Bulaşıkları yıkadıktan sonra uzun süredir kullanılmayan valizini çıkardı durduğu yerden. Uzun süredir aynı yerde durmaktan toz içinde kalmıştı. Üstündeki tozları silkeledi eliyle ama o kadar fazlaydı ki elle olacak iş değildi bu. Mutfaktan ıslak bez getirip her yanını iyice sildi. Toplanmaya önce salondan başladı. Kitaplarını topladı önce, tek tek aldı raftan özenle yerleştirdi bavula. Efe okumayı sevmediği için evdeki tüm kitaplar Efsun’a aitti. Çiçekleri gördü pencere kenarında, onları suladı. Ben gittikten sonra size bakmaz biliyorum ama sizi yanımda götüremem üzgünüm diye söylendi. Bavulunu toplamaya kazaklarıyla devam etti. Pantolonlar, tişörtler, elbiseler, zaten o kadar az eşyası vardı ki yarım saatte bitti işi oyalanmasına rağmen. Bavulu tamamen dolmamıştı bile. O kadar az eşyası olmasına şaşırdı. Bu evde ne kadar az yer kaplıyormuşum meğer bir avuçluk yerim varmış muhtemelen gittiğimi fark etmeyecek bile varlığımı fark etmediği gibi diye düşündü. Düşüncelerini Efe’den uzaklaştırmaya çalıştı. Bir karar vermişti ve ne olursa olsun onu uygulamalıydı. Bu saatten sonra geri dönmek istemiyordu.
Camın önündeki çok sevdiği kırmızı koltuğa oturdu ve dışarıyı izlemeye başladı. Yağmur hala yağmaktaydı, cama vuran damlaların sesi ortamı daha dramatik hale getiriyordu. Sokakta ordan oraya koşan insanları izlemek istedi ama baktığında sokağın sakin olduğunu gördü. Doğru ya bu yağmurda kim dışarı çıksın insanların yağmurdan nefret ettiğini unutmuş diye söylendi. Haydi bakalım yola çıkma vakti diyerek ayağa kalktı. Kendini son anda vazgeçirmekten korkuyordu.
Eline valizini alarak kapıya doğru yürüdü. Kapıdan çıkmadan önce son bir kez eve göz gezdirdi. Tam o anda tüm hatıralar bir bir çıktılar saklandıkları yerden. Hepsini hatırladı. Soğuk kış günlerinde kanepede miskinlik yapıp film izlemelerini, beraber elele cama yapışıp yağan karı izlemelerini, dışardan geldiklerinde üşüyen ellerini Efe’nin ısıtma çabalarını, Pazar sabahları beraber yaptıkları kahvaltıları, Pazar öğleden sonraları şehrin ıssız sokaklarında yaptıkları uzun yürüyüşleri, her seyahatten sonra evini nasıl özlediğini ve koşarak geldiğini ve bunun gibi bir çok güzel anıyı hatırladı Efsun ama aynı zamanda bu evin onu ne kadar mutsuz ettiğini de hatırladı aynı zamanda. Evin yavaş yavaş içine alarak hapsettiğini, duvarların üstüne gelerek onu nasıl ezdiğini, Efe’yle yaptıkları her kavganın onu nasıl kişiliksizleştirdiğini, bitmek tükenmez sessiz çığlıklarını, hıçkırıklarını, haykırışlarını hatırladı. Bir zamanlar mutlulukla yaşadığı bu evin içine nasıl canlı canlı gömüldüğünü hatırladı sonra. Ben diye birisi yok anlıyor musun kalmadı eski benden bir parça bile diye bağırmıştı Efe’ye daha iki gün önce. Onun dinlemeyeceğini dinlese bile umursamayacağını bile bile. Şımarıksın sen aynı küçük bir çocuk gibisin bıktım bu tavırlarından, ne istediğini bir türlü anlayamıyorum. Bence sen bile bilmiyorsun ne istediğini diye bağırmıştı ve susmuştu Efe. Susuş o susuş iki gündür tek bir kelime bile konuşmamışlardı. O zaman hatırladı Efsun neyi kaybettiğini ve neden gitmesi gerektiğini. Çift kişilik bir yalnızlık içinde kendini daha fazla kaybetmek istemiyordu artık. Her yardım çağrısının şımarıklık olarak algılanmasından bıkıp usanmıştı. Aynı zamanda hakaretlerden, küçük düşürülmelerden, alaylardan, şu rutubet kokan evin her noktasından bıkmıştı. Son zamanlarda en çok tek balına yediği yemekler koyuyordu ona. Koca evde tek başına geçirdiği saatler.
Artık emindi gitmesi gerekiyordu. Tüm bunları geride bırakıp ilerlemesi gerekiyordu. Omuzlarını dikleştirdi. Hayatında ilk defa ne istediğini biliyordu artık. Bavulunu eline alarak hayalet gibi yaşadığı bu evden aslında burada hiç varolmadığının bilinciyle hayalet gibi çıktı. Yağan yağmurun onu ıslatmasına aldırmadan dimdik yürüdü sokaklarda, kalabalığa karıştı ilk defa korkmadan.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder