Ayşe
o gün ilk defa sevgilisinin evine gideceği için çok heyecanlıydı. Günlerdir bu
gece için ne giyeceğini düşünüyordu. Elbise giyse birkaç tane denedi ama
hiçbirini beğenmedi. Kırmızı güzeldi aslında ama biraz fazla mı gösterişli,
yeşil çok uzun. Etek giyse üstüne ne giyecek. Gömlek yok ne öyle iş görüşmesine
gider gibi. En sonunda en sade kıyafetlerini giymeye karar verdi. Lacivert kot
pantolon üzerine beyaz tişört. Her zaman en sade olan en güzeldir diyen
annesini dinlemeye karar verdi o gece için. Aynada kendine baktı. Omuzlarına
dökülen saçlarını tepeden sıkıca toplayarak kendi etrafında tam tur döndürerek
topuz yaptı. Kırmızı rujunu sürdü. Tamam şimdi hazırdı. Yok daha değil. En
sevdiği inci kolyesini takmadan çıkamazdı evden. Heyecanla derin bir nefes
alarak yola koyuldu.
Sevgilisin
evinin önüne geldiğinde arabayı apartmanın tam karşısına bakarak Erman’ın
oturduğu kata doğru baktı. Beşinci kat demişti ama ışıklar yanmıyordu. Diğer
evin ışıklarını kontrol etti, yanıyordu bazıları. Acaba unuttu mu diye
panikledi ama o da en az benim kadar heyecanlıydı diye düşünerek eve doğru
yürümeye başladı. Belki sürpriz yapacaktır. Yoksa evlenme mi teklif edecek. Yok
şimdiden havaya girmeyeyim. Binaya girmeden kızlar grubuna mesaj atmayı ihmal
etmedi. “Ben geldim. Ev karanlık acaba sürpriz mi yapacak.” “Yoksa evlenme mi
teklif edecek, tek taşın fotosunu atmayı unutma, çok içme, hemen yatağa atlama
biraz ağırdan al, öpüş sadece, alev alsın adam daha ileri gitme, ha ha ha.”
Mesajlar peşi sıra gelmeye devam ederken gece boyu rahatsız etmesin diye
bildirimleri kapatarak zile bastı ama o da ne zil çalışmıyordu. Kapıyı
tıklattı. Gelen giden olmayınca biraz öncekinden daha sert bir şekilde vurdu.
Üç kere çaldıktan sonra kapı açıldı.
“Aşkım
gelmiş. Hoşgelmiş. Geç içeri aşkım. Aç mısın? Domates soslu makarna yaptım daha
doğrusu sadece daha suyunu koydum kaynamak üzere. On dakikaya hazır olur. Ben
üstümü değiştirip geliyorum. Sen bir kahve yapar mısın ikimize. Hemen
geliyorum.”
“Aşkım
elektrikler mi yok.”
“Ha
evet. Faturaları ödemeyi unutmuşum kesmişler. Yarın hallederim. Sen geç. Mutfak
hemen sağda” deyip gözden kayboldu. Ayşe karanlıkta el yordamıyla ilerleyerek
mutfağın yolunu bulmaya çalıştı. Cebinden telefonu çıkararak ışığını yaktı.
Mesajları okumadan hemen durum bildirimi yazdı. “Evde elektrikler kesik,
karanlık, yemekte domates soslu makarna var ama daha yapılmamış, şimdi kahve
yapmaya mutfağa gidiyorum. Sürpriz yok. Üzgün surat emojisi” Cevaplar peş peşe
gelmeye devam etti. “Karanlık daha iyi, ay çok romantik belki bilerek
yapmıştır, sizin aşkınız evi ısıtır, aşk böcekleri.” Mesajları kapatarak
telefon ışığıyla mutfağı bulmaya çalıştı. Küçük en fazla iki kişinin
sığabileceği bir yerdi. Kahve neredeydi, kahve makinası var mıydı, suyu nasıl
ısıtacaktı. Oflayarak önce kahve makinası aramaya girişti. Tezgâhın üstünde üç
tane kahve makinası sıra sıra diziliydi. Türk kahvesi makinası hariç diğerleri
gözüne yabancı geldiği gibi nasıl kullanılacağını da bilmiyordu açıkçası.
Bunları alınca yanında kullanma kılavuzu da gönderiyorlar mı acaba diye
düşünmekten kendini alamadı. Aman ne kadar zor olabilirdi ki? Kahveyi koy suyu
koy gerisini makine halletsin, e halletsin de elektrik yokken nasıl olacak o.
Hay aptal kafam nasıl yapacağım ben şimdi kahveyi. Nescafe var mıdır acaba?
Yoktur kesin ama Türk kahvesi vardır. Dolap kapaklarını açarak kahve aramaya
girişti. Tek eliyle telefonu tutarken diğer eliyle dolaptaki kavanozların
kapaklarını açıp koklamak oldukça yorucuydu. Elini attığı ilk kavanoz naneydi
koklayınca içine ani bir ferahlık gelse de annesinin küçükken o hastalanınca
kaynattığı nane limonun tadı gelince yüzünü buruşturdu. Diğerlerini açıp
kokladı sırayla kekik, acı biber, tarçın, karabiber, kimyon kokladı. Kahve hiç
ortalarda görünmüyordu. Diğer dolaba geçmeye karar verdi. Kapağını boş bulunup
hızlıca açınca içerde bulunan tencere uzun süredir orda öylece durmaktan
sıkılmış olacak ki macera aramak için fırsattan istifade kendini önce tezgâha
oradan da kadının ayağına kendini bırakıverdi. Acıyla kıvranan Ayşe acıyan
ayağının üstünde sekerek inlemeye başladı o esnada tezgâhta olduğunu bile fark
etmedi cam bardağa elini çarpınca yere yuvarlanmasıyla tuzla buz olması
arasında ancak saniyeler vardı. Hay aksi bir de bu çıktı şimdi başıma nasıl
temizleyeceğim ben şimdi bu camı. Süpürge de açamam. Çok karanlık hem. Offf.
Erman nerde kaldı. Erman, Erman, neredesin aşkım. Buraya gelir misin çok acil.
Karanlıkta kıpırdamaya korkuyordu adeta. Eline yayılan sıcaklığın ne olduğunu
ilk etapta anlayamadı. Bardakta su vardı herhalde diye düşündü ama elinin
acısından kan olduğunu anladı. Kırılan parçalardan biri eline batmıştı demek. Sevgilisi
hala ortada yoktu. Çıplak ayakla kırık cam parçalarının içinden geçmek
istemiyordu. Erman diye bağırdı sesinin çıkabileceği en yüksek tonla.
“Buradayım
aşkım ne oldu. Kahveler hazır mı?”
“Ne
kahvesi sen benimle dalga mı geçiyorsun. Kahveyi bulamadığım gibi dolaptan
tencere ayağıma düştü. Parmağım kırılmış olabilir ayrıca bardak kırıldı her yer
cam.”
“Tamam
aşkım gel.” Diyerek kadının usulca kolundan tutarak mutfağın dışına çıkardı.
“Hayatta
yaptığım daha doğrusu yapamadığım en pahalı kahve oldu bu. Bir ayağa bir de ele
mal oldu” dedikten sonra ikisi birden kahkahalarla gülmeye başladı.
“Hadi
gel gidelim. Önce hastaneye gideriz senin ayağına, eline baktırırız sonra da
yemeğe gideriz.”
“Hadi
gidelim. “ ikisi evden çıkarken hala Ayşe’nin haline gülüyordu.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder