22 Haziran 2017 Perşembe

Şermin

         Şermin akşam yemeği hazırlıklarına başlamıştı erken olmasına rağmen başlamıştı bile. Soğanları ince ince kıymaya başladı yaşaran gözlerini ellerinin tersiyle sildi. Hemen fırsatta yaşaran gözleri sanki soğan doğrarken yaşarmasa olmuyordu. Soğanları tencereye attı kavurmaya başladı. Sonra sarımsakları ekledi. Bu evde yemek pişiyor burası gerçek bir yuva dercesine ortalığı buram buram iştah kabartan bir koku sardı. Sırasıyla domatesleri, fasülyeyi ekledi üste çıkacak kadar su koyunca tamamdı. Son olarak tuzunu ekleyip tencerenin kapağını kapattı.


         Yanına pilav, salata, cacık oh mis diye söylendi. Şimdiden ağzı sulanmaya başlamıştı bile. Şehriyeleri güzelce kavurdu pirinçleri ekleyerek kavurmaya devam etti. Annesinden böyle öğrenmişti. İyi bir pilav yapmanın sırrı burda derdi sabırla yakmadan pirinçleri kavuracaksın. Hayat da böyledir derdi mutfağa benzer ne yaparsan yap önemli olan ayarını tutturmaktır. Az yaparsın yetmez çok yaparsın yenmez hep kararında yapacaksın. Hayatta ne açgözlü olacaksın ne de cimri. Yeri geldi mi cömertlik yapacaksın ama har vurup harman savurup kendini dara düşürecek kadar değil. Pirinçlerin yeterince kavrulduğuna ikna olan annesi suyu ilace edip tencereyi kapattı. O da tıpkı annesi gibi yaptı. 


          Annesi yemek yaparken onu izlemeyi çok seviyordu. Zaten annesinin hayatı mutfak olmuştu kolay değil evde doyurulacak sekiz boğaz olunca başka türlüsü düşünülemiyor. Annesi hem yemek yapardı hem anlatırdı. İlk eve gelin geldiğimde hiç yemek yapmayı bilmiyordum sağolsun baban hiç kırmadı beni sabırla bekledi. Ben de  usanmadan pişirdim hep şimdi ustalaştık tabi zaman geçtikçe derdi. Bazen uzaklara dalar köye gider annesi babasını anlatırdı. Genellikle soğan doğrarken olurdu bu hep. Hiç görmemiştim onları ben    sorunca annem küçükken öldüler derdi fazla uzatmadan ben de susardım ikimiz de susardık. Sonra annem gözleri yaşlı of bu soğan be kadar acıymış yaktı gözlerimi derdi. Ben sessizce bakardım anneme anlardım ama birşey diyemezdim diye anlatırdı o yılları Şermin.


         Zamanla annesinin mutfaktaki sağ kolu olmuştu. Soğanları doğruyor, sebzeleri yıkayıp ayıklıyor, sofrayı kurup, bulaşıkları yıkıyordu. Annesine bu kadar yakın olmak Şermin'i daha da görünmez yapıyordu. Ona yaklaşmaya çalıştıkları sessizlikten ördükleri duvar daha da kalınlaşıyordu. Gün geldi ve Şermin annesinin karşısına geçti. 


        Ben gidiyorum anne dedi. Daha fazla dayanamayacağım buraya sana, bu mutfağa, bu hayata. Bu mutfak senin hapishanen olmuş dışarı çıkmak bile istemiyorsun. Ben senin gibi olmayacam hayatımı senin gibi soğan sarımsak doğrayarak geçirmeyeceğim diye bağırmıştı. Annesinin ağzından tek kelime bir çıkmıyordu. İstiyordu ki herhangi birşey söylesin bağırsın, gitme desin ama yok kadın sanki taş kesilmişti öylece duruyordu. Ne yaparsa yapsın durumun değişmeyeceğini anlayan Şermin kapıyı çarptı ve arkasına bile bakmadan çekip gitti. 


      Yemekler hazırdı. Bembeyaz masa örtüsünü serdi tabakları, çatal kaşıkları koydu. Masanın orta yerine papatyaları yerleşti özenle düzellti. Annesi bir keresinde köyde her bahar papatyaların olduğunu ve onları toplayıp saçına taç yaptığını söylemişti gözleri ışıldayarak. İki kişilik sofrası hazırdı artık. Gidip annesinin koltuğunu sürükleyerek getirdi. Yemekleri koydu tabaklara. Anne yemek hazır dedi. Annesi ise bomboş gözlerle ona bakıyordu. Şermin annesi tepki versin diye uzun süre bekledi ne kadar beklediği bilmeden sadece bekledi bir umut.

2 yorum:

  1. Artık kitap yazsan diyorum. Bana kısa geliyor 😬 Tam öykünün içine giriyorum ... bitiveriyor. Bu da güzel bu arada

    YanıtlaSil
  2. Çok teşekkür ederim canım en büyük hayalim ❤️

    YanıtlaSil