Efsun elindeki tohumlara baktı bir süre, ne yapacağını bilmiyordu. Toprağa ekeceksin, haftada bir sulasan yeter, güneş görmeleri gerekiyor mutlaka demişti seminerine gittiği kadın. “En son ne zaman toprakla uğraştınız, toprağa bir bitki ekip onu büyümesini beklediniz sabırla, sadece suyla değil aynı zamanda sevginizle de suladınız onu. O kadar uzaklaştık ki doğadan topraktan, göğü delen binalarda yaşamaktan bir zamanlar toprağa bastığımızı unuttuk. Bugün size doğamızı hatırlatmak için tohum dağıtıyorum. Bunu hazır olduğunuda toprakla buluşturun, hepsi farklı sürpriz tohumlar. “ Kadının söyledikleri o zaman çok tuhaf gelmişti Efsun’a, kadının kıyafetleri, hareketleri, anlattıkları da tuhaftı. Bugüne kadar eğitime gelen tüm konuşmacılar hırstan, rekabetten, daha çok çalışmaktan bahsederken o yavaşlamaktan, durmaktan, kendi içimize dönmekten bahsetmişti. “Kendi içimize dönmezsek gerçeği göremeyiz, özümüzü, bizi oluşturan parçaları, kendi benliğimiz ancak kazıyarak, bizi saran kimliklerimizden kurtularak bulabiliriz. Uzun bir yolculuk gerekir bunun için, kolay olmayacaktır kuşkusuz, yolun yarısında yorulup geri dönmek isteyebilirsiniz, işte bugün size dağıttım bu tohum size yolunuzu hatırlatmak için var. Tohum toprakla buluştuğunda karanlıkta korkar, yapayalnızdır, üşümüştür, can suyu verirsiniz, kana kana içer, ama bu onu daha çok üşütür. Kız gelir buz tutar, soğuktan donacak kıvamdadır, şekil değiştirir. Bekler, hareket edemez karın altında, doğru zamanı bekler acılar içinde. Sonra bahar gelir toprak gevşer. Bir bakmışsınız tobum çatlamış ve toprağın üstünde minicik bir filiz çıkıvermiş. İşte gerçek sihir budur. Değişime ayak diretmeden filizleneceği günü sabırla bekler ve bir gün tohumdan bambaşka bir hale evriliverir ama özünü kaybetmez. Tam aksine özüne doğru giden bir yolculuktur bu. İşte biz de zorluklarla baş ettikten sonra başka aleme dönüşürüz, evriliriz. Boyut atlarız belki de. Burda hırs yoktur, kavga yoktur, rekabet yoktur sadece birlik vardır. Özmüzle kavga etmeden, kabul ederek bir olmayı öğreniriz. “ O gün eğitim bitip elindeki tohumlarla çalıştığı kata doğru çıkarken kadını düşünüyordu. Dedikleri mantıklıydı fakat nasıl uygulayacaktı bunları, söylemesi kolay, uygulaması zordu. Bakalım o gelsin burda camları açılmayan bu devasa binada mevsimlerden bihaber çalışsın bakalım dediklerini uygulayabilecek mi diye söylenmişti merdivenleri çıkarken.
Gittiği eğitimin üstünden yıllar geçmişti, değişmişti. Rüzgar onu başka yerlere savurmuş, işi bırakmış, bir anda aldığı kararla ülke değiştirmişti. Tohumları bile unutmuştu aslında ama şans mı kader mi tohumlar onu unutmamış yıllardır çantasının bir köşesinde toprakla buluşacakları bu günü beklemişti sanki. Günlerdir aralıksız yağan yağmur nihayet dinmiş güneş yüzünü göstermişti. Bahçeye çıktı, taşların arasından çıkan otlara baktı, ne ara bu kadar büyüdüler hiç fark etmedim diye düşündü. Kenarlardaki küçük çakıl taşlarını attı, toprağa ulaştı, küçük bir çukur kazarak elindeki tohumları bıraktı. Toprakla üzerlerini örttü ve can suyu verdi. Kadının o günkü sözleri geldi aklına acaba şu anda karanlıkta üşüyor mudur diye düşündü. Acaba ne çıkacaktı, içini çocuksu bir heyecan kapladı. Günler aynı rutinde akmaya devam etti. Ülke değiştirse de rutinlerden kurtulmak kolay olmuyordu. Sabah kalk, işe git, çalış, akşam eve dön, tek başına yemek ye, biraz evde çalış, kitap oku, sosyal medyaya bak, sonra uyu, ertesi sabah yine aynılarını tekrarla. Mevsim kışa döndü, kar yağdı, hiç alışık olmadıkları kadar soğuk oldu. Hayatın önüne çıkardığı küçük sorunlarını çözmeye çalışırken, bir yandan da yeni hayatına alışmaya çalıştığı o soğuk kış günlerinin arkasından karlar eridi, yağmurlar yağdı ve bir sabah gözünü açtığında pırıl pırıl güneşi gördü. Uzun süre sonunda bahçeye çıktı, taşların arasındaki otları yoldu, kendince düzene sokmaya çalıştı küçük bahçesini. Ektiği tohumu çoktan unutmuştu.
Aradan yıllar geçti gittiği ülkeye alıştı, kök saldı. Umutsuzca geldiği bu ülkede tekrar yaşamaya başladı. Yıllar önce dada liseye giderken dansçı olmak istediğini fark etmişti. Müzik dans onun en büyük tutkusuydu. Çalan müzik eşliğinde saatlerce dans edebilirdi bıkmadan usanmadan. Ama babası engellemişti, olmaz demişti okuyacaksın, adam gibi mesleğin olacak. Kurumsalda çalışmıştı yıllarca. Camları, pencereleri açılmayan, aynı odada yüzelli iki yüz kişinin deney hayvanı gibi bilgisayar başından ayrılmadan çalışmak zorunda olduğu gönüllü kölelik düzeni. Şimdi ise gönlünce dans edebiliyordu. Hafta sonu şehrin en büyük gösteri merkezinde gösterileri olmuştu. Tutkusunu bulmuş o yolda ilerlemekteydi. Bir sabah uyandı, pırıl pırıl bir güneş vardı, perdeleri açtı, güneş tüm odayı doldururken uzun uzun gerindi. Kahvaltısını bahçede yapmaya karar verdi. Kahvesini yaparak bahçeye adımını attığında gözlerine inanamadı. İncecik, uzun gövdesiyle sadece iki dalı olan ve dallarında pespembe çiçekler açmış kiraz ağacı onu selamlıyordu. Yüzünde gülümsemeyle yanına gitti, bu yıllar önce ektiği tohum olmalıydı. Ben zorluk içinde buraya alışmaya çalışırken demek ki sen de toprağını bulup kök salmışsın. Ne kadar güzel ikimiz de zorluklar içinden geçerek kendimiz olmayı başarmış ve yuvamızı bulmuşuz. Elleriyle narince dokundu çiçeklere, gözlerinden akan iki damla yaşa engel olamadan.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder