28 Aralık 2015 Pazartesi

Zor Bir Gün

Ayla alışveriş merkezinin otaparkına son hızla girerken uykusuzluktan gözleri kapanmak üzereydi.  Uykusuzluğunun sebebi olan küçük canavar arkada koltuğunda mışıl mışıl uyumaktaydı. Evde de böyle uyusan ne güzel olur diye düşündü. Arkadaki bebeğe bakarken güçlü bir korna sesiyle kendine geldi.

Kör müsün be kadın. Nereye geldiği sanıyorsun, dikkat etsene biraz. 

Siyah cipinin içindeki kadın yarı beline kadar camdan dışarı çıkmışavazı çıktığı kadar bağırıyordu.  Ne olduğunu anlamayan Ayla kadına mı kızsın arkada sesten uyanan bebeği mi sutursun şaşırıp kalmıştı. Kadını görmezden gelerek aceleyle ilk bulduğu yere arabayı parketti ve bebeği arabasına koyup hızlı adımlarla avmye doğru yol aldı. İçeri girdiğinde hala eli ayağı titriyodu sinirden. Bebek hala sakinleşmemiş,ağlamaya devam ediyordu. Doğduğundan beri bebeği sürekli ağladığı için artık bu ağlamalardan bıkıp usanmıştı. Biraz hava alayım belki bebek biraz olsun uyur diye düşünerek evine en yakın avme gelmişti. 


           “Eskiden hava almak için parka giderken şimdi avmlere tıkıldık kaldık. Nefret ediyorum kapalı alanlardan avmler bizi tek tip yaşam düzenine alıştırmak için kurulmuş deney alanları. Sürekli tüketmek üzerine kurulmuş çılgın fabrikalar. Ben bu düzeni reddediyorum. Semt pazarlarına noldu. Hala varlar ve biz gittikçe var olmaya devam edecekler. Hele insanlar hafta sonu etkinliği olsun diye çocuklarıyla gelmiyorlar mı uyuz oluyorum. Gidin açık havada gezin, park bahçelere yeşil alanlara gidin çocuklar özgürce koşup oynasın. Alıştırmayın şimdiden çocukları tüketim çılgınlığına. ” Eskiden böyle düşünüyordu. Çocuktan önce. Ahhh. Çocuk öncesi ve çocuk sonrası. Asla büyük konuşup ahkam kesmemek lazımmış onu öğrenmişti. Şu an daha önce söylediği tüm lafları yutarak gelmişti buraya, biraz gezmeye hava almaya çok ihtiyacı vardı. İki aydır evde tıkılıp kalmıştı artık duvarlar üstüne geliyor, boğulmak üzere olduğunu hissediyordu.



          Bebek ağlamaya devam ettikçe tüm insanların ona bakıp ne kötü bir anne bak çocuğunu susturamıyo bile dediklerini düşünüp bu durum daha çok gerilmesine sebep oluyordu. Eskiden nerde ağlayan bir bebek görse sinirli gözlerle kadına doğru bakar, çocuğu biran önce susturması gerektiğini hissettirirdi. Sanki o bakmaya devam ettikçe bebek susacakmış ya da anne susması için gerekli çabayı gösterecekmiş gibi geliyordu ona. “ Şu halime bak ağlıyor ve ben onu susturamayacak kadar acizim” diye söyledi. 


              İlk iş büyük kahve zincirlerinden birine oturmak oldu.Biraz sakinleşmeye ihtiyacı vardı. Kendine en sertinden bir kahve söyledi. Oturduktan sonra etrafına bakındı çevresinde ona bakan sinirli gözler var mı diye. Hafta içi ve sabah erken saat olduğu için avm sakindi. Hafta sonu olsa tıklım tıklım olur oturacak yer bile bulamayabilirdi. Mekanik hareketlerle çantasından bebeğin biberonu çıkardı ve ağlayan bebeğine verdi. Karnı acıkmış olabilirdi. Ama bebek ısrarla biberonu istemiyor, çığlıkla ağlamaya devam ediyordu. Ayla bu duruma iyice sinirlenmişti. Karnı aç değilse neden ağlıyordu peki. Canhıraş bir şekilde bebeğin biberonu almasını sağlamaya çalışırken orta yaşlı bir kadın yanına gelerek “Yardımcı olmamı ister misiniz? “ diye sordu.

