1 Eylül 2016 Perşembe

Umudunu Kaybeden Adamın Hikayesi


            Bu hikaye uzun zaman önce umudunu kaybeden bir adamın hikayesi. Bu hikaye benim hikayem. Dolayısıyla da umudunu kaybeden adam da ben oluyorum. Nasıl olur, olur mu öyle saçma şey insan hiç durup dururken umudunu kaybedermiymiş dediğinizi duyar gibiyim. Kiminiz kulak asmayacak, kiminiz saçma bulacak, kiminiz ise ilginç bulacaksınız hikayemi. Ama ne olursa olsun kayıtsız kalmayacaksınız, belki siz de umudunuzu kaybettiniz de haberiniz yok. Şimdi koltuklarınıza yaslanın da  hikayeme kulak verin.

            Herşey bir anda oldu. O kadar hızlı olduki nasıl olduğunu anlayamadım bile. Bir gün içinde olup bitti herşey. Tıpkı Murakami romanlarında oluduğu gibi  başıma gelen bir dolu tuhaf olaydan sonra umudumu tamamen sonsuza kadar kaybettiğimi anladım. Bundan tam iki yıl otuz dokuz gün altı saat önceydi benim için gayet sıradan bir sabah başlamak üzereydi.

 Ben gayet sıradan bir adamım. On beş yıldır aynı işyerinde sıkıcı olan işimi yaparım. Her gün işe gider gelirim. Sıkıcı olsa da bir işim var diye sevinirim ne de olsa ülkedeki işsizlik malum günden güne artmaktayken işten sıkılmak bana şımarıkça gelir. Öyle büyük zevklerim, istek ve arzularım yoktur. Rutini severim, değişiklikten hoşlanmam. En ufak değişiklik bile bende tedirginlik yaratır. Ev iş arası mekik dokurum. Kahvaltı en sevdiğim öğündür hiç kaçırmam. Yürüyüş en sevdiğim spordur. Hafta sonu en büyük zevkim sahilde yürüyüş yapmaktır. Bekar ve çocuksuzum. Gördüğünüz gibi gayet sıradan bir insanım. Yolda karşılaşsak dönüp bana bakmazsınız bile. Bunları size niye mi anlatıyorum belki  birazcıkda olsa beni tanımanız için. Her neyse lafı fazla uzatmadan konumuza başlayalım.

Nerde kalmıştık. Evet hatırladım. Benim için gayet sıradan bir gün başlamıştı. Günlerden Pazartesi miydi, Salı mıydı… Yok yok cumaydı evet evet şimdi hatırladım kesinlikle cumaydı. Sabah altı buçukta kalktım hergün o saatte kalkarım hiç şaşmaz. Demiştim size ben rutini severim diye. Kahvaltımı hazırlamaya başladım.  Öncelikle kahvemi demledim. Mis gibi kahve kokusu tüm evi doldurken domates ve salatalık doğradım. Peynirli omlet yaptım, ekmek kızarttım. Kızarmış ekmek kokusu kahve kokusuna karıştı. Sofraya zeytin, peynir, reçel koydum işte kahvaltım hazırdı. Hazırladığım kahvaltıya baktım ve işte benim zevkim de bu diye düşündüm. Basit hayatımın basit zevkleri. Gün normal başlamıştı görünürde tuhaf olan herhangi bir şey yoktu. Kızarmış ekmeğime terayağı sürdüm, kahvemden bir yudum aldım. Omletimi yemeğe başladım. Ama tuhaf olan ne yersem yiyeyim hiçbirşeyin tadı yoktu. Acaba hasta mı oluyorum diye düşündüm. Hasta olmayı hiç sevmem, hasta olmak benim rutinimi bozar ve ben bundan hiç hoşlanmam. O yüzden hasta olmamak için büyük çaba gösteririm. Asla kendimi terletmem, üşütmem, hasta olan biriyle toklaşmam çok dikkat ederim. Hastalığı önlemek için türlü türlü bitki çaylarım vardır. Ihlamur, zencefil, tarçın, adaçayı, papatya, melisa ve bunun gibi birçok bitki. Vücudumda herhangi bir hastalık belirtisi, kırgınlık yoktu. Zaten o günden sonra yediğim hiçbirşeyden tat alamadım. Sonradan anladım ki  umut hayata tat katıyormuş, umut olmadan hayatın tadı yokmuş.

Yıllardır ilk defa kahvaltı yapmadan evden çıkmıştım ve bu benim sinirlerimi bozmuştu. İşe doğru yola koyuldum. Gariplikler bitmek bilmiyordu. Bu sefer de renkler birer birer hayatımdan çıkıyordu. Önce yeşil çıktı hayatımdan doğadaki yeşilleri yok edilip yerine binalar dikilirken ses çıkarmayışımızın intikamını alırcasına gitti soldu tüm yeşiller, yerine taş binaların soluk grisi kaldı. Ardından mavi gitti. Kirlettiğimiz gökyüzü  ve denizlerimizin mavisi. Ardından beyaz gitti. Saflığın, masumiyetin rengi beyaz. Bütün renkler beni terk ediyordu. En son kırmızı gitti. Kanın, tutkunun ve şehvetin rengi kırmızı. En çok kırmızın gitmesine üzüldüm en sevdiğim renk kırmızıydı. Geriye tek renk kalmıştı  o da griydi. Çok güzel diye düşündüm. Tatsız tutsuz bir hayattan sonra şimdide renksiz bir hayat. Sonradan anladım ki umut aslında hayata renk katıyormuş, umut olmayınca hayatın rengi de soluyormuş.

Gözlerim yeni renklere hemen alışıverdi, sanki renkler hiç olmamış gibi. Her zaman insanoğlunun hayatta kalma becerilerine hayran kalmışımdır. Başına ne tür felaket gelirse gelsin her zaman hayatta kalmayı başarır ve her duruma bir şekilde ayak uydurmasını bilir. Bende yeni durumuma hemen ayak uydurmuştum. Arabamı çalıştırdım ve işe doğru yola koyuldum.  Bakalım günün geri kalanında beni ne gibi süprizler bekliyor die düşündüm. Her zamanki gibi trafik vardı. Trafik her zamanki gibiydi de ben her zamanki gibi değildim. Normalde çok sakin bir insan olmama rağmen bugün sanki içime canavar kaçmıştı. Tüm trafik kurallarını ihlal ettim, diğer sürücülerle kavga ettim dolayısıyla işe de geç kaldım. Nerde kaldın diye meraklanan amirime öyle bir bağırdımki kadıncağızın suratındaki ifadeyi hiç unutamıyorum. Sanki vücudumda bir virüs vardı ve yavaş yavaş tüm hücrelerimi istila ediyordu. Beni ben yapan tüm değerlerim yavaş yavaş yok oluyordu. Sabır, nezaket, hoşgörü, tahammül, sakinlik.

Sonradan anladım ki  umut aslında güneş gibiymiş azıcık çıkması bile içimizi ısıtmaya, bizi insan yapmaya yetiyormuş, yokluğu ise kalplerimizi buz kestiriyormuş. Umut gidince yüreğim ayaz kesti, tüm kanım çekilde sanki. Yaşıyordum evet buna yaşamak denirse yaşıyordum. Görünürde ben yine eski bendim ama çok büyük bir parçam da bir daha geri gelmemek üzere yok olup gitmişti.  İşte böyle dostlarım benim hikayem.


4 yorum:

  1. Ve çoğumuz gerçekten yaşar gibi yapıyoruz ya da yaşamaya çalışıyoruz

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Çok doğru. En acısı değil mi zaten yaşıyormuş gibi yapmak. Çok teşekkürler.

      Sil
  2. Ve çoğumuz gerçekten yaşar gibi yapıyoruz ya da yaşamaya çalışıyoruz

    YanıtlaSil
  3. Çok sevdim ben bunu:) Eline sağlık:)

    YanıtlaSil