28 Ocak 2020 Salı

Son An


              Gökdelenin çatısından aşağı doğru bakarken üzerinde bulunduğu son anlarda ne hissetmesi gerektiğini bilemiyordu. Üzülmeli miydi yoksa nihayet bunu yapabilecek cesareti kendinde bulabildiği için sevinmeli miydi kararsızdı. Kafasını kaldırdı gökyüzüne baktı. Gri, koyu kapkaranlık bir gökyüzü vardı. İçi bulandı. Tam o anda kendi gibi acaba kaç kişi daha canına kıymak için beklemekteydi. Bir an o insanları düşündü, onları oraya getirecek nedenleri. Bir insan neden kendi canına kıymak isterdi, hangi nedenler onu buna iterdi. Yetersizlik derdi karısı kuşkusuz. Yetersizsin sen işte, her zaman yetersiz oldun. Evlendiğimizde de böyleydin hala böylesin. Annesi ne derdi peki. Biricik oğlunun burda gökdelenin tepesinde son nefesini vermek için beklediğini bilse? Üzülürdü kuşkusuz sonuçta ana yüreği dayanamaz, hele kendi anası asla dayanamaz biricik oğlunun üzülmesine. Ama işte o amalar getirmemiş miydi bunu oraya. Paşam benim aslan parçamlarıyla büyütülen bu koca insan yavrusu hayata, gerçek hayattaki kurtların arasına karışınca görmüştü aslına korkak bir kediden farkı olmadığını. Her an annesinin o bildik, tanıdık kokusuna sığınmak istemişti. Göğüslerine kafasını yaslayıp hep yaptığı gibi orada avunmak. Ama hayat zordu, annesi yoktu yanında, tek başına mücadele etmesi gerekiyordu önüne çıkan çakallarla, kurtlarla.
              Düşüncelerinden gelen telefonla sıyrıldı. Pantolonun cebinden çıkardı göz ucuyla baktı arayana. Patronuydu. Sıkıntıyla üfledi. Son anda, hayatının son anında sesini duyması gereken kişi o mu olmalıydı? Açıp açmama konusunda karasızdı. Çok değil beş dakika sonra tüm bunları geride bırakıp gidecekti. Öyleyse ne gerek vardı telefonu açmanın. Açmadı. Telefon susmadı bir daha aradı ısrarla. Açana kadar bundan kurtuluş yok anlaşılan diye düşündü açayım da kurtulayım.
              “Sezai nerdesin oğlum. Senden istediğim raporları da hazırlamışsınız.”
              “Hazırladım Mehmet Bey. Dün gece mail attım.”
              “Tamam şimdi gördüm. Nerdesin sen.”
              “Ben biraz hastayım, yatıyorum, bugün gelemeyeceğim.”
              “İyi.” Diyerek kapatmıştı telefonu çalışanın nesi olduğunu sormadan. İyi bari bunu da atlattık en azından benim arkamdan üzülüp ağlamayacak biri diye fısıldadı telefonu gökdelenin çatısından aşağı doğru atarken. Kuş gibi hafifledi birden. Ben de böyle düşeceğim kuş gibi, telefon nasıl düştüyse öyle. Aşağı baktı. İnsanlar yollarda bir o yana bir bu yana savruluyordu. Hayat bildiğin gibiydi. O almasa da akmaya devam edecek. İnsanlar üzülecek, kırılacak, yorulacak ama yine de yollarına devam edecekti kuşkusuz.
              “Bıktım artık bu hayattan bıktım. Gidecek yerim yok, hayatta kimsem yok. Ne yapacağım bilmiyorum.” O ses de nerden geliyor. Sezai kimin konuştuğunu anlamak için etrafına baktı. Tam yanındaki duvarda beyaz elbise giymiş kırmızı saçlı bir kadından geliyordu ses. Üzerine çıktığı duvardan atlayarak indi ve kadına doğru yürümeye başladı.
              “Sen de kimsin böyle?”
              “Dur atlama.”
              “Yaklaşma yoksa atlarım”
              “Ben Sezai. Şurdan atlamak için geldim. Beraber atlayalım istersen.”
              “Komik mi?”
              “Değil evet” Öyle demesine rağmen kadının ilgisini çekmeyi başarmıştı Sezai. Kadın da duvardan atlayarak indi ve Sezai ile yere çömelerek oturdular. Sessizliği ilk kadın bozdu.
              “Sen, sen neden atlayacaktın.”
              “Bilmem, sıkıldım hayattan.”
              “Ne demek sıkıldım. İnsan sıkıldı diye canına kıymaya kalkışır mı hiç.”
              “Ya sen.”
              “Gidecek yerim yok, işim, hayatım. Hepsi üst üste geldi.”
              “Hep öyle olur zaten.”
              “Bana gel istersen.”
              “Komiksin.” İkili bir süre hiç konuşmadan oturdular. Sanki kafalarında ikisi de ayrı ayrı ne yapacağını bundan sonra ne olacağını tartıyor gibiydi. Karar vermek de kolay olmamıştı ama uygulamak daha zordu sanki.
              “Bir kahve içmeye ne dersin?” Sezai aralarındaki sessizliği bozdu.
              “Kahve mi?”
              “Evet neden olmasın”
              “Hadi gidelim.”
              “Hem konuşuruz.”
              “Konuşuruz.”
              İkisi birden aşağı, insanların arasına doğru yürürken hafiften bir yağmur başlamıştı. Kadının elinden tuttu, tam düşecekken son anda yardım etti. Onun masmavi gözlerinde ufacık bir umut ışığı yakaladı. Hayatı yaşamaya değer kılan en ufak bir umut ışığı. Kadın kalktı, gülümsedi. Beraber hayata karıştılar.



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder