17 Mart 2020 Salı

Sanki


Sanki içine aniden bir his gelir ya durup dururken öyle bir şeydi bu. Salonda oturmuş kahve içiyordu, sütsüz, şekersiz her zamanki gibi. Pencerenin dışlında bir hayat vardı, insanlar koşturuyor, kuşlar uçuyordu. Göç mevsimi yaklaştı havalar soğuyor, siz de terk edin bizi güzel olan ne varsa gitsin. Kalalım burda tek başımıza diye söylendi. Bir an gözlerini kapattı gökyüzündeki kuşlar gibi özgür olmayı diledi, başını alıp gitmeyi, bambaşka bir zamanda bambaşka bir yerde sıfırdan başlamayı diledi. Ne olduysa işte o anda oldu. İç içe geçmiş binlerce anın toplamı o an. Telefon çaldığında hala gözleri kapalıydı, uçmayı hayal ediyordu, sonsuzluğa doğru kanat çırpmayı. Hayırdır diyerek telefona koştu.
“Hacer Hanım’la görüşecektim.”
“Buyrun benim. Siz kimsiniz.”
“Ben Özel Salı Hastanesinden arıyorum efendim. Serdar Güzelyurt’un yakını mısınız acaba?”
“Evet eşim olur kendisi. Ne oldu iyi mi?”
“Nasıl söylenir bilmiyorum.”
“Direk söyleyin ne söyleyecekseniz. Dolandırmadan.”
“Sabaha karşı hastanemize getirmişler. Geldiğinde bilinci kapalıydı. Acilde ilk müdahalesi yapıldı.”
“Ne olmuş, kaza mı geçirmiş, şimdi nasıl?”
“Bilmiyorum efendim. Kaza bulgusuna rastlamadık, bilinci yerinde değildi geldiğinde ama sabah kendine geldi. Şeyy. Sorun şu ki kendisi hiçbir şey hatırlamıyor.”
“Nasıl.”
“Buraya gelebilirseniz detayları görüşebiliriz.”
“Tamam.”
Hacer telefonu kapattıktan bir süre sonra elinde telefon camdan bakmaya devam etti. Kocası hiçbir şey hatırlamıyordu demek. Ne olmuştu acaba, gece eve gelmediğini hatırladı birden. Ondan önceki gece de gelmemişti. Alışmıştı bu duruma nicedir sorgulamıyordu artık nerde olduğunu. Sehpada duran düğün fotoğraflarına kaydı gözü. Bunu toplamayı unutmuştu demek, gözünden kaçmış demek. Stüdyoda çekilmiş arka fonda yanan bir şömine var. O koltukta oturmuş, yüzünde koca bir gülümseme, Serdar arkasında ayakta, eli karısının omzunda. Eller birleşmiş, suratlar mutlu. Klasik düğün fotoğrafı, gülen yüzler. Peki ya sonra. Güzel bir düğün, pahalı son moda gelinlik, pırlanta takılar mutlu bir evlilik için yeterli miydi? Tek kişilik yalnızlıkla baş edemezken bunca sene iki kişilik yalnızlıkla nasıl başa çıkmıştı. Yavaşça sehpaya doğru yürüdü ve çerçeveyi eline alarak içinden fotoğrafı çıkardı. Tek hamlede paramparça yaptı. Tek bir damla gözyaşı bile akmadı. Yatak odasına gitti, dolaptan valizi çıkardı ve eşyalarını yerleştirdi itinayla. İşi bitince son kez baktı odaya ve yürüdü. Yirmi yıl önce tek bir valizle geldiği bu evden yirmi yıl sonra yine tek bir valizle ayrılıyordu. Kapının dışında durdu, derin bir nefes aldı. Üzerinden geçen kuş sürüsüne baktı. Kuşlar uçuyordu, yüzünü gülümseme kapladı uzun bir süre sonra. Arabasına bindi. Özgürlüğe doğru sürdü direksiyonu. Nasılsa hatırlamıyordu olanları, tekrar hatırlamanın anlamı yok diye geçirdi içinden kuşlarla birlikte yol alırken.

