27 Mayıs 2019 Pazartesi

Sinek Kadar Koca

“Ay kız ana bu Rıfkı öldürecek beni”
“Noldu kızım anlat”
“Ay anne nolsun daha ne olsun. Yitip bitirdi ömrümü, çürüttü gençliğimi”
“Ne oldu kızım, telaşlandırma beni.”
“Tatile gidemiyoz bu yaz, neymiş efendim her yer çok pahalıymış, dolor euro fırlamış, anam bana fırladı bunlar. Bana ne bundan bana ne. Ben tatil istiyom, çok mu şey istiyom sanki. Yat mı alalım dedim kat mı alalım dedim. Elalem kafam kadar pırlantayla gezerken ben teneke gibi yüzükle geziyom. Ay ne çekilecek çilem varmış benim. Oy tansiyonum düştü, bayılacam şimdi.”
“Tamam kızım sakin ol. Soğan gibi kocan var işte başında boşver tatile de gitmeyiverin, seneye gidersiniz. Biz her sene tatil mi bilirdik sanki.”
“Anne ne soğanı ya cücük olmaz ondan cücük. Hem bilmiyon mu Hale’ler her sene Paris’te biz şurdan kalkıp Bodrum’a gidemiyoz, bırak Paris’i.”
“Neyse aman boşver kızım kocandır işte başında adam var en azından, hiç olmasa napacan, yokluğu daha zor.”
“Aman anne varlığı var mı sanki. Neyse kapı çaldı hadi görüşürüz.”
Şermin annesinin kocasını övmeye başlamasıyla birlikte alel acele kapattı telefonu. Her seferinde aynısı oluyordu işte ne zaman annesinden arka çıkmasını beklese annesi her zaman kocasının tarafını tutuyordu yine aynısı olmuştu işte. Sinirle telefonu bıraktı elinden, mutfağa gitti yemek yapmaya koyuldu ama soğanları doğradıktan sonra vazgeçti yemek yapmaktan. Her gün yapıyordu da ne oluyordu sanki. Bir akşam kuru ekmek yesi diye düşündü kocası için belki o zaman aklı başına gelirdi. Dışarı çıkıp hava almaya karar verdi. Kısa sürede giyindi attı kendini sokağa. En yakın alışveriş merkezine gitti. Mağazaları gezdi, yeni sezon kıyafetlerini denedi ama bu ayın kredi kartı borcunu ödemediği geldi aklına ve kıyafetleri sadece denemekle yetindi. En son melekleriyle meşhur iç çamaşırı mağazasının önünde durdu. Mağazanın girişinde gerçekten meleğe benzeyen insana bu kadınsa ben neyim düşüncesini sorgulatan sarı saçlı mavi gözlü seksi iç çamaşırları içinde oldukça göz alıcı görünen bir kadın göz kırpıyordu. Gözü resimdeki kadının karnına takıldı, tahta gibi dümdüzdü. Bir de kendi karnına dokundu, sıktı, salladı göbeğini. Mayalı poğaça kıvamındaydı göbeği özellikle son zamanlarda aldığı kilolarla birlikte gün geçtikçe büyüyordu sanki göbeği. Kadının memelerine takıldı gözü sonra neyse ki büyük değildi memeleri, alttan sıkıştırılarak büyükmüş efekti verilmişti. Kendi memelerine elledi, fena değildi, en azından hiç yok denilemezdi. O mağazanın girişinde durmuş mankeni incelerken mağazanın satış görevlisi kız mağazadan çıkıp uzun siyah saçlarını sallayarak yanına yaklaştı.
“Buyrun bugüne özel indirimimiz mevcut, içeri bakmak ister misiniz?
Şermin kem küm edene kadar kadın elinden tutarak onu mağazaya sokmuştu bile. Şimdi renk renk, çeşit çeşit sütyenin kilodun arasındaydı. Satıcı kız elinde pembe siyah karışımı dantelli bir sütyen ve şeker pembesi dantelli tangayla yanına geldi.
“Bakın bu ürünler bugüne özel yüzde yetmiş indirimli, denemek ister misiniz. Eminim pembe size çok yakışacaktır.”
Şermin bir anda kendini o iç çamaşırlarının içinde kendini devasa kanatlar, yüksek topuklularla seksi mankenlerle aynı podyumda yürürken hayal etti. Evet Şermin sıra sende diyordu bir ses ve dumanlar eşliğinde podyuma adım atıyordu. Her adımda insanları büyülüyor, sırtındaki devasa kanatlarla kendini gökyüzünden yanlışlıkla dünyaya inmiş bir melek gibi hissediyordu. Çalan yüksek sesli müzikle çoşmuş seyirci Şermin’in podyumun sonuna gelmesiyle daha da çoşuyor ve çılgınca alkışlamaya başlıyordu. Kameralara öpücük veren Şermin seyircilere el sallayarak geri dönüş yapıyor ve çoşkulu kalabalığın çığlıkları eşliğinde yürüyüşünü tamamlayarak sahne arkasına gidiyordu. O düşüncelere dalmış kendini kendini coşturmuşken satıcı kızın sesiyle kendine geldi.
“Hanımefendi ne düşünüyorsunuz alacak mısınız?”
“Evet paketleyin lütfen.”
“Geceliklerimizde de indirim var bakalım mı?”
“Hadi bakalım”
Şermin satıcı kızın arkasından podyumda yürüyormuşçasına emin adımlarla yürüyerek ilerledi, beraber son derece seksi saten iç çamaşırlarıyla uyumlu gecelik seçtiler. Babydollar,  tangalarda da indirim varmış, onları da attı sepete. Aldıklarının coşkusuyla kendini melek gibi hissediyordu Şermin, yürüyüşü bile değişmişti sanki. Emin adımlarla kasaya doğru gitti ve tezgahtar kıza kartını uzattı. Cırt ama o da ne kart çalışmıyordu.
“Yetersiz bakiye verdi efendim.”
“Nasıl olur tekrar deneyebilir misiniz?”
“Tekrar denedim ama hala aynı sorun var, başka kartınız var mı ya da nakit ödemek ister misiniz?”
“Kaç para tutmuştu”
“Beş yüz tl efendim”
“Hımm o kadar nakitim yanımda yok ama hay allah siz bekletin bunları ben para çekip geleyim. “
“Tamam efendim bekliyoruz”
Şermin emin adımlarla mağazadan çıktı ve birkaç adım sonra kendini bırakarak kocasına söylenerek hızlı adımlarla mağazadan uzaklaştı.
“Ah Rıfkı ah rezil ettin beni rezil. Senin yüzünden bir günlüğüne melek bile olamıyorum. Bir kerecik giyebilseydim o saten dantel gecelikleri ama nerde bize ancak dizi çıkmış gri eşofman. Of of nedir benim bu kaderim. Rıfkı sende ne koca olur ne başka şey. Soğan cücüğü bile olmaz senden.” Alışveriş merkezinden çıkmış eve doğru ilerlerken yol boyu saydırdı durdu kocasına. Melek hayallerinin suya düşmesine mi yansın, tatile gidememesine mi yansın, söylendi durdu. Eve gidince dizi çıkmış gri eşofmanlarını giyerek öğlen doğradığı soğanları kavurarak yemek yapmaya girişti. Meleklikte bir yere kadardı, karın doyurmuyordu sonuçta.

24 Mayıs 2019 Cuma

Beni Ara

Vardığınızda beni ara” Gözleri endişeyle bana bakıyordu. “Merak etme…ararım” dedim. Hiç yüzüne bile bakmadan eşyalarımı hazırlamak üzere yatak odasına gittim, bavulu uzun süre durduğu dolaptan çıkardım, yatağın üstüne koydum. Normalde çok kızardın böyle yapmama ama o gün kızmadın sadece kapının pervazına yaslanıp sessizce beni izledin. Bense eşyalarımı toplamaya her zaman yaptığım gibi ilk olarak kazaklardan başladım. Bavulun en alt kısmına kazaklarımı koydum düzenli bir şekilde. “Sadece üç gün gideceksin sence de o kadar kazak fazla değil mi?” Diye sordun bana delici bir sessizliğin ardından. “Bu mevsimde soğuk olur biliyorsun, çok üşürüm ben.” Dedim sana kafamı yaptığım işten bir saniye bile kaldırmadan. Kazaklardan sonra pantolonları, gömlekleri koydum. Boş kalan yerlere çorapları, iç çamaşırlarını sıkıştırdım. O esnada kapının zili böldü aramızdaki garip gerginliği. Sessizce ayaklarını sürterek kapıyı açmaya gittin.

“Geç içeri Hale de hazır olmak üzere.”
“Rahatsız etmeyeyim”
“Yok. Gel”

İkiniz sessizce salona doğru yürürken ben de elimde bavuluma sevdiğim kitapları koyuyordum hani şu senin hiç okumadıkların. Okumamak için inat ettiğin kitaplar. Yüzümdeki heyecanı sana belli etmeden yanınıza geldim, yavaşça sokularak karşınızdaki koltuğa oturdum.

“Hazırsan gidelim mi, yol uzun ancak varırız” dedi Ali. Gözlerini halının desenine sabitlemiş sadece dudakları oynuyordu konuşurken. Sanki yüzüme baksa olan biteni itiraf edecekmiş gibi hissetim. Ben de onun baktığı gibi halıya sabitledim gözlerimi, belki onun ne aradığını bulabilirim düşüncesiyle.
“Hazırım” dedim sadece gözlerimi halıdan ayırmadan.
Üçümüz birden aynı anda kalktık ayağa. Ali önden çıktı. “Merak etme sadece üç günlük bir iş gezisi, sağ salim sana geri getiririm merak etme” dedi sana, çıkarken. Sense boş gözlerle ona bakarken bunun bir veda olduğunu biliyor gibiydin. Sarıldım sana son kez giderken. Konuşmadık, sanki tüm kelimeleri son bir yılda tüketmiş gibiydik. Elimi tuttun öptün usulca. Kapıdan çıkarken arkamdan ne kadar süre baktın bilmiyorum.

O günün üzerinden yıllar geçti. Ali yok artık yanımda, kimse yok aslında. Birkaç kişi olduysa da yürümedi. Belki ben hatalıydım, belki onlar, belki de kimsenin suçu değildi. Hala aynı yerde çalışıyorum, hala sardunyalara bayılıyorum ama yaşatamıyorum bir türlü. Ne yaptıysam olmadı. Belki senin dediğin gibi ben belki de yaralarımı tamir edip bir türlü iyileşmek istemiyorum, belki de uzun süreli ilişkilerin insanı değilim, bağlanamıyorum bir türlü. Elimde solgun çiçekler, kulpu kırık bardağım masanın üstünde, tamir edemediğim yaralarımla bir başıma bu evde otururken anlıyorum bana ne demek istediğini. Yalnızlığım benim vazgeçemediğim en kadim dostum.



21 Mayıs 2019 Salı

Senden Kalan

Bir bardak huzurdu ona kalan bu hayatta sabah kahvaltıda çay yerine koyup içtiği. Ne yıkanmamış bulaklıklar canını sıkabilirdi ne de darmadağın olmuş evin içler acısı hali. Aman ne olacak canım dağıttığım gibi toparlarım diye geçti yerde salonda bulunan eşya yığının arasından Elif. Yüzünde koca bir gülümse giyinmek için yatak odasına doğru yürürken duvar kenarına üst üst yığdığı dergiler gözüne çarptı. En üstteki dergi çarpılmış alttaki derginin kapağı belli belirsiz görünüyordu. Eğildi üstteki dergiyi yere attı, şimdi alttaki derginin kapağı tam anlamıyla ortadaydı. O vardı kapakta. Şimdilerde adını bile anmak istemediği ilk aşkı. Eline aldı dergiyi, tarihine baktı Mart 2002. Vay be dedi tam olarak on yedi yıl geçmiş üzerinden, koskoca on yedi yıl. Ne kadar da yakışıklıydı. O çok sevdiği masmavi gözleriyle kamera bakarken neler geçiyordu acaba aklından. O günlere ışınlandı zihni birden. Beraber yedikleri son akşam yemeğine gitti. Boğazdaki lüks balıkçılardan birine gitmişlerdi özellikle o istemişti. “Kameralar bizi çekecektir bu akşam ona göre güzel giyin, kuaför git, saçını yaptır, makyaj yap. Herkes görsün güzelliğini. Benim öyle sıradan kızlarla işim olmayacağımını anlasın insanlar.” Demişti. Yeni başladığı dizisi çok tutulunca bir anda camianın gözde bekarları arasına girivermişti. Tüm gözlerin onda olması normaldi. Biliyordu bu günlerin geleceğini. Beraberce çalışmışlardı bu günler için, hayaller kurmuşlardı uykusuz gecelerde gökyüzündeki yıldızlara bakıp. İşte gelmişti o günler, şimdi bunun keyfini sürmenin zamanı gelmişti. Ama içinde bir sıkıntı vardı tarif edemediği, adını koyamadığı, koymak istemediği. İşte o sıkıntı yemek ortasında çıkıvermişti birden saklandığı yerden. Buz kesmişti ortalık sanki birileri gelmiş yemeğin üstüne sos niyetine bolca buz eklemiş ve tüm yemeğin tadı kaçmış gibiydi. Bir anda değişti suratı, gülümsemesi soldu yüzünde.

 “Beni kıskanıyorsun, lanet olsun başarımı kıskanıyorsun. Gölgede kalmaktan, bu kadar başarılı bir adamın sevgilisi olmaktan korkuyorsun. Tüm ilgi sende olsun istiyorsun her zamanki gibi. Küçük hanım bunu ben başardım, bu benim başarım ve bunu kimseyle paylaşmak gibi bir niyetim yok kusura bakma. Sen istersen o sefil hayatına dönebilirsin ama ben başarımın tadını çıkarmaya devam edeceğim.” Diye haykırmıştı.

Elif ağzını açıp da ben olmasaydım, sen bu günlere gelmeyi hayal bile edemezdin diyemedi. Diziyi ben yazmasaydım seni yönetmene ben önermeseydim bu kadar ünlü olamazdın da diyemedi. Onun yerine sadece sustu. Karşısında oturan bir zamanlar delicesine sevdiği bu adama dikkatle baktı. Kimdi bu adam? Eskiden aşık olduğu adamdan izler bulmaya çalıştı, tanıdık izler. Ama bulamadı. Hali, tavrı, duruşu değişikti. Yavaşça kalktı masadan. Adam tuttu kolunu. “Otur, burdan tek başına çıkarsan ne yazarlar hiç düşündün mü, beni rezil edemezsin” diye tısladı dişlerinin arasından.

O akşam son görüşü olmuştu onu. Yolları ayrılmıştı. Şimdi yıllar sonra birdenbire geçmişi zihninin derinliklerine gömmüşken karşısına çıkması da neyin nesiydi böyle. Derin bir nefes aldı, burnundan hızlıca verdi, gözleri hala derginin kapağındaydı, aşık olduğu o adamdan izler ararcasına takılıp kalmıştı. Bir damla gözyaşı asılı kaldı havada, düşmemek için direndi, direndi ama en sonunda yenik düşerek bıraktı kendini çaresizce ve göz pınarlarından yuvarlanarak yanakları boyunca ilerledi. Diğerleri de ilk gözyaşının düşmesini beklercesine takip ettiler onu. Kaybettiği önemli bir hazineye hatırlamışçasına bir süre çaresizce ağladı Elif. Sonra kalktı yerden ve yerde duran tüm dergileri toplayarak çöp poşetinin içine doldurarak bahçedeki çöp tenekesine attı. Biraz olsun rahatlamıştı. Yağmur yağmış günlerin bunaltıcı sıcağını biraz olsun hafifletmişti. Serin esen rüzgar içini ürpertince hızlıca içeri geçti. Dışarı çıkmaktan vazgeçmişti. Sabah uyandığında içini kaplayan huzur yerini derin bir hüzne bırakmıştı. Sokaklarda gezmek yerine ne zamandır ertelediği evini toplama işine girişmeye karar verdi. Salonun orta yerinde duran kıyafetlerden başladı. Giyilmiş, giyilmemiş, eski, yeni bir dolu kıyafet. Yığından rastgele bir tanesini çekip aldı. Eski günlerden kalan mavi bir elbise geldi eline  ilk önce. Eline aldı, kaldırdı, karşıdan baktı. O gece giydiği elbiseydi bu. Onunla vedalaştıktan sonra bir daha giymediği ama atmaya kıyamadığı o elbise yıllar sonra çıkmıştı karşısına hem de bu gün. Geçmişin hayaletlerinin beni rahat bırakmaya niyeti yok anlaşılan bugün diye söylendi elbiseyi çöp poşetine atmaya çalışırken. Titreyen elleriyle çöp poşetini açmayı bir türlü beceremeyince çöktü yere ve engellemeye çalıştığı göz yaşlarını daha fazla tutamayarak serbest bıraktı.  Elinde mavi elbise bir süre hıçkırarak ağladı.

14 Mayıs 2019 Salı

Yağmurlu Bir Gündü

Efsun sabah kalktığında gitme vaktinin geldiğini anlamıştı. Yağmurlu, karanlık bir sabah uyanmışlardı. Efe’nin kalktığını, giyindiğini, kahvaltı yapmadan kapıyı çarpıp gittiğini duymuştu ama kalkmamıştı. Gözlerini sıkı sıkıya kapatıp uyumaya çalışmıştı. Böyle zamanlarda dışardan bakıldığında aslında uyumadığının uyuyor numarası yaptığının anlaşılıp anlaşılamadığını çok merak ediyordu. Ama o sabah merak etmedi daha doğrusu umursamadı. Efe’nin ona bakmadığından emindi. Evden uzaklaştığına emin olunca kalktı yataktan. Her zamanki gibi ilk iş kahve yaptı kendine. Kahve içmeden ayılamayanlardandı. Bir yandan kahvesini yudumlarken televizyonu açtı. Uzun süreden beri ilk defa televizyon izledi. Kanallar arasında gezindi, haberlere göz attı. O takip etmeyi bıraktığından beri memlekette herhangi bir değişiklik olmamıştı. Hala aynı tür haberler dönüp duruyordu. Sıkıntıyla kapattı ekranı. Bardağı mutfağa götürdü. Tezgahta dünden kalma bulaşıklar duruyordu. Bir an yıkayıp yıkamamakta tereddüt etse de kendi yıkamasa onların yıllarca kirli kalacağından emin olduğu için yıkamaya karar verdi. Gidecek olsa bile evi temiz bırakmalıydı. Yokluğunda aynı rutin devam etmeliydi.

Bulaşıkları yıkadıktan sonra uzun süredir kullanılmayan valizini çıkardı durduğu yerden. Uzun süredir aynı yerde durmaktan toz içinde kalmıştı. Üstündeki tozları silkeledi eliyle ama o kadar fazlaydı ki elle olacak iş değildi bu. Mutfaktan ıslak bez getirip her yanını iyice sildi. Toplanmaya önce salondan başladı. Kitaplarını topladı önce, tek tek aldı raftan özenle yerleştirdi bavula. Efe okumayı sevmediği için evdeki tüm kitaplar Efsun’a aitti. Çiçekleri gördü pencere kenarında, onları suladı. Ben gittikten sonra size bakmaz biliyorum ama sizi yanımda götüremem üzgünüm diye söylendi. Bavulunu toplamaya kazaklarıyla devam etti.  Pantolonlar, tişörtler,  elbiseler, zaten o kadar az eşyası vardı ki yarım saatte bitti işi oyalanmasına rağmen. Bavulu tamamen dolmamıştı bile. O kadar az eşyası olmasına şaşırdı. Bu evde ne kadar az yer kaplıyormuşum meğer bir avuçluk yerim varmış muhtemelen gittiğimi fark etmeyecek bile varlığımı fark etmediği gibi diye düşündü. Düşüncelerini Efe’den uzaklaştırmaya çalıştı. Bir karar vermişti ve ne olursa olsun onu uygulamalıydı. Bu saatten sonra geri dönmek istemiyordu.

Camın önündeki çok sevdiği kırmızı koltuğa oturdu ve dışarıyı izlemeye başladı. Yağmur hala yağmaktaydı, cama vuran damlaların sesi ortamı daha dramatik hale getiriyordu. Sokakta ordan oraya koşan insanları izlemek istedi ama baktığında sokağın sakin olduğunu gördü. Doğru ya bu yağmurda kim dışarı çıksın insanların yağmurdan nefret ettiğini unutmuş diye söylendi. Haydi bakalım yola çıkma vakti diyerek ayağa kalktı. Kendini son anda vazgeçirmekten korkuyordu.

Eline valizini alarak kapıya doğru yürüdü. Kapıdan çıkmadan önce son bir kez eve göz gezdirdi. Tam o anda tüm hatıralar bir bir çıktılar saklandıkları yerden. Hepsini hatırladı. Soğuk kış günlerinde kanepede miskinlik yapıp film izlemelerini, beraber elele cama yapışıp yağan karı izlemelerini, dışardan geldiklerinde üşüyen ellerini Efe’nin ısıtma çabalarını, Pazar sabahları beraber yaptıkları kahvaltıları, Pazar öğleden sonraları şehrin ıssız sokaklarında yaptıkları uzun yürüyüşleri, her seyahatten sonra evini nasıl özlediğini ve koşarak geldiğini ve bunun gibi bir çok güzel anıyı hatırladı Efsun ama aynı zamanda bu evin onu ne kadar mutsuz ettiğini de hatırladı aynı zamanda. Evin yavaş yavaş içine alarak hapsettiğini, duvarların üstüne gelerek onu nasıl ezdiğini, Efe’yle yaptıkları her kavganın onu nasıl kişiliksizleştirdiğini, bitmek tükenmez sessiz çığlıklarını, hıçkırıklarını, haykırışlarını hatırladı. Bir zamanlar mutlulukla yaşadığı bu evin içine nasıl canlı canlı gömüldüğünü hatırladı sonra. Ben diye birisi yok anlıyor musun kalmadı eski benden bir parça bile diye bağırmıştı Efe’ye daha iki gün önce. Onun dinlemeyeceğini dinlese bile umursamayacağını bile bile. Şımarıksın sen aynı küçük bir çocuk gibisin bıktım bu tavırlarından, ne istediğini bir türlü anlayamıyorum. Bence sen bile bilmiyorsun ne istediğini diye bağırmıştı ve susmuştu Efe. Susuş o susuş iki gündür tek bir kelime bile konuşmamışlardı. O zaman hatırladı Efsun neyi kaybettiğini ve neden gitmesi gerektiğini. Çift kişilik bir yalnızlık içinde kendini daha fazla kaybetmek istemiyordu artık. Her yardım çağrısının şımarıklık olarak algılanmasından bıkıp usanmıştı. Aynı zamanda hakaretlerden, küçük düşürülmelerden, alaylardan, şu rutubet kokan evin her noktasından bıkmıştı. Son zamanlarda en çok tek balına yediği yemekler koyuyordu ona. Koca evde tek başına geçirdiği saatler.

Artık emindi gitmesi gerekiyordu. Tüm bunları geride bırakıp ilerlemesi gerekiyordu. Omuzlarını dikleştirdi. Hayatında ilk defa ne istediğini biliyordu artık. Bavulunu eline alarak hayalet gibi yaşadığı bu evden aslında burada hiç varolmadığının bilinciyle hayalet gibi çıktı. Yağan yağmurun onu ıslatmasına aldırmadan dimdik yürüdü sokaklarda, kalabalığa karıştı ilk defa korkmadan.

8 Mayıs 2019 Çarşamba

Melankoli

Hale sabah baş ağrısıyla uyandı. Of bu ağrı ne şimdi sabah sabah diye söylenerek yataktan kalktı. Terliklerini giydikten sonra sürünerek banyoya gittti. Aynada kendi suratıyla karşılaşınca şaşırdı. Ne kadar da solgun görünüyordu bu sabah. Buz gibi suyu yüzüne çarptı, soğuk su biraz olsun kendine getirdi. “Haydi toparla kendini senin bu sabahki melankolik halinle uğraşamam, çok işimiz var bugün enerji toplamam lazım” diye konuştu aynadaki suretiyle. Kısa bir duş sonrası hemencecik hazırlanarak evden çıktı. Apartmanın kapısından çıkarken çalan telefonun sesiyle irkildi. Arabasına doğru yürürken bir yandan da telefonla konuşmaya başladı.
“Halecim canım nasılsın? Ne zamandır konuşamadık bir bilsen başıma neler geldi.”
“Ay Nilcim noldu canım anlat çabuk dinliyorum. Dur bi saniye arabaya bineyim.” Arabasının kapısını açarak koltuğa attı kendini. Nil’in sesini hopörlere vererek konuşmaya başladı tekrar.
“Anlat canım dinliyorum”
“Ah canım sen olmasan naparım. Benim yardımsever, hoşsohbet, eğlenceli, duygusal arkadaşım. Sen olmasan kim dinler beni?”
“Aman canım abartıyorsun. Ne oldu sesin çok kötü geliyor.”
“Canım ya sorma nasıl başlayacağımı da bilemiyorum, o kadar kötüyüm ki.” Kısa bir sessizlikten sonra tekrar konuşmaya başladı. “Altan”
“Ne olmuş Altan’a. Canım ne oldu çok duygusallaştın, kötü bir şey yok ya.”
“Altan beni aldatıyor.”
“Ne. Emin misin?”
“Evet, dün akşam banyoya gitti, telefonu da masada bıraktı. Bilirsin hiç adetim değildir normalde, karıştırmam telefonunu ama şeytan mı dürttü nedir birden bakasım geldi. Yazışmaları, fotoğrafları gördüm.”
“Ah canım benim. Ne yaptın”
“Hiçbir şey yapmadım. Görmemiş gibi davrandım. Sen de biliyorsun durumları, şu an boşanamam, yerimden kıpırdayamam bu halde.”
“Canım benim.”
“Kimseye söyleme olur mu henüz.”
“Tamam canım.”
“Benim kapatmam lazım şimdi, seni sonra ararım tekrar tamam mı. Sağol canım dinlediğin için.”
“Canım benim, ara mutlaka.”
Telefonu kapattıktan sonra Hale yol boyu düşündü. Kendisinin de ilişki yürütme konusunda çok başarılı olduğu söylenemezdi. Bugüne kadar en uzun ilişkisi altı ay sürmüştü. Efe geldi aklına, onu bu gruba dahil etmiyordu, o başkaydı. Ne yapıyordu acaba. Ne zamandır onu görmediğini fark etmedi, aramıyordu da. Bu sefer kesin bitti galiba diye düşündü gözünden akan iki damla yaşa engel olamadan. Of ya ne bu duygusallık böyle sabah sabah diye silkelendi. Radyoyu açtı, karşısına çıkan ilk istasyonda Karabiberim şarkısı çıktı. “Karabiberim vur kadehlere, hadi içelim, içelim her gece, zevki sefa doldu kalbime.” İstemsizce şarkıya eşlik etmeye başladı. Bağıra çağıra çılgınca karabiberim söylüyordu şimdi. Kendi kendine güldü, komik olan şarkı mıydı yoksa şarkının tüm sözlerini ezbere bilmesi miydi emin olamadı.  Bir anda sanki tüm hüzün dağılmış birden enerjisi yükselmiş, eski neşesi yerine gelmişti. Şarkı bitmeden şirkete gelmişti bile. Otoparktaki yeri boştu, arabasını park ederek ofise doğru yürümeye başladı.

Asansörün düğmesine basıp beklemeye başladı. Kendinden başka bekleyen kimse olmamasına şaşırtmıştı, normalde bu saatler çok yoğunluk olurdu. Asansör boş geldi bindi, yirmibeşinci kata bastı, tam kapı kapanmış yukarı çıkıyordu ki kapı tekrar açıldı ve içeri otuz, otuz beş yaşlarında, giyimiyle hiç buraya ait durmayan kısacık saçlı, bedeninden en az iki beden büyük takım elbise giymiş bir kadın bindi. Kadın yirmisekizinci kata basmak için parmakları uzatınca ellerinin ne kadar bakımsız olduğunu fark etti. Gözlerini kadından çekerek ekranda değişen numaralara bakmaya başladı. Bir, iki, beş, yedi. Hızla yukarı çıkıyorlardı. Kadın ise put gibi dikilmiş hiç ses çıkarmadan hareketsizce bekliyordu. Yirmisekizinci kat yönetim katıydı, burda çalıştığı süre boyunca bir kere bile oraya çıkmamıştı. Fazladan güvenlik önlemleri olan sadece orya girme izni bulunan kişilerin parmak izi okutarak girdikleri bir yerdi. Çeşitli söylentiler duymuş olsa de gerçekte orda neler olup bittiğini kimse bilmiyordu. Çaktırmadan kadına tekrar baktı, baştan aşağı süzdü. Sonra yeni tanıştığı insanlara karşı takındığı mesafeli tavrı takınarak aynı kadın gibi hareketsiz beklemeye başladı. Gözü tekrar rakamlara takıldı. Yirmi, yirmi bir, yirmi iki ve nihayet yirmi beş. Asansör sessizce durdu ve Hale indi. İnerken ne kadına bakıp gülümsedi ne de tek kelime konuştu. Kadının tuhaflığını geride bırakarak masasına doğru ilerledi.

Bilgisayarını açtı maillerini okumaya başladı ilk olarak. O maillere dalmışken odasının kapısının tık tık vurulmasıyla kendine geldi.
“Hale duydun mu olanları?”
“Yok Serdar bey ne olmuş?”
“Dünyadan haberin yok senin, dün akşam Melih Bey istifa etmiş.”
“Ne diyorsunuz. Ee ne olacak şimdi. Daha yeni getirmişlerdi onu şirketin başına, işler kötü gidiyor demek ki ilk onun başını kestiklerine göre.”
“Komik olma Hale. Olayları bilmiyorsun, kimse paylaşımcı değil şirkette tabi sır küpü herkes.”  Hale’nin tam karşısındaki koltuğa oturarak konuşmaya devam etti. “Melih Bey şirket hesabından yüklü bir miktarda para sızdırmış kendi hesabına”
“Gerçekten mi?”
“O yüzden bugün müfettişler geldi, tüm hesapları didik didik edeceklermiş duyduğuma göre. Bizden de bazı raporlar isteyebilirler hazırlık olmak lazım. Neyse ki işin ucu bize dokunmaz ama Seda Hanım zorda, biliyorsun Melih Bey’in peşinden ayrılmıyordu. Şimdi yukarı çıktı bakalım gelince öğreniriz detayları. Neyse ben gideyim seni de meşgul etmeyeyim daha fazla. Rapor isterlerse beni haberdar et tamam mı?”
“Tamam Serdar Bey”
Hale’nin kafası karışmıştı, son dönemlerde şirkette olayla bitmek bilmiyordu. Ama bu kadarını beklemiyordu doğrusu. Sıkıntıyla derin bir nefes alarak işine geri döndü, yeni gelen maili açtı ve okumaya başladı. Müfettişler üst yönetime hazırladığı rapor için onunla konuşmak istiyorlardı. Bilgisayarını aldı ve hiç kimseye görünmeden merdivenleri kullanarak yirmisekizinci kata çıktı. Kapıda onu bekleyen görevli sayesinde kolayca içeri geçti ve onu aldıkları odada tek başına beklemeye başladı. Kısa bir süre sonra kapı açıldı ve sabah asansörde kaşılaştığı ve kılık kıyafeti yüzünden buraya layık görmediği kadını karşısında görünce şaşkınlığı bir kat daha arttı. Kadın şimdi karşısına geçmiş onu sorularıyla terletiyordu. O an kızdı kendine sahip olduğu tüm önyargılar için ve sakince soruları yanıtladı.