Hayır gerek yok bebeğimi susturamayacak kadar aciz değilim. Diye kadını tersledi.
Tabiki aciz değilsiniz. Siz onun annesisiniz. Sadece yardımcı olabilir miyim diye sormaya gelmiştim. Sizi rahatsız etmek gibi bir niyetim yoktu.


            Kadının yumuşak tavrı Ayla’yı can evinden vurmuştu. Gözyaşlarını durduramıyordu artık. Hiç tanımadığı bir kadının yanında var gücüyle ağlıyordu. Kadın bebeği kucağına aldı sakinleştirdi, uyuttu. Ayla hala ağlamaya devam ediyordu. 


               “Ne kadar güzel bir kızınız var maşallah. Adı nedir?” diye sordu kadın Ayla biraz sakinleşince. Hala içini çeken Ayla, Naz diye cevap verdi.  Kadınla göz göze geldğinde sabah otoparkta ona bağıran kadın olduğunu görünce utancı daha da arttı. Hem bir türlü susturamadığı bebeğini susturmuş hem de onun yanında ağlamıştı. 

Nasıl da mışıl mışıl uyuyor. Belki doğduğundan beri ilk defa böyle uyuyordur. Çok bunaldım.  Sürekli ağlıyor, o ağlıyor ben ağlıyorum. Ölüyorum uykusuzluktan hiç böyle olacağını düşünmemiştim.
Anneliğin ilk zamanları böyledir. Başka hayallerin vardır, annelikle ilgili büyük laflar edersin. Ben böyle anne olucam, şunları yapmayacam vs. Bebek doğar bir bakmışsın tüm yapmak dediklerini yapar olmuşsun. Yorgunlar bezmişsin. Depresyonun karanlık kıyılarında dolaşmaktasın. Ama bu günler geçecek hep böyle devam etmeyecek inan bana. 
Geçecek mi gerçekten. Hiç geçmeyecek gibi geliyor bana. Sanki hep sürekli ağlayan bir bebekle dört duvar arasında kalacakmışım gibi geliyor.
Geçer geçer merak etme. Sen sadece sakin ol, rahat ol. Bütün zorluklar geride kalır o zaman.

Kadının sözleri Ayla’yı için için ağlatmaya yetmişti. Beraber kahve içip derin bir sohbete dalmışlardı. Ayla hiç tanımadığı bu kadına sırf çocuğu evliliğini kurtarmak için doğurduğunu ama kızının işleri düzeltmek yerine daha kötü yaptığını, ne kadar mutsuz olduğunu anlatıp bir yandan  ağlamaya devam ediyordu. Uzun zamandır kimseye anlatmayı şeyleri anlatırken kendi bile şaşırıyordu bu duruma. 

 

25 Aralık 2015 Cuma

Rutin

RUTİN

 

Tik tak, tik tak, tik tak.. Saat iki. Daha on dakika bile geçmemiş en son baktığımdan beri. On dakika bile geçmemiş ama benim için sanki bir saat, belki de daha uzun bir süre geçmiş gibi.  Zamanın sürekli aynı hızla aktığını kim söylemişse yalan söylemiş bence. Öyle bir şey yok. Zaman hep aynı hızla akmıyor. Hatta bazen hiç akmıyormuş gibi geliyor. Hafta içi zaman çok ağır geçerken mesala hafta sonu tam tersi çok hızlı akıyor. Ya da patronunun işte olduğu bir zamanla işte olmadığı zaman bir değil. Mesela şu an saat 14:05 bu  satırları yazdım, yazmadan önce düşündüm ve saate baktığımda sadece beş dakika geçmiş olduğunu gördüm. Bunca iş yaptım ve sadece beş dakika zaman geçti inanılır gibi değil.

 

Bu satırları yazıyorum, siz de şu an okuyorsunuz eminim kim olduğumu merak etmişsinizdir. Ben kim miyim? Herkes gibi gayet sıradan bir insanım. Sıradan hatta şans eseri yolda yürürken karşılaşsak dönüp arkasından bakılmayacak kadar sıradan bir insanım. Üniversite mezunuyum. Çok uluslu bir şirkette adı son derece janjanlı, içeriği boş, ne iş yaptığı belli olmayan bir bölümünde çalışıyorum. Dışardan bakanlar çok yoğun bir bölüm olduğumuzu düşünebilirler ama günümün büyük bir bölümü excel dosyası açıp bilgisayar ekranına boş boş bakmakla geçiyor. Hayatım excel ve sayılardan ibaret. Bazen bilgisayar ekranımdan akıp giden sayılara bakarak dalıp gidiyorum. Sayılar akıyor ben bakıyorum, sayılar akıyor ben bakıyorum... Anlamsız, manasız bir sürü rakam silsilesi. 12345, 456,456,789,748.65,5566,6666,6666,787.......................... Benim için bu sayıların hiçbir anlamı yok. Ama belli ki şirket için önem arz etmekteki, bana bu sayıları derlemem için her ay sonu maaş veriyorlar. Bu sayılar bazen müşteri gelirleri oluyor, bazen satış rakamları, bazen bölge satış hacmi vs. 

Benim tek yaptığım rakamlara bakıp bazen uyuklamak, bazen çoğunlukla da hayallere dalmak. Daldığım uykudan çoğunlukla patronumun son derece itici ve tiz sesiyle uyanıyorum. Eminim bu kadar sinir bozucu bir ses hayatınızda hiç duymamışsınızdır. 


        -Ayşe, bu ayki satış raporları noldu? 

      -  Ayşe, ay sonu gelir hacmimiz ne?

       -Ayşe, satışlarda artış var mı?

       -Ayşe, sana geçen gün dediğim maliyet satış analizini yaptın mı?

 

         -Ayşe, ayşe, ayşe, ayşeeee.


          “Offffff yeter be ayşe kadar başına taş düşsün. Bin kere gönderdiğim dosyaları tekrar tekrar istemekten bıkmadın usanmadın be adam ” diyesim geliyor her seferinde ama tabi patronumdur başımın tacıdır hiçbirşey söyleyemiyorum. Söyleyemediklerimi yutup hemen yolluyorum efendim diyorum. Bu rutin hemen her gün tekrarlanıyor. Söylemek isteyip de söyleyemediklerimi toplasak burdan köye yol olur.  Çok mu tanıdık geldi yaşadıklarım. Eminim plazalarda çalışan birçok insan buna benzer şeyleri yaşıyordur.


           İnsan gençken çalışma hayatını bilmediği için çok idealist oluyor. Ben de kendi çapımda idealisttim. Ne mi oldu o idealler hepsi kıçımda patladı. Afedersiniz çok mu ağır oldu? Napalım gerçekler ağır benim suçum değil. Üniversiteden mezun olunca birçok genç gibi dünyayı kurtaracağımı zannediyordum. O istek ve hırsla işe girdim. İşe başladığım ilk günü unutamıyorum. Kolay mı artık ben de plaza çalışanı olmuştum. Çalıştığım şirketi gururla herkese anlatabilirdim. Oysa nerden bilebilirdim ki plaza çalışanlarının kafese konulmuş hamsterdan bir farkları yokmuş. Cam fanus içine koyulan çalışanlar oksijensiz, penceresiz ofislerde bazen güneş ışığı bile görmeden tüm gün boş boş excel dosyalarına bakıp kalan zamanlarda ya alışveriş sitelerinde hiçbir zaman ihtiyaçları olmayacak şeyleri cansıkıntısından alır ya da kahve eçliğinde bol bol dedikodu yaparlar.


         “Ya bu Ezgi çok kilo almış hamile mi sence?”


         “Ahmet yeni araba almış gördün mü? Kaç para maaş alıyor acaba?”


         “Pelin boşanıyomuş duydun mu? Kocası üçüncü kattaki Seda’yla aldatmış diyorlar?”

 

        Günün yarısı böyle konuşmalarla geçer. Hatta ben de bunları yazarken bir yandan da Pelin’in boşanmasıyla ilgili geçen konuşmaya katılıyorum. Nasıl olmuş da kocası koca götlü Seda’yla aldatmış inanılır gibi değil. Bu arada saat üç oldu. Geriye kaldı üç saat. Saat beşden sonra goy goyla geçer zaten gün, o zaman kaldı iki saat. 


      “Ayşe, bu ayki satış rakamları çıktı mı?”

       “Hemen gönderiyorum Ali Bey.”

 

        Başladı yine benimki. On bininci defa göndereyim satış rakamlarını da arıza çıkmasın.

 

24 Aralık 2015 Perşembe

Masal Bu Ya

Hayır. Hayır. Kurtar beni Selin. Kurtar beni. Bırakme burda. Selin. Seliin. Yalvarırım beni burda bırakma. 

 

Selin birçok gece olduğu gibi kabus görmüştü ve çığlık çığlığa uyanmıştı. Nefes nefes kalmıştı, zorlukla nefes alıyordu. Sakinleşmek için nefes alması gerekiyordu. Nefes al Selin, nefes al, hadi derin derin nefes al. İki saniye tut şimdi yavaş yavaş ver. Dört defada nefes al, iki saniye tut nefesini, sekiz kerede nefesi ver. Nefesin tüm bedenine yayıldığını seni sakinleştirdiğini hisset. Yaga hocasının sesi kulaklarındaydı. Nefes al Selin, nefes al. Ondan öğrendiği nefes tekniklerini uygulayarak sakinleşmeye çalışıyordu. Özellikle derin nefes almaya çok ihtiyacı vardı şu an. Uyguladığı teknik işe yaramış biraz sakinleşmişti. Saate baktı saat geceyarısı üçü gösteriyordu. Öfff bu saatte nasıl uyuyacağım şimdi diye düşündü. Terden sırılsıklam olmuş pijamasını değiştirdi. Elini yüzünü yıkadı yüzüne vuran soğuk su onu biraz daha rahatlattı ama hala rüyanın etkisindeydi. Bir bardak su alıp salonda en sevdiği koltuğa oturdu. Tüm şehir huzurlu bir uykunun kolarındayken o huzursuzdu ve uyanıktı.

 

Son zamanlarda hep aynı rüyayı görüyordu tekrar tekrar. Aslında rüya demek yanlış olur gördüğü düpedüz kabustu. Kardeşi Nil’i görüyordu sürekli. Isısz bir ormanda yürüyorlardı, yollarını kaybetmiş, çıkış yolu arıyorlardı. Hava kararmak üzereydi acilen çıkış yolunu bulmalıydılar. Bu onları daha da telaşlandırıyordu. 

“Acele edelim” diyordu Nil sürekli. 

 

“Bizi yakalayacaklar . Acele et Selin. Daha hızlı koşmalıyız. Bizi yakalayacak. Koş Selin. Daha Hızlı.”

 

Hızla koşarken  Nil’in ayağı kayıyor ve suya düşüyordu. Su birden bulanıklaşıyor, bataklık gibi Nil’i içeri çekmeye başlıyordu. Bir türlü Nil’i kurtaramıyordu. Aslında kurtarmak istemiyordu. Onu orda bırakıp gidiyordu. 

 

Sürekli olarak bu rüyayı görmekten bıkıp usanmıştı.Geçen hafta rüyalar konusunda uzman olduğunu idda eden bir yaşam koçuna gitmişti. Adama göre rüyalar bilinçaltının dışavurumuydu. Kardeşini kurataramadığı için ne hissediyordu? Mutlu muydu, bunu hakettiğini mi düşünüyordu yoksa vicdan azabı mı çekiyordu. Kardeşine karşı hissetiğin duyguyu bulup onu özgür bırakmamız gerekiyor demişti. O duyguyu bulmadan sana yardımcı olamambunu ancak sen bulabilirsin diye eklemişti. Kardeşine karşı yoğun olarak hissetiği duygu neydi, suçluluk mu, kızgınlık mı, nefret mi, öfke mi, özlem mi? Hangisi daha yoğun olarak baskındı ayırt edemiyordu. Çocukluğuna dön demişti adam yaşamımızın şifreleri çocukluğumuzda gizli. Senin duygularının anahtarı çocukluğunda.Selin çocukluğunu hiç düşünmezdi ailesini, kardeşini, geçmişte yaşamayı sevmezdi. Ama bu saate uykusu da kaçmışken koçunun verdiği ödevi yerine getirmek için çocukluğuna dönebilirdi. 

 

Çocukken kendisinin hep masal kahramanı olduğunu düşlerdi. O iyi kalpli prenses olurdu, şatosunda örgü örerken yakışıklı prensin gelip onu kötülerin elinden kurtardığını hayal ederdi. Masallar her zaman bugün, büyüyüp koca bir kadın olduğu halde bile onun kaçış noktasıydı. Masalları bu kadar sevme nedeni kötülerin her zaman kaybedip iyilerin her zaman kazanmasıydı. Nil ona çok kızardı bu konuda masallar sevmesiyle dalga geçerdi.

 

“ Sen korkaksın. Hayatı yaşamaktan korkuyosun. Sürekli hayal alemindesin. Kendi kapatıyosun birilerinin gelip kurtarmasını bekliyorsun. Bırak artık hayal aleminde yaşamayı o salak masallarını unut. Gerçek hayat acımasız. Kimse seni kurtarmaya gelmeyecek. Aç gözünü, başla hayatı yaşamaya. “  Son kavgalarında Nil ona böyle bağırmıştı. Sonra da çekip gitmişti. Ondan sonra da hiç görüşmemişlerdi zaten. 

 

Onu son görüşünden bu yana tam beş yıl geçmişti. Beş yıl boyunca hiç haber almamıştı ondan. Hiç düşünmemişti bile. Kimleydi, neredeydi, ne yapıyordu. Onu terk edip gitmişti bıkmıştı belki de ondan, kendi hayatını yaşamak istiyordu. Benim gibi masal şatosunda çürüyemezdi o, dışarı çıkmalı kendi hayatının kahramanı olmalı, maceradan maceraya koşmalıydı diye düşündü Selin. Yıllarca Nil’in onun terk edişini hiç düşünmemişti. Nil onu yıllar önce terk etmişti, o ise şimdi rüyalarında Nil’i terkediyordu. Günün ilk ışıkları şehre vurmaya başlarken Selin uykunın sıcacık kollarına kendini bırakmadan önce aklından geçen son düşünce galiba rüyalarımda Nil’den onu bırakarak intikam almaya çalışıyorum oldu.

17 Aralık 2015 Perşembe

Barış


Barış için çıkmıştı sokağa. Barış istiyordu diğer tüm insanlar gibi. Barış umut demekti, umut da hayat onun için. Barış herkese gerekliydi sadece belli bir kısma değil. Renk, dil, din, kadın, erkek ayırmaksızın herkese. Doğudaki bir çobanın da barışa ihtiyacı vardı, batıdaki holdingdeki ceonun da, pazardaki satıcının da, hegün vapurda okula giderken martılara simir atan öğrencinin de. Hedef baskısından bunalmış bankacının da barışa ihtiyacı vardı, ayın sonun zor getiren öğretmenin de. Hepimizin hayata tutunmak için, geleceğe umutla bakabilmek için barışa ihtiyacı vardı.

Barış, ülkeye kaosun hakim olduğu, bol kavgalı, insanların içine nefret tohumları ekilen birbirlerini yok yere öldürdükleri günlerde doğmuştu. Babası, bizim bu dönemde en çok barışa ihtiyacımız var diyerek doğan oğlunun adını Barış koymuştu. Çok severdi adını Barış, babasını da çok sevdiği gibi. Hayata dair tüm fikirlerinde babasının çok etkisi olmuştu. Babasının en önemli öğüdü oku idi. Oku derdi babası oğlu oku bizi karanlıktan aydınlığa okumak çıkaracak. Ne bulursan oku okumaktan, öğrenmekten hiç vazgeçme. Babasının sözlerini hatırlayınca burnunun diğeri sızladı. Babasını yakın zamanda kaybetmişti, yarası henüz çok tazeydi. Ara ara hala kanamaya devam ediyordu. Barış sevdalısılıydı babası bu uğurda canını vermişti. Şimdi babasından bayrağı devralma zamanı ondaydı. Babasının ömrü yetmemişti barışı görmeye ama ben göreceğim, babam için bunun olması lazım diyordu sürekli.

Ülkenin her yerinden insanlar gelmeye başlamıştı. Otobüsler akın akın insanları taşımaya devam ediyordu. Barış bu kalabalığı görünce keşke babam yaşasaydı da şu kalabalığı görseydi diye düşündü. Belki o zaman geleceğe dair, hayata dair daha çok umutu olurdu. Gözleri doldu, ağlamamak için zor tuttu kendini. Hem mutluydu hem hüzünlü. Genç, yaşlı, kadın, erkek bir dolu insan hepsi buradaydı. Hepsi tek bir amaç uğruna toplanmıştı barış. Barış için, umut, için, hayat için, gelecek nesiller için yürümeye başladılar kol kola. Aynı amaç için biraraya gelmiş insanlar arasında ayrım olmaz, onlar bütünün biraraya gelmiş gelmiş parçaları gibidirler. Hayatlarında ilk defa birbirlerini görmelerine rağmen sanki yıllardır biraradaymışlar gibi hissederler, ortak bir dil oluşur hemen aralarında. Barış işte bu duyguyu çok seviyordu. Hep beraber kol kola şarkılar söyleyerek yürümeye devam ediyorlardı. Meydana yürüyecek, sessizce karanfil bırakacak, barış uğruna ölen insanları anıp geri döneceklerdi. Başka bir amaçları yoktu.
Kalabalık gitgide artmaya devam ediyordu. İlk grup varmış sessizce meydana karanfil koyuyorlardı. Sessiz bir ağıt vardı hepsinin dilinde. Yürekli yakan acılı bir ağıt. Herkesin dilinde bu ağıt, gözlerinde yaş, kalbinde umut vardı. Barış’ ında dilinde bu ağıt, gözlerinde yaşlar vardı. Biraz önce sakladığı gözyaşları yanaklarından süzülüyordu. Tutmuyordu artık kendini. Herkes sanki onun acısını biliyordu. Onun acısı herkesin acısı, herkesin acısı onun acısı olmuştu. Acılar ortaktı, umutlar ortak, paylaşılan ekmek ortak. 

Derken kulakları sağır eden bir patlama tüm sessizliği bozdu. İnsanlar çığlıklar atıp kaçışmaya başladı. Bomba patlamış, umutlar suya düşmüştü. Barış ihtimali başka bahara kalmıştı. Belki de hiç gelmeyecek olan bahara. Bu coğrafyada umut bile lükstü, yaşamak bile lüks diye düşündü Barış son nefesini verirken. 

15 Aralık 2015 Salı

Aşık Olmak İstiyorum


 

Arabayı değiştirmişsin Esra. Sabah otoparkta gördüm. Model değişmiş ama renk aynı. Kırmızıdan vazgeçemiyorsun.
Vazgeçemiyorum Hülya doğru söylüyorsun. Kırmızıyı çok seviyorum ne yapayım. Kemal’in yıldönümü hediyesi.
Vay vay vay. Biz bulamadık böylesini.
Öyle cicim. Kıskanma çalış senin de olur. 
Canım sen şanslısın. Herkes senin gini şanslı olmuyor ki?
Şans işi değil bu. Azmedeceksin, planlı programlı olacaksın, çalışacaksın. Az çektirmedi Kemal bana zamanında. Ama bak ben direndim, sabrettim, vazgeçmedim. Sonunda mutluluğa ulaştım.
Of of sabır deme bana.
Sabı canım sabır. İşin özü sabır. Sende ne cevherler var ama kullanmayı bilmiyorsun. Ben senin yerinde olsam.. Neydi o adamın adı hııımm..
Mrat mı?
Yok canım o değil, o işe yaramazdı zaten boşver onu. Ondan önceki sarışın borsacı.
O mu? Barış. 
Ha evet Barış. Hem yakışıklıydı, hem işi iyiydi, hem parası vardı. Ama sen beğenmedim. Adam sana aşıktı hem. Sen beğenmedin.
Evet aşıktı ama ben değildim.
Deli divane oluyordu sana. Her akşam elinde çiçeklerle gel,yordu. Yine de yaranamadı sana. Neymiş çok düzgünmüş.
Napayım ben böyleyim herkese aşık olamıyorum.
Hayat bu canım aşktan değerli şeyler de var.
Aşkatn değerli ne var söylesene?
Aşk bitti artık. Kim aşıkki birbirine. Hepsi proje bak etrafına. Parası olsun, azıcık da tipi düzgün olsun yeter.
Ben o kafada değilim işte. Ben aşık olmak istiyorum. Ayaklarım yerden kesilsin, yemeden içmeden kesileyim, midemde her daim kelebekler uçuşsun istiyorum.
Kelebekmiş laflara bak. Ah ah çok romantiksin Hülya. Devir romantiklerin devri değil artık. Bitti gitti o devir. Aşk öldü artık. Mantıklı düşün biraz. 
Ne kaynatıyosunuz kızlar sabah sabah çeneniz düştü yine.

 

Belma’nın sesiyle irkildiler. Kısa bir sessizlikten sonra ilk konuşan Esra oldu.

 

Aman her zamanki konular işte dedi. Aşk meşek meseleleri, erkekler, romantizim. Kızımız aşık olmak istiyormuş. Midesinde kelebekler uçuşacakmış. Sen ne düşünüyosun Belma? Sence de aşk ölmedi mi?
Boşverin aşkı meşki şimdi. Bunlar derin mevzular. Sabah konuşmaya daldınız işleri unuttunuz. Saat dokuz olmak üzere hadi toparlanın birazdan müşteriler gelmeye başlar. 

 

                 Belma’nın uyarısıyla sohbetleri Hülya ve Esra sohbetlerini istemeden de olsa bitimek zorunda kaldılar. Belme hep böyleydi. İki lafın belini kıracak olsalar hemen yanlarında biter lafı ağızlarına tıkardı. O sabah da öyle yapmıştı. Hülya ama o da çok mutsuz, bir kere  aşık olsa kesin değişir, başbaşka biri olur diye düşündü. Ne olursa olsun insan aşksız kalmamalıydı.

Hülya böyle düşünürken ilk müşteri gelmişti bile. Hülya hayallerinden sıyrılarak gerçeklere dönmüştü. Buyrun nasıl yardımcı olabilirim dedi müşteri. Hoşgeldin gerçek hayat dedi içinden. Elbet aradığım aşkı bulacağım birgün.