12 Mart 2020 Perşembe

Sona Geldik


Aysel derin bir nefes aldı. Hakim son kararı açıklamak üzere herkesin ayağa kalkmasını istemişti. Biraz önce oturduğu sandalyeyi ayağıyla yavaşça iterek ayağa kalktı, sırtını dikleştirerek hakimi dinlemeye başladı. Kulakları uğulduyordu. Nihayet bitmişti, boşanmışlardı galiba ya da o öyle anlamıştı. Hemen sevinemedi, sanki zaman durdu o an, dünya dönmeyi bıraktı, küçük bir boşluk açıldı ayaklarının dibinde giderek büyüyen. Ayakkabılarına takıldı gözleri. Kırmızı, yüksek topuklu, rugan ayakkabılar. Çocukluğundan beri hep kırmızı ayakkabıları olsun istemişti ama annesi hep engellemişti onu nedense. “Cici kızlar kırmızı ayakkabı giymez, sen akıllı, uslu bir hanımefendisin” der her seferinde aynı tarz, gösterisiz, sade siyah ayakkabılarla çıkarlardı mağazadan. Büyüdü evlendi ama içindeki kırmızı ayakkabı sevdası bir türlü bitmedi. Bu sefer de karşısına eş engeli çıktı. “Kırmızı olmaz çok seksi, çok gösterişli, ben yanımda seksi bir kadın istemiyorum” diyerek konuyu bir çırpıda kapatmıştı.

Şimdi hepsi bitmişken o küçücük adliye salonunda kırmızı ayakkabılarına bakarken zihni de boş durmuyor, avını arayan sinsi bir yılan gibi geçmiş anıları tarıyordu. Balayının son gününe gitti. Kaldıkları lüks otelde son gecelerinin olması sebebiyle bunu kutlamak istemişi. Geceye özel getirdiği siyah göğüs dekolteli mini elbisesinin altına kırmızı yüksek topuklu rugan ayakkabılarını giyerek özenle hazırlanmıştı geceye. Saçlarını topuz yapmış, kırmızı rujunu sürmeyi ihmal etmemişti. Özenle hazırlanıp övgüleri toplamayı beklerken kendisini böyle gören Erkan anında delirerek bağırmaya başlamıştı. “Sen beni katil mi edeceksin kadın, hiç mi akıl yok sende. Bu kılık kıyafet ne, nasıl giyinmek bu. Ben sana demedim mi evlenirken ben seksi, gösterişli bir kadın istemiyorum diye. Beni çıldırtmak için mi yapıyorsun tüm bunları.” Kızarana, sesi çıkmayana kadar bağırmış ve çarpıp kapıyı gitmişti. O ise ne yapacağını bilemez halde tek başına odada beklemişti ama gelmemişti kocası o gece. Nereye gitmişti, ne yapmıştı bilmiyordu. Aslında o gün bitirmeliydim, hepsinin başladığı ilk gün devam etmemeliydim bu düşünce yıllardır içini kemirip duruyordu.

Yıllar geçti evliliklerinde, bazı günler mutlu, bazı günler mutsuz, bazısı iyi, bazısı kötü. Aysel zamanla idare etmeyi öğrenmişti kocasını. Tüm kadınlar öğrenirdi zaten. İyi bir evlilik yürütmenin ilk koşulu idare etmekti. “İdare ediver kızım. Erkek kısmı gözü dışarda olur, onu eve bağlayacak olan sensin. Soğutma adamı” Annesine ne zaman dert yansa söyledikleri bu oluyordu. İçinde bir yerlerde bu evliliğin yanlış gittiğini düşünse de her zaman hislerini bastırmayı, işaretlerin peşine düşmeyi bırakalı çok olmuştu. Evliliklerinin ikinci yılına gitti, belki de bu günün tohumları o zaman atılmıştı. Erkan’ın işleri iyi gitmiyordu bir de üstüne ortağına bol miktarda borç para vermiş ve geri alamamıştı. Nakit sıkıntısı vardı ve bu durumdan en çok etkilenen de ne yazık ki evlilikleri olmuştu. Aysel kardeşinin düğünü için hediye altın alırken biraz kuyumcunun ısrarı biraz da kolyenin cazibesine dayanamayarak ortasında kocaman zümrüt, kenarında küçük elmaslar bulunan bir kolye küpe takımı almıştı kendine. Eve gelince itinayla kadife kaplı kutusundan çıkararak takmış ve aynada kendini seyretmişti bir süre. Akşam kocası işten gelince ona göstermiş ve asıl kıyamet kopmuştu. “Sen beni delirtecek misin kadın, kaç para bu, sen bilmiyor musun ben ne sıkıntıdayım. Para bulamıyorum mal almak için sen kalkmış bir dünya parayı kolyeye küpeye yatırıyorsun. Ne kadar laf anlamaz aptalmışsın sen.” Diye bas bas bağırmıştı. Aysel tek kelime bile etmeden sabah olunca ilk iş takıları geri götürerek parasını almıştı. Akşam parayı kocasına geri vermesi bile aralarındaki soğukluğun geçmesine engel olamamıştı.

Belki de en zoru kendinden vazgeçmekti bir evlilikte. Bunu ancak uzun evlilik yürütenler anlardı. Aman tadımız kaçmasın, düzenimiz bozulmasın diyerek söylenen yalanları görmezden gelmek, karşı tarafın söylediklerinin altında başka anlamlar aramak, yok canım aslında öyle demek istememiştir diyerek kendini yatıştırmak, annesinin deyimiyle kan kusup kızılcık şerbeti içtim demek, sorunları göz ardı etmek hep kadınların yaptığı hareketlerdi. Aysel de bunların hepsini yapmıştı. Başından beri sorunları görmezden gelmiş, kendini mutlu bir evliliği olduğuna inandırmıştı. Ama her masalın sonunda prenses mutlaka uyanmak, gerçeklerle yüzleşmek zorundadır. Aysel de bir gün canının tak ettiği noktaya gelmişti.

Erkan iş gezisinden yeni dönmüştü. Evliliklerinin onuncu yıl dönümünü kutlayamamışlardı bu yüzden. Dönüşte Aysel’i arayarak bugün erken geleyim akşam yemeğe çıkarız demişti. Aysel hazırlanmış, beklemeye başlamıştı gelmesini ama Erkan gelmedi. Hatta o gece hiç gelmedi. Sabah olduğunda telefonla da ulaşamadı. Ancak akşama doğru telefon etti Erkan aniden işi çıktığını, telefonun şarjının bittiğini ve bu akşam da gelemeyeceğini söyledi. Alışmıştı iş gezilerine, o yüzden aldırış etmedi ama içine bir kurt düşmüştü bir kere. Hayatında ilk defa kocasının dolabını karıştırdı. İş seyahatine giderken giydiği takım elbisesinin ceplerini karıştırırken eline sert bir cisim geldi. Eline cebine soktu, bir adet telefon. Açıp açmamak konusunda tereddüt etse de açmaya karar verdi. Ekranda gördüğü fotoğraf yetmişti zaten gerçekleri anlamasına. Erkan yanında uzun sarı saçlarıyla, memeleri giydiği bluzdan fırlayıp Aysel’i boğacakmış gibi duran bir kadının elini beline dolamış kameraya poz veriyorlardı. Kocasının kucağında ise üç dört yaşlarında küçük bir kız çocuğu gülüyordu. Bu mutluluk tablosu içinde kadının ayakkabılarına takıldı gözü kırmızı, yüksek topuklu, rugan ayakkabılar. İşte o an gitmeye karar vermişti Aysel.

Avukatının kolundan tutmasıyla kendine geldi. “Özgürsün artık, istediğini yapabilirsin, tebrikler.” Dedi ellerini uzatarak. El sıkıştılar ve Aysel kırmızı ayakkabılarının üstünde hiç olmadığı kadar güçlü bir şekilde yeni hayatına doğru ilk adımlarını attı.

6 Mart 2020 Cuma

Sevgili Jane


Sevgili Jane,
Dün gece bebek hiç uyumadı. Bebeğin bir adı yok mu dediğini duyar gibiyim. Evet var. Alice koyduk adını hani şu ünlü kitap var ya çocukken okumayı çok severdik hatırladın mı? Alice in Wonderland. Bebeklerin dünyaya alışmak için kırk günleri varmış, tabi annelerin de yeni hayatlarına ama sanki ne ben bebeğe ne de bebek bana alışamayacak gibi geliyor. Daha doğalı on gün olmasına rağmen şimdiden eski hayatımı özlüyorum. Böyle hissettiğim için kızıyorum kendime, öfkeleniyorum ama yine de sevemiyorum bebeği. Bak şimdi yine başladı ağlamaya. Of daha on dakika olmamıştı uyuyalı.

Sevgili Jane,
Dün Arthur’la kavga ettik. Pazar günü annemler gelecek dedim evde olmayacakmış beyefendi. Tahmin et nereye gidecekmiş. Çocuklarla balığa. Ah şu çocuklar yok mu koskoca adam üstelik baba hala tutturmuş çocuklar da çocuklar. Görsen hepsi kazık kadar. Tabi gezsin hakkıdır, çok yoruluyor çünkü ya ben tüm gün bebekleyim. Üstümde kusmuklu pijamayı ne zaman değiştirdiğimi bile hatırlamıyorum. Kadın olduğumu bile unuttum. Sahi bir zamanlar giyinip, süslenip gezen bir Kate vardı di mi şimdi nerde o. Ben hiçbir yerde bulamıyorum. Bebek uyandı. On beş dakika uyudu bu sefer. Her gün beş dakika uzasa uyuma süresi kaç yaşına gelince sekiz saat kesintisiz uyur?

Sevgili Jane,
Annemler gelmekten vazgeçti. Babam son anda rahatsızlanmış güya tansiyonu çıkmış. İnanmadım tabi hep bunlar bahane. Torununuz sizin o be torununuz. Daha görmeye bile gelmediler. Neymiş efendim gelmek istiyorlarmış aslında ama çok uzakta oturuyormuşuz. Yakın olsaymışız gelebilirlermiş. Yok ya bin trene gel hepi topu beş saatlik yol. Torunun için katlanıver o kadar yola. Yok ama ben biliyorum gelmezler. Hep böylelerdi zaten. Görürsün bak çocuk büyüsün kimseye ihtiyaçları kalmasın o zaman gelirler. Şimdi iş çok tabii kaçmaları normal. Gelmesinler zaten ihtiyacım yok onlara. Ben sadece uyumak istiyorum artık. Şuraya kıvrılıp uyusam.

Sevgili Jane,
Bugün doğumdan bir ay sonra ilk defa dışarı çıktık bebekle. Evet hala bebek Alice demeye alışamadım ya da kızım demeye. Bana ait hissetmiyorum henüz galiba o yüzden bebek deyince daha çok yabancı gibi geliyor sanki bana ait değilmiş gibi ama bana ait. Dün ilk def a güldü. Kısacık bir an içimde ona karşı garip bir sevgi hissettim. Onu sevebilirmişim gibi, kucağıma aldım kokladım. Çok güzel kokuyordu. Çok kısacık bir an. Dışarıyı çok sevdi bu arada. Korkuyordum açıkçası küçücük bebekle gezmeye ama sakindi gün boyu. Ben de dışarda olmayı özlemişim. Şimdi beşiğinde mışıl mışıl uyuyor umarım çabuk uyanmaz. Bir kadeh şarap aldım kendime, ayaklarımı uzatıp keyif yapmayı planlıyorum sanırım bunu hak ettim.

Sevgili Jane,
Dün gece Arthur eve gelmedi. Evlendiğimizden beri ilk defa oluyor bu durum. İş seyahatiymiş güya ama ben inanmadım nedense. Doğumdan sonra iyice tuhaflaştı. İş seyahatleri, mesailer, arkadaşlarla buluşmalar sanki sürekli eve gelmemek için bahane arıyor gibi. Çocuk sahibi olmayı en çok o istemişti halbuki. Bu konuda ısrarcıydı şimdi ne oldu anlamadım. Çok yoruluyorum ne zaman ağzımı açsam susturuyor direk, neymiş tüm gün zaten dışarıda çalışıyormuş bir de benim dırdırımı çekemezmiş beyefendi. Ben tüm gün meme, uyku, çiş, bok ekseninde dolanıyorum ama. Kimseye şikâyet etmeye hakkım yokmuş gibi sana yazdığım mektuplar da olmasan hepten delireceğim. Senin gerçekten var olmadığını bilsem de birilerinin beni dinleyip anladığını hissetmek bana iyi geliyor.
Sevgili Jane,
Sana uzun zamandır yazamadım farkındayım çünkü kendimde yazacak gücü bulamadım. Doğumdan hemen önce işten çıkarılmıştım. Sözleşmemde işe girdiğin bir yıl boyunca hamile kalmamam gerektiğiyle ilgili bir madde varmış. Biliyordum ama uygulayacakları aklıma gelmemişti açıkçası. Doğum iznine giderken bir daha gelme dediler. Tabi bunu Arthur’a söyleyemedim. Aslında söylemek istedim ama bir türlü fırsatım olmadı. Benimle ne zamandır doğru dürüst konuşmuyor biliyorsun. Ya evde olmuyor ya da çok geç geliyor. Neyse dün işten çıkarıldığımı söyleyince kıyamet koptu. Ben ne kadar sorumsuz bir insanmışım, dünya yansa umurumda olmazmış, bunu nasıl saklamışım, acil iş bulmam lazımmış, borçlar, faturalar falan filan. Bağırdı, bağırdı, bağırdı. Bebek ağladı. Ben ne yapacağımı şaşırdım. Sonra kapıyı çektim çıktı. Bense kaldım. Nereye gideyim. Keşke gidecek, sığınacak bir yerim olsa.

Sevgili Jane,
Sana son yazdığım mektuptan sonra işler daha da karıştı. Bir aydır Arthur eve gelmiyordu. Arıyorum açmıyor bir türlü. Dün artık defalarca aradım. Bebeğe bez almak için param yok düşün. Ne dese beğenirsin çalış al bana ne. Ne demek sana ne. Sen istemedin mi bu çocuğu, peşimde dolanmadın mı aylarca. İlla çocuk yapalım, illa çocuk yapalım, ben baba olmak istiyorum diye. Şimdi sanki çocuğu başkasında yapmışım gibi bu tavırlar da neyin nesi. Yarın için iş görüşmesi ayarladım. Maaşı biraz düşük ama olsun. Umarım işi alırım.

Sevgili Jane,
İş bulamadım, bulamıyorum. Bulamadıkça deliriyorum. Her yere başvuruyorum artık maaş takıntım da yok. Ne iş olsa yaparım modundayım. Her gittiğim görüşmede bebeğe kim bakacak diye soruyorlar. Onlara düştü tasası. Size ne, gerçekten size ne. Bebeğe kimin bakacağı benim problemim. Bakıcılar çok pahalı, kreş için çok küçük daha. Ne yapacağımı inan bilmiyorum.

Sevgili Jane,
Dün çok kötü bir olay oldu. Arthur ne zamandır eve gelmiyordu biliyorsun, dün Alice ile dışarı çıkmıştık. Her zaman gittiğimiz parka gitmiş salıncakta sallıyordum onu o da bana gülücükler atmakla meşguldü. Birden Arthur’un arabasını gördüm gibi geldi. Bilirsin o arabasına çok düşkündür. Daha geçen gün siyah mat kaplama yaptırdı. Yaşadığımız yerde tek onda varmış bu boya diye övünüp duruyordu. Araba tam karşımızda durdu, bekledi bir süre. Sonra sarışın bir kadın geldi, bindi arabaya. Ben de uzaktan izledim onları ama Alice’i salıncaktan indir, pusete bindir derken çoktan uzaklaşıp gözden kayboldular. Kuruntu yaptığımı düşünebilirsin belki de haklısın ama o saatte orda ne işi vardı, o sarışın kadın kimdi. Bunları öğrenmeden içim rahat etmeyecek.
Sevgili Jane,
Arthur eve gelmiyor artık. Sevgilisinin yanına taşındı. Hislerimde haklıymışım. Geçen gördüğüm sarışın kadının evine gitti. Bir süredir birliktelermiş ne kadar olduğunu bilmiyorum, söylemedi. Çok üzgünüm, çok sinirliyim. Ne yapacağımı bilmiyorum. Hala iş bulamadım. Doğum kilolarımı hala veremediğim gibi emzirirken on kilo daha almışım. Ondan mı başkasını buldu acaba?

Sevgili Jane,
Dün sabah ilk defa huzurlu uyanmıştım. Alice nihayet gece boyu deliksiz uyumuştu. Şaka gibi di mi bunu duymak ama gerçek. Uykuları düzene girdi sonunda. O oyuncaklarıyla oyalanırken ben de kahvemi yudumlayıp gazete okuyordum. Derken kapı çaldı. Postacı. Şaşırdım açıkçası kapıda postacı görmeyeli uzun zaman olmuş. Evrak getirmiş, imzalamam gerekiyormuş. İmzaladım, merakla açtım. Bir de ne göreyim boşanma ilamı. Boşanmak davası açmış bana. İnanabiliyor musun boşanmak istiyormuş. Bunu bana söylemeyi değil kapıya mahkeme emri göndererek bildirmeyi uygun görmüş. Ne yapacağımı bilmiyorum.

Sevgili Jane,
Nihayet iş buldum. Markette kasiyerim. Ayaklarımın üstünde durabileceğim nihayet. Boşanma davamıza az kaldı. Bu ayın sonunda. Ben Arthur’u azcık tanıyorsam bana nafaka vermez, çocuk için bile vereceği şüpheli. Neyse artık çalışıyorum. İş yerine yakın bir kreş buldum, çalışma saatlerini de ona göre ayarladım. Umarım altından kalkabilirim. Bu arada evi boşaltmam gerekiyor. Yapılacak işler listesinin altında boğulmak üzereyim.

Sevgili Jane,
Sana bunu nasıl anlatacağımı bilmiyorum. Geçen gün Arthur eve geldi. İşten yeni girmiştim ve yemek hazırlıyordum. Kapıyı açar açmaz üstüme yürüyüp bağırmaya başladı.  Yaşadığımız eve yerleşeceklermiş bu yüzden bir an önce evi boşaltmam gerekiyormuş. Kızgın bir boğa gibiydi hani şu arenada kırmızı görünce çıldıranlardan. Ben de ona doğru saldıran kırmızı örtü oluyorum galiba. Ağzımı açmasam, ondan uzak olsam da onu sinirlendirmek için varlığım yeterli. Evi terk etmezsem beni polis zoruyla dışarı attıracakmış. Ev bulmam lazım ama nasıl bu maaşla düzgün bir ev nasıl bulabilirim bilmiyorum.

Sevgili jane,
Sana en son ev aradığımdan bahsetmiştim ya şimdi sana güzel haberi veriyorum aradığım evi nihayet buldum hem de tahmin ettiğimden çok daha ucuza. Biraz küçük ama olsun Alice ile ikimize yeter de artar bile. Bir oda, bir salon, ikimiz aynı odada yatarız olur biter. Oh be nihayet hayatım yoluna giriyor sanki. Üstümdeki kara bulutlar hiç dağılmayacak sanmıştım.

Sevgili Jane,
Uzun zamandır sana yazıyorum biliyorsun. Bugün Arthur’la boşandık. Beklediğimden çok daha kolay oldu. On yıllık ilişki, altı yıllık evliliğin bitmesi beş dakika bile sürmedi. Meğer ne kolaymış birini hayatından çıkarmak, öncesinde yapılan kavgaları, dökülen gözyaşlarını, hakaretleri, duvara atılan yumrukları saymazsak tabi. Hepsi sanki uzun zaman öncesine aitmiş gibi ya da hiç yaşanmamış gibi. Oysa hepsi yaşandı ve kalbimdeki kırıklar hareket ettikçe hala acıtmaya devam ediyor. Keşke dövse demiştim bir arkadaşıma bir keresinde ilişkinin başlarıydı bilirsin kim kime üstünlük kuracak, kimin sözü geçecek zamanları, attığı dayağın izleri bedenimden silinir gider ama ruhumdaki morlukların, yaraların izleri nasıl gider. Hala gitmedi. İyileşirim zamanla belki. Yeni bir hayat var önümde. Her satırını baştan yazacağım bir hayat. Korkuyorum ama heyecanlıyım da. Alice uyuyor yatağında.  Ben de gidiyorum yanına ona sarılmaya. Şimdilik hoşça kal.






3 Mart 2020 Salı

Evlilik


              Ayşe geçen gece yaşadıklarının kötü bir rüya olmasını dileyerek uyandı. Yavaşça gözlerini açtı, korkarak sol elini havaya kaldırarak göz hizasına getirdi ve birden gözlerine açtı. İşte oradaydı, tam karşısında. Nasıl da parlıyordu, göz alıcıydı doğrusu. Hayal kırıklığıyla elini rastgele yatağa doğru bıraktı. “Nasıl da evet dedim inanamıyorum. Ama hepsi Burcu cadolozunun yüzünden bir de en iyi arkadaşım olacak güya. Kalabalığın içinde punduna getirdi onun sayesinde evlenme teklifini. Benim müdürüm. Eren’in müdürü, ailelerimiz, arkadaşlarımız herkes ordaydı. Nasıl hayır diyebilirdim ki. Ah Burcu seni bir yakalarsam. Hepsi senin suçun. Aileler de girdi işin içine. Off şimdi ben nasıl söyleyeceğim istemediğimi.” Söylenerek yataktan çıktı çıkmasına ama yatağa yatıp kaybolmak istiyordu. Telefonun çalmasıyla hayallerinden sıyrılarak gerçek dünyaya döndü.
              “Aşkım günaydın. Yatakta mısın, uykucu seni. Nasıl da severmiş benim aşkım uykuyu. Canım benim dün gece hiç uyuyamadım heyecandan. Sen de durumlar nasıl. Çok işimiz var bugün. Ben müdürle konuştum bugün erken çıkacağız tamam mı? Bir an önce başlamamız lazım düğün hazırlıklarına. Şimdi ilk önce gelinlikçilere gitmemiz lazım. Şöyle bol dantelli, uzun kuyruklu, kabarık, kat kat olsun diyorum ben. İşleme de olsun tabii. Daha kına gecesi var. Şimdi düğünlerde iki üç tane gelinlik değiştirmek moda. O da balık modeli olsun senin vücuduna tam gider. Saçını da topuz yaparız. Güzel yüzün ortaya çıkar.”
               “Eren.” Diyerek birkaç kez araya girmeye çalışsa da başarılı olamadı. Adam iki dakikada tüm gelinlik modellerini, mağazalarını saymıştı bile. Zor da olsa ondan kurtularak telefonu kapattı. Hızlıca hazırlanarak işe doğru yola koyuldu.
              İşe gittiğinde kimseye görünmeden özellikle de Eren’e görünmemeye çalışarak direk masasına gitti ve kafasını bilgisayara gömerek çalışmaya başladı. Ama çalışması pek mümkün olmadı. Telefon çalıyordu. Ekranda onun adını görünce yüzünü buruşturdu.
              “Benim müstakbel nişanlım nasılmış bakalım.”
              “Ölüyorum.”
              “Heyecandan tabi di mi. Ben de hiç uyuyamadım heyecandan aşkım benim. “
              “Aşkım demesek artık. Hiç hoşlanmıyorum biliyorsun. ”
              “Tamam aşkım. Ne diyeyim ne diyeyim.”
              “Eren benim seninle ciddi bir şey konuşmam lazım. Öğlen müsait misin buluşalım mı?”
              “Ne konuşacaksın aşkım şimdi söyle.              Yoksa hamile misin, baba mı oluyorum. Allah biliyordum işte biliyordum. Dün gece o yüzden o kadar durgundun demek. Aşkım benim ya inşallah kız olur inşallah. Senin gibi güzel olsun. Off hemen bu haberi herkese vermem lazım. Baba oluyorum, baba oluyorum. Bundan daha güzel haber olmaz. “
              “Eren, Eren dinle beni Eren.” Ne kadar uğraşsa da sesini duyuramadı. Of ben ne yapacağım şimdi ahh diye sinirle fırlattı telefonu. Kafasını öne eğmiş düşünürken yukarıdan gelen seslerle irkildi.
              “Oo Ayşe bu güzel haberi neden bizden saklıyorsun. Hem düğün hem bebek yakında desene, kızım sen var ya çok fenasın, bir de arkadaş olacaz, bizden bile sakladın inanmıyorum sana, neyse hayırlı olsun, bak bebek kız olursa adını ancak Burcu koyarsanız seni affederim yoksa hayatta affetmem, kızım ben senin en iyi arkadaşın değil miyim benden bile sakladın yuh.”
              Kafasını yavaşça kaldırdı, tüm ekip arkadaşları tepesine dikilmiş hem haberi kendilerinden gizlediği için kızıyor hem de tebrik ediyordu. Of Eren of diye bağırmak istedi ama iyi insan bu kendisinden önce aşkım diyen sesini yankılandı kulaklarında.
              “Aşkım”
              “Eren, ne işin var burda.”
              “Sen beni dünyanın en mutlu insanı yaptın, ben de sana sürpriz yapmaya geldim. İyi yapmamış mıyım? Bunlar senin için.    “Elindeki kırmızı gülleri uzatırken Ayşe içinden çığlıklar atarak çiçekleri kafasına geçirmemek için zor tuttu kendini.
              “Kırmızı gülden nefret ettiğimi biliyorsun.”
              “Aşkım benim nasıl da güzel. Canın tatlı, tuzlu, ekşi hangisini çekiyor. Hadi söyle gidip hemen alayım. Sen söyle yeter ki ben hemen yetiştiririm aşkıma. “Tüm ekip başlarına toplanmış meraklı gözlerle onları izlerken müdürleri geldi yanına. Onları tebrik edip işine geri dönmesiyle herkes masasına dönüp çalışmaya kaldığı yerden devam etti. Ayşe evlenmek istemediğini açıklayamadığı gibi bir de hamilelik meselesi çıkmıştı durduk yerde. Öğlene doğru tekrar telefonu çaldı.
              “Aşkım.”
              “Ne var Eren. Hani bana aşkım demeyecektin.”
              “Pardon aşkım. Canın ne çekiyor söyle. Hadi seni yemeğe götüreyim. Bizim ekip, sizin ekip hep birlikte kutlama yemeğine çıkalım ne dersin. Arkadaşlar o kadar istediler ayıp olmasın şimdi. Güzel günümüzde yanımızda olmak istiyorlar işte. Ben birazdan geliyorum merak etme zaten hep birlikte olacağız.”
              Yemek boyu Eren anlattı da anlattı. Gelecek planlarında, çocuklarının doğum şeklinden, gideceği okuldan, hafta sonları hangi aktiviteye gideceğine kadar hepsine karar vermişti. Düğün planları da hazırdı. Düğünün olacağı mekânı tutmuştu bile. Günü çok önceden almış, davetiyeleri baskıya vermişti.  Oturacakları ev belliydi zaten, kocaman evi vardı. “Hem annemlerin alt katı annem bakar bebeğimize ne güzel bakıcı derdi de yok. Çok şanslısın valla. Hemen ikinciyi de yaparız. Sonra ara vermeden üçüncü. Beraber büyüsünler.” O anlattı Ayşe şişti adam bir türlü susmak bilmiyordu. Ellerinin titremeye başladığını sol gözünün seyirdiğini hissediyordu. Midesinden boğazına doğru öfke dalgası büyüyerek yukarı doğru çıkıyordu. Herkes sakince yemeğini yerken Eren anlatmaya devam ediyordu. “Kız olacak benim bebişim adı da Muazzez olacak tıpkı babaannesi gibi.” Bu sözler bardağı taşıran son damla olmuştu. Elindeki su dolu bardağı karşısında oturan nişanlısına doğru fırlatırken bağırmaya başladı.
              “Yeter. Yeter artık. Bir sus adam bir sus Allah aşkına bir sus. Yeter.”
              “Aşkım.”
              “Aşkım deme bana. Sabahtan beri seninle konuşmaya çalışıyorum. Beni dinlemiyorsun ki. Bır bır bır ancak konuşuyorsun. Sus bir adam sus. Ben hamile değilim ayrıca seninle evlenmek de istemiyorum anladım mı beni. İstemiyorum seni. Çık git hayatımdan çık git. Sana katlanamıyorum, senden tiksiniyorum anladın mı beni. Beni dinlemiyorsun bile. Ortalığı velveleye verdin.”
              “Aşkım otur sen sinirlenme bebeğe zarar gelmesin aman.”
              “Hala bebek diyor ya hala bebek diyor. Bebek falan yok. Sen uydurdun bebek diye hamile değilim ben. Al bu yüzüğü sana katlanabilen birine verirsin ama o kişi ben değilim.” Yüzüğü sertçe parmağından çıkararak Eren’e doğru fırlattı.
              “Heyecandan bunların hepsi heyecandan. Şimdi hamile ya o heyecanlı tabi. Normal. Çok normal. Hepsi üst üste geldi. Düzelir ama. “ diyerek Ayşe’nin peşinden aşkım diyerek koşmaya başladı.