“Geç içeri Hale de hazır olmak üzere.”
“Rahatsız etmeyeyim”
“Yok. Gel”
İkiniz sessizce salona doğru yürürken ben de elimde bavuluma sevdiğim kitapları koyuyordum hani şu senin hiç okumadıkların. Okumamak için inat ettiğin kitaplar. Yüzümdeki heyecanı sana belli etmeden yanınıza geldim, yavaşça sokularak karşınızdaki koltuğa oturdum.
“Hazırsan gidelim mi, yol uzun ancak varırız” dedi Ali. Gözlerini halının desenine sabitlemiş sadece dudakları oynuyordu konuşurken. Sanki yüzüme baksa olan biteni itiraf edecekmiş gibi hissetim. Ben de onun baktığı gibi halıya sabitledim gözlerimi, belki onun ne aradığını bulabilirim düşüncesiyle.
“Hazırım” dedim sadece gözlerimi halıdan ayırmadan.
Üçümüz birden aynı anda kalktık ayağa. Ali önden çıktı. “Merak etme sadece üç günlük bir iş gezisi, sağ salim sana geri getiririm merak etme” dedi sana, çıkarken. Sense boş gözlerle ona bakarken bunun bir veda olduğunu biliyor gibiydin. Sarıldım sana son kez giderken. Konuşmadık, sanki tüm kelimeleri son bir yılda tüketmiş gibiydik. Elimi tuttun öptün usulca. Kapıdan çıkarken arkamdan ne kadar süre baktın bilmiyorum.
O günün üzerinden yıllar geçti. Ali yok artık yanımda, kimse yok aslında. Birkaç kişi olduysa da yürümedi. Belki ben hatalıydım, belki onlar, belki de kimsenin suçu değildi. Hala aynı yerde çalışıyorum, hala sardunyalara bayılıyorum ama yaşatamıyorum bir türlü. Ne yaptıysam olmadı. Belki senin dediğin gibi ben belki de yaralarımı tamir edip bir türlü iyileşmek istemiyorum, belki de uzun süreli ilişkilerin insanı değilim, bağlanamıyorum bir türlü. Elimde solgun çiçekler, kulpu kırık bardağım masanın üstünde, tamir edemediğim yaralarımla bir başıma bu evde otururken anlıyorum bana ne demek istediğini. Yalnızlığım benim vazgeçemediğim en kadim dostum.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder