borçlarımı nasıl öderim.
-          Bana mı sordun Samet ev alırken, çocuk yaparken. Yapmasaydın Samet çocuk bak bana benim çocuğum var mı. Paran yoksa almasaydın ev. Bana mı güvendin, ben mi ödeyeyim senin borçlarını.
-          Ama Engin Bey. Acıyın bana.
-        Samet. Yapacak bir şey yok. Eşyalarını topla. Artık burada çalışmıyorsun. Sen mi gidersin, güvenliği mi çağırayım.

Koca adam karşısında bebek gibi ağlamıştı. Tüm çalışanlar o kadar utanmıştı ki Samet giderken kimse suratına bile bakamamıştı. Herkes kafasını eğmiş, kata ölüm sessizliği hakim olmuştu. Engin ise hiçbir şey olmamış gibi çalışmaya devam etmişti. Kriz dönemlerinde bazı insanlar işten çıkarılır bu gayet normaldir diyordu herkese. O zamanlar acımadan insanları kovarken birgün sıranın kendisine gelebileceğini hiç düşünmemişti. Hala işten atılmanın acısını çıkaramamıştı. Nasıl olur da şirket ondan vazgeçebilir anlamıyordu.

Tam bir ay olmuştu işten atılalı. O günü dün gibi hatırlıyordu. Çok onur kırıcıydı kendisine haber bile vermemişlerdi. Her zamanki gibi işe gitmişti. Şirketin kapısından havalı bir şekilde girerken güvenlik onu içeri almamıştı, artık burada çalışmadığını içeri giremeyeceğini söylemişlerdi. Hayatında yaşadığı en büyük şok olmuştu bu olay. İnanamamış, bağırıp çağırmaya, tehditler savurmaya başlamıştı. En son güvenlik tarafından yaka paça dışarı atılmıştı. Şirket kapısından çıkarken tüm şirketin camlara yapışmış bir şekilde onu izlediklerini fark etmemişti.

Eski anılar gidin başımdan diye bağırdı. Yastığa tekrar gömülürken sadece birazcık uyumak istiyorum diye söyleniyordu.