25 Aralık 2015 Cuma

Rutin

RUTİN

 

Tik tak, tik tak, tik tak.. Saat iki. Daha on dakika bile geçmemiş en son baktığımdan beri. On dakika bile geçmemiş ama benim için sanki bir saat, belki de daha uzun bir süre geçmiş gibi.  Zamanın sürekli aynı hızla aktığını kim söylemişse yalan söylemiş bence. Öyle bir şey yok. Zaman hep aynı hızla akmıyor. Hatta bazen hiç akmıyormuş gibi geliyor. Hafta içi zaman çok ağır geçerken mesala hafta sonu tam tersi çok hızlı akıyor. Ya da patronunun işte olduğu bir zamanla işte olmadığı zaman bir değil. Mesela şu an saat 14:05 bu  satırları yazdım, yazmadan önce düşündüm ve saate baktığımda sadece beş dakika geçmiş olduğunu gördüm. Bunca iş yaptım ve sadece beş dakika zaman geçti inanılır gibi değil.

 

Bu satırları yazıyorum, siz de şu an okuyorsunuz eminim kim olduğumu merak etmişsinizdir. Ben kim miyim? Herkes gibi gayet sıradan bir insanım. Sıradan hatta şans eseri yolda yürürken karşılaşsak dönüp arkasından bakılmayacak kadar sıradan bir insanım. Üniversite mezunuyum. Çok uluslu bir şirkette adı son derece janjanlı, içeriği boş, ne iş yaptığı belli olmayan bir bölümünde çalışıyorum. Dışardan bakanlar çok yoğun bir bölüm olduğumuzu düşünebilirler ama günümün büyük bir bölümü excel dosyası açıp bilgisayar ekranına boş boş bakmakla geçiyor. Hayatım excel ve sayılardan ibaret. Bazen bilgisayar ekranımdan akıp giden sayılara bakarak dalıp gidiyorum. Sayılar akıyor ben bakıyorum, sayılar akıyor ben bakıyorum... Anlamsız, manasız bir sürü rakam silsilesi. 12345, 456,456,789,748.65,5566,6666,6666,787.......................... Benim için bu sayıların hiçbir anlamı yok. Ama belli ki şirket için önem arz etmekteki, bana bu sayıları derlemem için her ay sonu maaş veriyorlar. Bu sayılar bazen müşteri gelirleri oluyor, bazen satış rakamları, bazen bölge satış hacmi vs. 

Benim tek yaptığım rakamlara bakıp bazen uyuklamak, bazen çoğunlukla da hayallere dalmak. Daldığım uykudan çoğunlukla patronumun son derece itici ve tiz sesiyle uyanıyorum. Eminim bu kadar sinir bozucu bir ses hayatınızda hiç duymamışsınızdır. 


        -Ayşe, bu ayki satış raporları noldu? 

      -  Ayşe, ay sonu gelir hacmimiz ne?

       -Ayşe, satışlarda artış var mı?

       -Ayşe, sana geçen gün dediğim maliyet satış analizini yaptın mı?

 

         -Ayşe, ayşe, ayşe, ayşeeee.


          “Offffff yeter be ayşe kadar başına taş düşsün. Bin kere gönderdiğim dosyaları tekrar tekrar istemekten bıkmadın usanmadın be adam ” diyesim geliyor her seferinde ama tabi patronumdur başımın tacıdır hiçbirşey söyleyemiyorum. Söyleyemediklerimi yutup hemen yolluyorum efendim diyorum. Bu rutin hemen her gün tekrarlanıyor. Söylemek isteyip de söyleyemediklerimi toplasak burdan köye yol olur.  Çok mu tanıdık geldi yaşadıklarım. Eminim plazalarda çalışan birçok insan buna benzer şeyleri yaşıyordur.


           İnsan gençken çalışma hayatını bilmediği için çok idealist oluyor. Ben de kendi çapımda idealisttim. Ne mi oldu o idealler hepsi kıçımda patladı. Afedersiniz çok mu ağır oldu? Napalım gerçekler ağır benim suçum değil. Üniversiteden mezun olunca birçok genç gibi dünyayı kurtaracağımı zannediyordum. O istek ve hırsla işe girdim. İşe başladığım ilk günü unutamıyorum. Kolay mı artık ben de plaza çalışanı olmuştum. Çalıştığım şirketi gururla herkese anlatabilirdim. Oysa nerden bilebilirdim ki plaza çalışanlarının kafese konulmuş hamsterdan bir farkları yokmuş. Cam fanus içine koyulan çalışanlar oksijensiz, penceresiz ofislerde bazen güneş ışığı bile görmeden tüm gün boş boş excel dosyalarına bakıp kalan zamanlarda ya alışveriş sitelerinde hiçbir zaman ihtiyaçları olmayacak şeyleri cansıkıntısından alır ya da kahve eçliğinde bol bol dedikodu yaparlar.


         “Ya bu Ezgi çok kilo almış hamile mi sence?”


         “Ahmet yeni araba almış gördün mü? Kaç para maaş alıyor acaba?”


         “Pelin boşanıyomuş duydun mu? Kocası üçüncü kattaki Seda’yla aldatmış diyorlar?”

 

        Günün yarısı böyle konuşmalarla geçer. Hatta ben de bunları yazarken bir yandan da Pelin’in boşanmasıyla ilgili geçen konuşmaya katılıyorum. Nasıl olmuş da kocası koca götlü Seda’yla aldatmış inanılır gibi değil. Bu arada saat üç oldu. Geriye kaldı üç saat. Saat beşden sonra goy goyla geçer zaten gün, o zaman kaldı iki saat. 


      “Ayşe, bu ayki satış rakamları çıktı mı?”

       “Hemen gönderiyorum Ali Bey.”

 

        Başladı yine benimki. On bininci defa göndereyim satış rakamlarını da arıza çıkmasın.

 

24 Aralık 2015 Perşembe

Masal Bu Ya

Hayır. Hayır. Kurtar beni Selin. Kurtar beni. Bırakme burda. Selin. Seliin. Yalvarırım beni burda bırakma. 

 

Selin birçok gece olduğu gibi kabus görmüştü ve çığlık çığlığa uyanmıştı. Nefes nefes kalmıştı, zorlukla nefes alıyordu. Sakinleşmek için nefes alması gerekiyordu. Nefes al Selin, nefes al, hadi derin derin nefes al. İki saniye tut şimdi yavaş yavaş ver. Dört defada nefes al, iki saniye tut nefesini, sekiz kerede nefesi ver. Nefesin tüm bedenine yayıldığını seni sakinleştirdiğini hisset. Yaga hocasının sesi kulaklarındaydı. Nefes al Selin, nefes al. Ondan öğrendiği nefes tekniklerini uygulayarak sakinleşmeye çalışıyordu. Özellikle derin nefes almaya çok ihtiyacı vardı şu an. Uyguladığı teknik işe yaramış biraz sakinleşmişti. Saate baktı saat geceyarısı üçü gösteriyordu. Öfff bu saatte nasıl uyuyacağım şimdi diye düşündü. Terden sırılsıklam olmuş pijamasını değiştirdi. Elini yüzünü yıkadı yüzüne vuran soğuk su onu biraz daha rahatlattı ama hala rüyanın etkisindeydi. Bir bardak su alıp salonda en sevdiği koltuğa oturdu. Tüm şehir huzurlu bir uykunun kolarındayken o huzursuzdu ve uyanıktı.

 

Son zamanlarda hep aynı rüyayı görüyordu tekrar tekrar. Aslında rüya demek yanlış olur gördüğü düpedüz kabustu. Kardeşi Nil’i görüyordu sürekli. Isısz bir ormanda yürüyorlardı, yollarını kaybetmiş, çıkış yolu arıyorlardı. Hava kararmak üzereydi acilen çıkış yolunu bulmalıydılar. Bu onları daha da telaşlandırıyordu. 

“Acele edelim” diyordu Nil sürekli. 

 

“Bizi yakalayacaklar . Acele et Selin. Daha hızlı koşmalıyız. Bizi yakalayacak. Koş Selin. Daha Hızlı.”

 

Hızla koşarken  Nil’in ayağı kayıyor ve suya düşüyordu. Su birden bulanıklaşıyor, bataklık gibi Nil’i içeri çekmeye başlıyordu. Bir türlü Nil’i kurtaramıyordu. Aslında kurtarmak istemiyordu. Onu orda bırakıp gidiyordu. 

 

Sürekli olarak bu rüyayı görmekten bıkıp usanmıştı.Geçen hafta rüyalar konusunda uzman olduğunu idda eden bir yaşam koçuna gitmişti. Adama göre rüyalar bilinçaltının dışavurumuydu. Kardeşini kurataramadığı için ne hissediyordu? Mutlu muydu, bunu hakettiğini mi düşünüyordu yoksa vicdan azabı mı çekiyordu. Kardeşine karşı hissetiğin duyguyu bulup onu özgür bırakmamız gerekiyor demişti. O duyguyu bulmadan sana yardımcı olamambunu ancak sen bulabilirsin diye eklemişti. Kardeşine karşı yoğun olarak hissetiği duygu neydi, suçluluk mu, kızgınlık mı, nefret mi, öfke mi, özlem mi? Hangisi daha yoğun olarak baskındı ayırt edemiyordu. Çocukluğuna dön demişti adam yaşamımızın şifreleri çocukluğumuzda gizli. Senin duygularının anahtarı çocukluğunda.Selin çocukluğunu hiç düşünmezdi ailesini, kardeşini, geçmişte yaşamayı sevmezdi. Ama bu saate uykusu da kaçmışken koçunun verdiği ödevi yerine getirmek için çocukluğuna dönebilirdi. 

 

Çocukken kendisinin hep masal kahramanı olduğunu düşlerdi. O iyi kalpli prenses olurdu, şatosunda örgü örerken yakışıklı prensin gelip onu kötülerin elinden kurtardığını hayal ederdi. Masallar her zaman bugün, büyüyüp koca bir kadın olduğu halde bile onun kaçış noktasıydı. Masalları bu kadar sevme nedeni kötülerin her zaman kaybedip iyilerin her zaman kazanmasıydı. Nil ona çok kızardı bu konuda masallar sevmesiyle dalga geçerdi.

 

“ Sen korkaksın. Hayatı yaşamaktan korkuyosun. Sürekli hayal alemindesin. Kendi kapatıyosun birilerinin gelip kurtarmasını bekliyorsun. Bırak artık hayal aleminde yaşamayı o salak masallarını unut. Gerçek hayat acımasız. Kimse seni kurtarmaya gelmeyecek. Aç gözünü, başla hayatı yaşamaya. “  Son kavgalarında Nil ona böyle bağırmıştı. Sonra da çekip gitmişti. Ondan sonra da hiç görüşmemişlerdi zaten. 

 

Onu son görüşünden bu yana tam beş yıl geçmişti. Beş yıl boyunca hiç haber almamıştı ondan. Hiç düşünmemişti bile. Kimleydi, neredeydi, ne yapıyordu. Onu terk edip gitmişti bıkmıştı belki de ondan, kendi hayatını yaşamak istiyordu. Benim gibi masal şatosunda çürüyemezdi o, dışarı çıkmalı kendi hayatının kahramanı olmalı, maceradan maceraya koşmalıydı diye düşündü Selin. Yıllarca Nil’in onun terk edişini hiç düşünmemişti. Nil onu yıllar önce terk etmişti, o ise şimdi rüyalarında Nil’i terkediyordu. Günün ilk ışıkları şehre vurmaya başlarken Selin uykunın sıcacık kollarına kendini bırakmadan önce aklından geçen son düşünce galiba rüyalarımda Nil’den onu bırakarak intikam almaya çalışıyorum oldu.

17 Aralık 2015 Perşembe

Barış


Barış için çıkmıştı sokağa. Barış istiyordu diğer tüm insanlar gibi. Barış umut demekti, umut da hayat onun için. Barış herkese gerekliydi sadece belli bir kısma değil. Renk, dil, din, kadın, erkek ayırmaksızın herkese. Doğudaki bir çobanın da barışa ihtiyacı vardı, batıdaki holdingdeki ceonun da, pazardaki satıcının da, hegün vapurda okula giderken martılara simir atan öğrencinin de. Hedef baskısından bunalmış bankacının da barışa ihtiyacı vardı, ayın sonun zor getiren öğretmenin de. Hepimizin hayata tutunmak için, geleceğe umutla bakabilmek için barışa ihtiyacı vardı.

Barış, ülkeye kaosun hakim olduğu, bol kavgalı, insanların içine nefret tohumları ekilen birbirlerini yok yere öldürdükleri günlerde doğmuştu. Babası, bizim bu dönemde en çok barışa ihtiyacımız var diyerek doğan oğlunun adını Barış koymuştu. Çok severdi adını Barış, babasını da çok sevdiği gibi. Hayata dair tüm fikirlerinde babasının çok etkisi olmuştu. Babasının en önemli öğüdü oku idi. Oku derdi babası oğlu oku bizi karanlıktan aydınlığa okumak çıkaracak. Ne bulursan oku okumaktan, öğrenmekten hiç vazgeçme. Babasının sözlerini hatırlayınca burnunun diğeri sızladı. Babasını yakın zamanda kaybetmişti, yarası henüz çok tazeydi. Ara ara hala kanamaya devam ediyordu. Barış sevdalısılıydı babası bu uğurda canını vermişti. Şimdi babasından bayrağı devralma zamanı ondaydı. Babasının ömrü yetmemişti barışı görmeye ama ben göreceğim, babam için bunun olması lazım diyordu sürekli.

Ülkenin her yerinden insanlar gelmeye başlamıştı. Otobüsler akın akın insanları taşımaya devam ediyordu. Barış bu kalabalığı görünce keşke babam yaşasaydı da şu kalabalığı görseydi diye düşündü. Belki o zaman geleceğe dair, hayata dair daha çok umutu olurdu. Gözleri doldu, ağlamamak için zor tuttu kendini. Hem mutluydu hem hüzünlü. Genç, yaşlı, kadın, erkek bir dolu insan hepsi buradaydı. Hepsi tek bir amaç uğruna toplanmıştı barış. Barış için, umut, için, hayat için, gelecek nesiller için yürümeye başladılar kol kola. Aynı amaç için biraraya gelmiş insanlar arasında ayrım olmaz, onlar bütünün biraraya gelmiş gelmiş parçaları gibidirler. Hayatlarında ilk defa birbirlerini görmelerine rağmen sanki yıllardır biraradaymışlar gibi hissederler, ortak bir dil oluşur hemen aralarında. Barış işte bu duyguyu çok seviyordu. Hep beraber kol kola şarkılar söyleyerek yürümeye devam ediyorlardı. Meydana yürüyecek, sessizce karanfil bırakacak, barış uğruna ölen insanları anıp geri döneceklerdi. Başka bir amaçları yoktu.
Kalabalık gitgide artmaya devam ediyordu. İlk grup varmış sessizce meydana karanfil koyuyorlardı. Sessiz bir ağıt vardı hepsinin dilinde. Yürekli yakan acılı bir ağıt. Herkesin dilinde bu ağıt, gözlerinde yaş, kalbinde umut vardı. Barış’ ında dilinde bu ağıt, gözlerinde yaşlar vardı. Biraz önce sakladığı gözyaşları yanaklarından süzülüyordu. Tutmuyordu artık kendini. Herkes sanki onun acısını biliyordu. Onun acısı herkesin acısı, herkesin acısı onun acısı olmuştu. Acılar ortaktı, umutlar ortak, paylaşılan ekmek ortak. 

Derken kulakları sağır eden bir patlama tüm sessizliği bozdu. İnsanlar çığlıklar atıp kaçışmaya başladı. Bomba patlamış, umutlar suya düşmüştü. Barış ihtimali başka bahara kalmıştı. Belki de hiç gelmeyecek olan bahara. Bu coğrafyada umut bile lükstü, yaşamak bile lüks diye düşündü Barış son nefesini verirken. 

15 Aralık 2015 Salı

Aşık Olmak İstiyorum


 

Arabayı değiştirmişsin Esra. Sabah otoparkta gördüm. Model değişmiş ama renk aynı. Kırmızıdan vazgeçemiyorsun.
Vazgeçemiyorum Hülya doğru söylüyorsun. Kırmızıyı çok seviyorum ne yapayım. Kemal’in yıldönümü hediyesi.
Vay vay vay. Biz bulamadık böylesini.
Öyle cicim. Kıskanma çalış senin de olur. 
Canım sen şanslısın. Herkes senin gini şanslı olmuyor ki?
Şans işi değil bu. Azmedeceksin, planlı programlı olacaksın, çalışacaksın. Az çektirmedi Kemal bana zamanında. Ama bak ben direndim, sabrettim, vazgeçmedim. Sonunda mutluluğa ulaştım.
Of of sabır deme bana.
Sabı canım sabır. İşin özü sabır. Sende ne cevherler var ama kullanmayı bilmiyorsun. Ben senin yerinde olsam.. Neydi o adamın adı hııımm..
Mrat mı?
Yok canım o değil, o işe yaramazdı zaten boşver onu. Ondan önceki sarışın borsacı.
O mu? Barış. 
Ha evet Barış. Hem yakışıklıydı, hem işi iyiydi, hem parası vardı. Ama sen beğenmedim. Adam sana aşıktı hem. Sen beğenmedin.
Evet aşıktı ama ben değildim.
Deli divane oluyordu sana. Her akşam elinde çiçeklerle gel,yordu. Yine de yaranamadı sana. Neymiş çok düzgünmüş.
Napayım ben böyleyim herkese aşık olamıyorum.
Hayat bu canım aşktan değerli şeyler de var.
Aşkatn değerli ne var söylesene?
Aşk bitti artık. Kim aşıkki birbirine. Hepsi proje bak etrafına. Parası olsun, azıcık da tipi düzgün olsun yeter.
Ben o kafada değilim işte. Ben aşık olmak istiyorum. Ayaklarım yerden kesilsin, yemeden içmeden kesileyim, midemde her daim kelebekler uçuşsun istiyorum.
Kelebekmiş laflara bak. Ah ah çok romantiksin Hülya. Devir romantiklerin devri değil artık. Bitti gitti o devir. Aşk öldü artık. Mantıklı düşün biraz. 
Ne kaynatıyosunuz kızlar sabah sabah çeneniz düştü yine.

 

Belma’nın sesiyle irkildiler. Kısa bir sessizlikten sonra ilk konuşan Esra oldu.

 

Aman her zamanki konular işte dedi. Aşk meşek meseleleri, erkekler, romantizim. Kızımız aşık olmak istiyormuş. Midesinde kelebekler uçuşacakmış. Sen ne düşünüyosun Belma? Sence de aşk ölmedi mi?
Boşverin aşkı meşki şimdi. Bunlar derin mevzular. Sabah konuşmaya daldınız işleri unuttunuz. Saat dokuz olmak üzere hadi toparlanın birazdan müşteriler gelmeye başlar. 

 

                 Belma’nın uyarısıyla sohbetleri Hülya ve Esra sohbetlerini istemeden de olsa bitimek zorunda kaldılar. Belme hep böyleydi. İki lafın belini kıracak olsalar hemen yanlarında biter lafı ağızlarına tıkardı. O sabah da öyle yapmıştı. Hülya ama o da çok mutsuz, bir kere  aşık olsa kesin değişir, başbaşka biri olur diye düşündü. Ne olursa olsun insan aşksız kalmamalıydı.

Hülya böyle düşünürken ilk müşteri gelmişti bile. Hülya hayallerinden sıyrılarak gerçeklere dönmüştü. Buyrun nasıl yardımcı olabilirim dedi müşteri. Hoşgeldin gerçek hayat dedi içinden. Elbet aradığım aşkı bulacağım birgün.

 

 

24 Kasım 2014 Pazartesi

Güz Okuma Şenliği

Pinuccia'nın Kitapları tarafından düzenlenen güz okuma şenliğinde son durumum budur.

2. Kategori (10 puan): Sadece tek bir kitabını okuduğunuz ve sevdiğiniz bir yazardan bir kitap.
 Hikmet  Hükümenoğlu/ 04:00 - Everest Yayınları- 355 sayfa

4. Kategori (10 puan): Adında bir meslek geçen bir kitap.
Etgar Keret /Tanrı Olmak İsteyen Otobüs Şoförü -Siren Yayınları -152 sayfa

5. Kategori (10 puan): Nobel ödüllü bir yazardan bir kitap.
Jose Saramago/ Filin Yolculuğu- Kırmızı Kedi- 196 sayfa

16. Kategori (10 puan): Polisiye/gerilim/korku vb. türde bir kitap.
Tess Gerritsen/ Cerrah- Doğan Kitap- 274 sayfa

18. Kategori (10 puan): 2014 yılında çıkmış bir kitap (Yabancı kitaplar için Türkiye’de ilk baskısını 2014’te yapması da kabulümüzdür).
Haruki Murakami/ Renksiz Tsukuru Tazaki’nin Hac Yılları- Doğan Kitap-316 sayfa

19. Kategori (Her kitap 10 puan, 2 kitabı da okuyana ekstradan 20 puan, toplam 40 puan): İsminde bir şehir/ülke adı geçen bir kitap ve buna ek olarak o şehrin yer aldığı ülke edebiyatından bir kitap.
Zülfü Livaneli/ Kardeşimin Hikayesi- Doğan kitap- 330 sayfa

20. Kategori (Her bir kitap 10 puan, tüm kitaplar okunursa ekstradan 20 puan, toplam 50 puan): Aynı yazardan 3 kitap ama dikkat!
Tess Gerritsen/ Çırak- Martı Yayınları- 392 sayfa
Tess Gerritsen/ Karanlığın ayak İzi- Martı Yayınları-320 sayfa
Tess Gerritsen/ Kan Gölü- Martı  Yayınları- 430 sayfa

21. Kategori (Her bir kitap 10 puan, tüm kitaplar okunursa ekstradan 20 puan, toplamda 60 puan): Şimdiye kadar hiç kitabını okumadığınız dört yazardan birer kitap. Yazarların ikisi Türk, ikisi yabancı, ikisi kadın, ikisi erkek olmalı.
 Meva A. Önyurt/Batık Piri Reis'in İzinde - Kapı Yayınları – 282 sayfa
Joel Dicker/ Harry Q. Davasının Ardındaki Gerçek- Can Yayınları-659 sayfa
Jane Teller/ Ağaçtaki- ON8 Yayınları-181 sayfa





7 Kasım 2014 Cuma

Ağaçtaki / Janne Teller

Kızmaya değer şeyler olacaksa, sevinmeye değer şeyler de olacaktır. Sevinmeye değer şeyler olacaksa, demek ki o şeylerin de bir anlamı olacaktır. Ama öyle şeyler yok bu dünyada! Sesini bir ton daha yükseltip, "Birkaç yıl sonra hepiniz ölecek, unutulacak ve hiçbir şey olacaksınız; onun için, kendinizi buna bir an önce alıştırmaya bakın!" dedi. İşte o an Pierre Anthon'u o erik ağacından bir an önce indirmemiz gerektiğini anladık.


          
          Hiçlik duygusu girdap gibidir önce ufak kuşkularla insanın kanına girerek büyümeye devam eder. En sonunda da büyük bir girdap oluşturarak bizi yutar. Hepimiz zaman zaman bu girdaba yakalanırız kimimiz çabuçak kurtulur bu duygudan kimimiz de romandaki Pierre Anthon gibi. Bu girdaptan kurtulamaz. Pierre bir gün herşeyin boş ve anlamsız olduğunu düşünerek okulu bırakır ve evinin önündeki erik ağacına tırmanarak yoldan geçen arkadaşlarına herşeyin anlamsız olduğunu ve bir hiç olduklarını haykırır. Pierre'in gidişi ve her günkü sözler arkadaşlarını çok sarsar. Artık bir şekilde Pierre'i o ağaçtan indirmek gerekmektedir ama nasıl. Düşünürler taşınırlar sonunda akılllarına parlak bir fikir gelir. Bir anlam yığını oluşturarak Pierre'e gösterecekler ve anlamın var olduğunu ispat etmiş olacaklardır. Başlarda çok masumane başlayan düşünce istekler ilerledikçe çığrından çıkmaya başlar. Başta anlam için konulan maddeler çok sıradanken ayakkabı, bisiklet, bayrak gibi ilerledikçe köpek başı, tabut gibi akıl dışı istekler olur. Tıpkı büyükler gibi çocuklarında birbirlerine karşı çok acımasız  olabileciğini de gözler önüne seriyor bu kitap. Zaten gerçekte de öyle değil mi? Birçoğumuz okul sıralarında bir şekilde kilomuz, boyumuz, dış görünüşümüz, maddi durumumuz veya herhangi başka bir sebepten dolayı arkadaşlarımız tarafından alay edilip dışlanmışızdır. Önemli olan anlam arayışı sırasında ne kadar ileri gidebildikleri, kendilerini makul görme çabaları ve en sonunda elde ettikleri sonuca gerçekten değip değmediği.

          Kitapta ilerleyen sayfalar boyunca kafanız sürekli karışıyor. Bir hiçlik duygusuyla boğuşan Pierre Anthon'a hak veriyorsunuz, bir anlamı ispat etmeye çalışan diğer çocuklara.  Kim istemez ki herşeyi boşvermek ve tüm gününü bir erik ağacı üzerinde gecirip gökyüzü izlemeyi, gelene geçene o kadar abartma hiçbir şeyin anlamı yok, dünyadaki en önemli insan sen değilsin demeyi. Sanırım birçoğumuz ister. Hele de hergün karşılaştığımız kendini çok önemli diğerlerini çok önemsiz hisseden insanların yüzüne sen bir hiçsin diye haykırmayı. O yüzden kitabın birçok yerinde Pierre Anthon'u kıskandığımı itiraf etmeliyim. Ama bu demek değil ki diğer çocukların çabasına hayran kalmadım. Gerçektende bazı zamanlar hayatın anlamsız olduğunu düşünsem de hayatı yaşanır kılan ve değerli şeyler de var. Bu kimi zaman çok güzel bir kitap, film, müzik, kimi zaman çocuğumuzun gülüşü, eşimizin sevgisi, kimi zamansa fırından yeni çıkmış kurabiye kokusu, mis gibi bahar havası ve daha birçokşey olabilir. Bu kitabı bitirdikten sonra kitap ve hiçlik üzerine düşünürken kendi anlam listemi yaptım. Benim için nelerin anlamlı olduğunu görebilmek için. O listenin varlığı bile benim için yeteri kadar anlamlı ve uğruna çaba gösterilecek bişeylerin var olduğunun göstergesi. Bu kitabı okuyun ve gerçekten birşeylerin anlamı var mı yok mu üzerinde düşünün. Belki siz de hiçlik girdabına yakalandınız ve kendi anlam listeniz bu girdaptan çıkmanıza yardımcı olur.

28 Ekim 2014 Salı

Joel Dicker Harry Q Davasının Ardındaki Gerçek

          Bugün son zamanlarda okuduğum en güzel kitaplardan biri olan Harry Q Davasının ardındaki Gerçek kitabından bahsedeceğim.  Kitabın yazarı Joel Dicker 1985 Cenevre doğumlu. Henüz 29 yaşında genç bir yazar. Aynı kitabın kahramanı gibi. Yazar ilk kitabını 2009 yılında yazıyor ve bastıracek yayınevi bulamıyor. Harry Q davası ikinci kitabı, bu kitapla eşine az rastlanır bir başarı elde ediyor hem kitabı çok satıyor Fransa'nın en prestijli edebiyat ödüllerini kazanıyor.


           Kitabın kahramanı da 30 yaşında bir yaazar olan Marcus Goldman. Marcus' un ilk kitabı büyük bir başarı sağlamıştır, uzun süredir hayal ettiği paraya ve üne kavuşmuştur. Yayınevi ikinci kitabını yazması için baskı yapmaktadır keza beş romanlık sözleşmesi vardır. Sorun şu ki; marcus beyaz sayfa hastalığına kapılmıştır ve aklına fikir gelmemektir geçen her dakika aleyhine işlemektedir. Üniversiten eski hocası olan Harry Qubert'i ziyarete gitmesiyle olaylar başlar.

          Harry 35 yaşındayken ilham bulmak amacıyla Aurora adında okyanus kıyısındaki küçük bir kasabaya gelir ve henüz 15 yaşındaki Nola adlı genç kıza aşık olur. Öyle bir aşktırki bu yakıp kavurur ikisini de. İkisi de bu aşkın imkansız olduğunu bilmelerine rağmen birbirlerinden vazgeçemezler. Harry bu aşktan ilham alarak bir başyapıt yaratır. Derken tam kitap bittiğinde Nola ortadan kaybolur. Tam 33 yıl sonra Nola' nın ceseti Harry' nin bahçesinde bulunur. Tabi olayın sorumlusu olarak Harry görülmektedir. Peki gerçekten Harry herşeyden çok sevdiği biricik Nola'sını öldürmüş müdür. Öldürdüğüyse neden öldürmüştür? Bu bir aşk cinayeti midir? 

          Marcus üniversiteden eski hocası olan Harry' nin suçlu olduğuna inanmaz ve suçsuz olduğunu ispatlayacak ve bunu kitap yaparak tüm ülkeye kanıtlayacaktır. Kendi soruşturmasını yürütmeye başlar ama bundan rahatsıLık duyan biriler vardır ama kim gerçek katilin bulunmasını istememektedir. Katil kim mi çok şaşıracaksınız.

          Bir kitabı okunur kılan unsurlar nelerdir? Merak ettirmesi mi, sonuna kadar soluk soluğa okunması mı, süpriz sonu mu, konunun ilginçliği mi, popülerliği mi? Bazı romanlar için hepsi bazıları için birkaçı bu unsurlar kişiden kişiye göre değişiklik gösterebilir tabi. Bence bu kitabın akılda kalmasını ve etkili olmasını sağlayan en önemli unsur kitap bittikten sonra bile roman kahramanlarını düşünmeye devam etmek. Ben bir kitap bitti diye üzülüyorsam ve kahramanları düşünmeye devam edip bir süre yeni bir kitaba başlayamıyorsam o kitap benim için çok özeldir. Yazar da benim gibi düşünüyor olacakki kitapta Harry' nin ağzından şu cümleler dökülüyor. " Bir kitabın iyi olup olmadığı sadece son kelimeleriyle ölçülmez Marcus, önceki bütün kelimelerin müşterek etkisiyle ölçülür. Kitabınızı bitirdikten sonra aşağı yukarı yarım saniye sonra, son kelimeleri okuduktan sonra, okuyucu güçlü bir duyguyla sarmalandığını hissetmelidir; kısa bir süre sadece okumuş olduklarını düşünmeli, kapağa bakmalı ve bütün kahramanlarını özleyeceği için hafif bir hüzünle gülümsemelidir. İyi bir kitap marcus, okumayı bitirdiğiniz için üzüldüğünüz kitaptır."

          Peki bu romanın kategorisi ne? Aşk, polisiye, dram. Hem hepsi hem hiçbiri okuyun ve kendiniz karar verin.

30 Eylül 2014 Salı

04:00 Hikmet Hükümenoğlu

                         Hikmet Hükümenoğlu adıyla ilk kez Egoist Okur adlı blogdaki yazıyla tanıdım. (http://egoistokur.com/hikmet-hukumenoglundan-yuzme-dersleri/ ) Yazısını çok sevince blogunu (http://www.hikmethukumenoglu.com) takip etmeye başladım. Yazılarını okuyunca bu yazara karşı merakım daha da arttı ve 04:00 kitabını okumaya başladım.

                       04:00 kitabı 2012 yılında yazılmış ve yazarın üçüncü kitabı. Kiyapta kaos anlatılıyor kısaca. Toplumsal hafıza dediğimiz olgunun var olup olmadığı, gittikçe mutsuzlaşan toplumda başlarının mutsuzluğunun bizi etkileyip etkilemediği konusuna kafa yormuş yazar. Son zamanlarda toplum olarak değişim süreci yaşıyoruz sanki bir şekilde toplumsal hafızamız bir şekilde silinerek yeni ve hiç alışık olmadığımız bir hayat tarzı bize dayattırılmaya çalışıyor. Sürekli önünden geçtiğimiz, varlığını kanıksadığımız, anılarımızın ana mekanı olan yapılar elden çıkarılıp hızla avm oluyor. Hayat değişiyor, dünya değişiyor yeni yapılan gökdelenler ve avmler bize yepyeni ve lüks bir hayat vadediyor. Siz herşeyin daha iyisine layıksınız bu aralar reklamlarda en çok duyduğumuz slogan. Sürekli tüketime övgüler düzülüyor. Daha çok tüket, daha çok harca, daha lüks evde otur, daha büyük arabaya bin daha daha daha.... Sonrası mı borçları ödemek için daha çok çalış. Çalışmaktan hiçbirşeye vakit bulama hayatı kaçır. Hayat son hızla akıp giderken elimizde kalan tek şey bıkkınlık mutsuzluk. Şehir gittide gökdelenlere boğulurken biz de kendi mutsuzluğumuzda boğuluyoruz. Hayatın anlamını bulabilmek için de yeni yollar bulmaya çalışıyoruz. Kitap oldukça karamsar bir havaya sahip. Ama karamsar diye kitabı okumaktan çekinmeyin şu an yaşadığımız hayatı çok güzel özetliyor. 

                    Kitabın en çok beğendiğim bence en can alıcısı cümlesini yazmak istiyorum " Üç çeşit insan vardır. Birincisi, önüne karanlık bir kuyu çıktığında kafasını çeviren, çok geçmeden de bir kuyu gördüğünü unutanlardır. İkincisi, önüne karanlık bir kuyu çıktığında içine düşüp bir daha çıkmayanlardır. Ve üçüncüsü de, önüne karanlık bir kuyu çıktığında bellerine kadar sarkıp içine bakanlar, ışık tutup dibini aydınlatmaya, belki aşağıda birisi vardır diye ip sarkıtmaya çalışanlardır." 

                      Bu kitap beni yeni ve çok farklı bir yazarla tanıştırdırdı. Yazarın diğer kitaplarını şipariş verdim bile. Eğer siz de farklı bir kalem okumak istiyorsanız bu kitap tam size göre. 



                 

28 Ağustos 2014 Perşembe

Bir İkea Dolabında Mahsur Kalan Hint Fakirinin Olağanüstü Yolculuğu

Bir İkea Dolabında Mahsur Kalan Hint Fakirinin Olağanüstü Yolculuğu. Evet yanlış okumadınız kitabın adı tam olarak da bu. Oldukça ilginç ve uzun bir isme sahip olan bu kitap 33 dile çevrilip 36 ülkede yayınlanmış ve yılın yayıncılık olayı olarak yazara birçok ödül kazandırmış. 
Kitapta hint fakirimiz Hindistan Racastan'dan Fransa'ya elinde bir yüzü boş olan sahte 100 euroyla İkea mağazasından çivili yatak satın almak için gelir ve böylece macera da başlamış olur. Fakir aslında dolandırıcının teki olmasına rağmen doğa üstü güçleri olduğuna insanları inandırarak paralarını çalmaktadır. Bu yolculuğa kadar bir insana dahi yardım etmemiş olan fakirimiz türlü yollarla insanları kandırmıştır. Çıktığı bu yolculuk sonrası tamamen farklı bir insana dönüşeceğinden habersizdir. Türlü yanlış anlaşılmalar, tesadüfler sonrası fakirimizin yolu sırasıyla Fransa, İngiltere, İspanya, İtalya, Libya'dan geçerek en nihayetinde Fransa'da hayatının aşkını bulmasıyla sonlanır. 
Yolculuk boyunca fakirin başından pek çok olay geçecek bu olaylar neticesinde fakirimiz fakirliği bırakarak yazarlığa başlayacaktır. Bu yapmış olduğu yolculuk aslında kendi içine yaptığı bir yolculuk olup onu tamamen değiştirmiş olup yaşam amacını bulmasını sağlamıştır.
Sıcak yaz günlerinde hem eğleneyim hem de farklı bişeyler okuyayım diyorsanız bu kitap tam size göre. Hem fakirin yaşam amacını bulma yolculuğuna tanıklık etmiş hem de yolculuk boyunca göçmenlik sorununa farklı bir gözle bakmış olursunuz.
Herkese iyi okumalar.

16 Haziran 2014 Pazartesi

Bahar Okuma Şenliği Sonuçları

Pinuccia'nın Kitapları tarafından düzenlenen Bahar Okuma Şenliğinin sonuna gelmiş bulunmaktayız. toplam puanım 75 ve 1966 sayfa.

1. Kategori (10 puan): Tavsiyelerine güvendiği birinin önerdiği bir kitabı okuyanlara (En az 200 sayfa).

On Derin Ayak İzi/ Lüset Kohen Fins/ Gate Yayınları/ 520 sayfa. Egoist okur (http://egoistokur.com/mutlulugun-sirri-zhuizmde/) da okuduktan sonra bu kitabı okumaya karar verdim.

2. Kategori (15 puan): Bir şiir kitabı okuyanlara (Sayfa sınırlaması yok).

Üç Kadın/ Sylvia Plath/ ARTSHOP yayıncılık 60 sayfa

3. Kategori (15 puan): Herhangi bir edebiyat ödülü kazanmış bir kitap okuyanlara (En az 200 sayfa).

Haruki Murakami / Zemberekkuşu’nun Güncesi/ Doğan Kitap / 738 sayfa  “Zemberekkuşu'nun Güncesi” kitabı ile 1996 yılında Yomiuri Edebiyat Ödülünü kazandı.

4. Kategori (15 puan): Bir öykü kitabı okuyanlara (Sayfa sınırlaması yok).

Alice Munro/ Firar/ Can Yayınları/ 352 sayfa

9. Kategori (20 puan): Kütüphanesinde en uzun süredir okunmayı bekleyen o kitabı okuyanlara (En az 200 sayfa).
Tekrar Bağlantı/ Eric Pearl/ Butik Yayınları/ 296 sayfa






7 Mayıs 2014 Çarşamba

Bahar Okuma Şenliği

Pinuccia’nın Kitapları Tarafından düzenlenen Bahar okuma şenliğinde ilk etap sonuçlarım pek iç acıcı değil J  Sonuçlarda bence  Zemberekkuşu’nun Güncesi kitabı etkili oldu kitap başlarda beni pek sarmadığı için çok yavaşlattı.

İlk ay sonuçlarım 30 puan. 768 sayfa.

2. Kategori (15 puan): Bir şiir kitabı okuyanlara (Sayfa sınırlaması yok).

Üç Kadın/ Sylvia Plath/ ARTSHOP yayıncılık 60 sayfa

3. Kategori (15 puan): Herhangi bir edebiyat ödülü kazanmış bir kitap okuyanlara (En az 200 sayfa).


Haruki Murakami / Zemberekkuşu’nun Güncesi/ Doğan Kitap / 738 sayfa  “Zemberekkuşu'nun Güncesi” kitabı ile 1996 yılında Yomiuri Edebiyat Ödülünü kazandı. 

25 Nisan 2014 Cuma

İNSAN GÖRÜNÜMLÜ VAMPİRLER

Bu tip insanlar hemen yerde fazlaca bulunmakta olup özellikle ofis ortamında kendilerine sıkça rastlanmaktadır. Adete vampirin kanınızı emmesi gibi bu da sizin tüm enerjinizi emerek bitip tüketir. Bu insanla karşılaşmanızın iki dakikalık sohbet sonrasında bile başınız ağrır, mideniz bulanır, eğer ayaktaysanız başınız döner lendiniz bira önce açık havaya atıp nefes almak istersiniz. Bu belirtileri hissediyorsanız aramıza hoşgeldniz. Hoşgeldin insan görünümlü vampir tarafından enerjisi sömürülen insanoğlu. Korkma bu insanlarla karşılaşmaman belki mümkün değil ama onlara çeşitli karşı korunma yöntemleri mevcut. Yeterki sabırlı ol, strese girme. İlk iş olarak bu insanları tanıyalım.

            Bu insanlar ikiye ayrılılar.
1-) Sürekli kendi sorunlarından bahsedenler.
2-) sürekli sende kusur bulanlar.

İlk gruptaki insanlar sizi görmeye görsün hemen sorunlarından bahsetmeye başlayıp içinizi şişirirler. Sürekli sorunları vardır. Sorunları hiç bitmez sürekli şikayet ederler. Şikayetlerinin konusu bazen işi, bazen eşi, bazen çocukları arasında değişiklik gösterir. Ya işinden bunalmıştır, ya eşi bunu hiç anlamıyordur ya da çocuğu hiç laf dinlemiyordur. Hayatı bu üçgen bu üçgen arasında sıkımış kalmıştır. Bu tipteki insanlar kaplumbağaya benzer, kaplumbağalar nasıl evlerini sırtlarında taşırsa bu insanlarda tüm dertlerini omuzlarında taşır. Bunlara nasılsın diye sormaya gör hemen başlarlar anlatmaya aman nasıl olayım işler çok yoğun başımı kaldıramıyorum, çalışmaktan hiçbirşeye vakit kalmıyorki, evde çocuklar perişen, koca zaten ayrı alemde, beni hiç anladığı yok vs. vs.  Hiç bitmek bilmez dertleri. Dünyanın tüm yükü benim omuzlarımda modundadırlar. Kendi mutsuzluklarını size de bulaştırılar. Onlarla karşılaştıktan sonra kendinizi yorgun ve sorunlu hissedersiniz. Çevrenizde böyle insanlar varsa ki her ortamda bu tipler kesin vardır olabildiğince bu insanlardan uzak durmakta fayda vardır. Bu pek mümkün olmasa da (içinizden sürekli olarak yeter be adam senden de senin dertlerinden de fenalık geldi bi senmisin bunları yaşayan diye geçirip adamın kafası patlamak istesenizde sakin olun gerek yok) he he bütün dertler senin üzerinde en çok sen çalışıyorsun, en çok çileyi sen çekiyorsun deyip yolunuza devam edin.

            İkinci guruptaki insanlar ilk gruptakilere göre daha tehlikelidir. Zaten ilk görüşte tanırsınız bu insanları dilleri zehir gibidir, akrep gibi illa sokacak birini bulurlar. Öyle mutsuzdurki bu insanlar başka nasıl yaşanır bilemezler. Kendileri mutsuz olduğu gibi başkalarını da mutsuz etmek için ellerinden gelen herşeyi yaparlar. Sabah kalktınız kendinizi bu çok iyi hissediyorsunuz, güzel güzel giyindiniz işe geldiniz böyle bir insanla karşılarsanız hemen kaçın ordan vakit kaybetmeden. Yoksa sizi böyle mutlu görmesinler  her an saçınıza, başınıza takabilir türlü laf sokmalarla günün geri kalanını size zehir edebilirler. O yüzden bu insanlarla karşılaşınca hemen yol değiştirin, görmemezlikten gelin.


2 Aralık 2013 Pazartesi

Bazı Kadınlar

Bazı Kadınlar 2013 Nobel Ödülü sahibi Kanadalı yazar Alice Munro’nun öykü kitabı. Alice Munro ismini Nobel alana kadar maalesef duymamıştım. Nobel ödülleri açıklandıktan sonra açıkçası Haruki Murakami’nin ödülü alamamasına üzülmüştüm keza kendisi benim favori yazarlarım arasındadır. Netice ödülü alan yazarı merak etmiştim ve Puniccia’ nın Kitapları tarafından düzenlenen kış okuma şenliği kapsamında kategorilerden birinin Nobel Edebiyat Ödülü kazanmış bir yazarın bir kitabı olunca bu kategori için tercihimi Alice Munro’dan yana kullandım ve keşke böyle bir yazardan daha önce haberim olsaydı ve tanışmak için bu kadar geç kalmasaydım diye düşündüm.

Yazarın bu kitabı 10 öyküden oluşuyor. Öykü adları;

Boyutlar
Öykü
Wenlock Yamacı
Derin Çukurlar
Serbest Radikaller
Yüz
Bazı Kadınlar
Çocuk Oyunu
Odun
Aşırı Mutluluk şeklinde.

Kitabı okumadan önce yazar hakkında internetten yaptığım araştırmalar neticesinde yazar hakkında çok güzel yorumlar vardı. Okuduğum tüm kaynaklar yazarın dilini çok basit olayları bile büyüleyici bir dille olduğu, öykü dalında çok büyük bir usta olduğundan bahsediyorlardı. Kitap adından da anlaşılacağı üzere genel olarak  kadın öykülerini anlatıyor. Bu arada kitabın orjinal adı Too Much Happiness (Aşırı Mutluluk) olmasına rağmen biz de Bazı Kadınlar adıyla yayınlanmış. Biz de niye bu adla yayınlandığını da çok merak ediyorum doğrusu. Benim kitapta en favori öyküm Aşırı Mutluluk olmuştu.

Bu kitapta yazar her öyküde farklı kadının farklı hayatını gözler önüne seriyor. Biz kısacıkta olsa o insanların hayatına pencerinin arkasından bakıp duygularını ve davranışları gözlemliyoruz.  Bazen çocukluk arkadaşıyla derin bir sır paylaşan ve bu arkadaşını ısrarla görmek istemeyen bir kadının hayatına konuk oluyoruz, bazen de rus matematik profösörü bir kadının hayatından bir kesit görüyoruz, bazen de ölümün kıyısından gelip geçen bir annenin çocuğuyla olan kopuşunu okuyoruz.


Benim en favori öykülerim; Aşırı Mutluluk, Derin Çukurlar ve Serbest Radikaller oldu. Eğer öykü kitaplarından hoşlanıyorsanız veya son zamanlarda güzel bir öyküde kaybolmak istiyorsanız bu kitabı okuyabilirsiniz.