18 Ekim 2018 Perşembe

Geçip Giden Zaman

              Daha ne kadar canım acıyabilirdi ki. Zaten günlerdir dipteyim. Dipte en dipte en ufak bir ışık hüzmesinin bile giremediği zifiri karanlıkta tek başımayım. Çıkamadım çıkmak da istemedim aslında. Aşk ne kadar büyük olursa acısı da o kadar büyük olur derlerdi de inanmazdım başıma gelene kadar. Hiç olmaz denen başıma geldi de öğrendim. Aşk nedir bilmezdim vuruldum, yanmak ne demekmiş bilmezdim yandım, acıdan nefessiz kalıp ölmek isteyip ölememek ne demekmiş anladım. Anladım da dinmedi acım kalmadı takatim.

                  Geçer diyor daha önce sevenler, unuturmuşum zamanla, zaman herşeyin ilacıymış. Ama ben unutmak istemiyorum, tek bir hatırayı bile hatırlamak istiyorum. Aşığın yüzü en büyük hediye değil mi maşuka. Neden unutayım o zaman, nedir bu unutma çabası. Ben hatırlamak ve bu acının içinde kavrulup yok olmak istiyorum. Çare aramıyorum derdime, biliyorum çaresini. Acın çok taze oynama, kanatıp durma diyorlar bırak kabuk bağlasın. Böylesi daha iyiymiş. Ama ben oynuyorum, kanatıyorum, bilerek daha çok acıtıyorum. İstiyorum ki daha çok acısın daha çok kanasın onunla dolu her bir hücrem acıtan yok olana kadar kavrulsun belki bir parça huzur bulur ruhum. 


                   Kaç gün oldu saymadım günleri. Her gün bir diğerinin aynı zaten. Sabah kalak acı bir kahve iç, giyin, işe gel, çalış, eve git, yat. Yat ama uyuma hatta gözlerini bile kırpma. Kırpma gözlerini ki gitmesin sevgilinin hayali gözlerinin önünden. Unutma yüzünü aldığın her nefes boyunca hatırla. Zaman geçiyor gecenin karanlığında hıçkırıklarım saatin tik taklarına karışıyor. Başka ses yok nefes yok sadece ben varım bir de acım. Gerçekten böyle bir acı zamanla geçer mi? İnanamıyorum. Peki geçse bile ben aynı insan olarak kalır mıyım yoksa değişir miyim? Çocuk gibisin insan sürekli seni koruyup kollamak ihtiyacı hissediyor demişti bana bir seferinde. Vapurdaydık ben martılara simit atıp eğleniyordum. Neden öyle dediğini anlamamış gülmüştüm o da bana bakıp gülmüştü. O an dünya gülmüştü sanki. İki çay söylemiştik esen rüzgara inat içimizi ısıtmıştık elele. Buz gibi olmuştu elleri, kış boyunca hiç ısınmazdı. Elleri benim için ulaşılmaz bir dağ gibiydi, hep soğuk, hep güçlü biraz da zorba. O eller korumuştu beni yıllarca, fırtınalarıma göğüs germişti, ne zaman ayaz kesse koynumda hayata dönmüştü. Bu kış kim ısıtacak ellerini. Giderken ona ördüğüm kazağı almamış. Daha birçok hatırayı da bana bırakmış sanki hava almaya gitmiş de geri gelecekmiş gibi. Ama biliyorum bu gidişin dönüşü yok. Sabah olmak üzere. Birazdan insanlar uyanacak, hayat başlayacak. Sıcacık evlerinde birbirlerini günaydın diyerek öpecekler, kahvaltı yapacaklar gülerek. Çocuklar okula, büyükler işe gidecek. Yanımdan akıp gidecek insanlar hiçbiri ne kadar yaralı olduğumu fark etmeden geçip gidecekler. Ben hayatta herşey yolundaymış gibi yapıp çalışacağım, kahve içip müdürün yeni arabasıyla ilgili dedikodu yapacağım, belki yapılan esprilere güleceğim, yemek yiyeceğim, eve geleceğim sonra akşam olunca. Anahtarı deliğe sokacağım ve evin yalnızlığı yüzüme çarpıcak tokat gibi. Eve attığım ilk adımla birlikte yükleneceğim acımı gece boyu sessizlikte ta ki gün doğumuna kadar. Kaç gün doğumu geçer bilmeden bu acının üstünden. 

15 Nisan 2018 Pazar

Uyku

                                                         UYKU

         Esra saatini yatmadan önce altıya kurmuştu ama o gün ne olduysa bilinmiyor saat çalmadı. Esra uyandığında saat tam olarak ondu. O gün uyandığında kendini hiç olmadığı kadar zinde ve dinlenmiş hissediyordu. Bu gece ne kadar da güzel uyumuşum, tam olarak dinlenmişim diye düşündü. Mutlulukla gülümsedi yatakta kalkmadan önce biraz gerindi. Parmak uçlarında yürüyerek perdeyi araladı. İşte o zaman bu işte bir tuhaflık olduğunu fark etti. Ortalık aydınlanmıştı. Hemen koşarak yastığın altındaki telefonundan saati kontrol etti. Gözlerine inanamadı bir daha baktı saat tam olarak on olmuştu. Bu yüzden bugün bu kadar iyi dinlenmişim demek diye düşündü. Artık kaybedecek tek bir dakikası bile yoktu işe geç kalmıştı. Apar topar hazırlandı evden fırladı. 
                 
           Bu saatte trafik yoktu on dakikada işe geldi. Bu kadar kısa sürede işte olduğuna inanamıyordu. Normalde hep böyle gelsem keşke ben neden her sabah sabahın köründe kalkmak zorunda kalıyorum ki diye söylenerek ofise doğru yürümeye başladı. Çalıştığı kata gelince etrafı kolaçan etti, müdür ortalıkta görünmüyordu. Masasına oturdu bilgisayarını açmıştı ki müdürün sesini ensesinde duydu.

Hayrola Esra hiç gelmeseydin bugün.
Çok özür dilerim Ekrem bey. Saatim çalmamış ben uyuyakalmışım.
Tamam kes zaten artık işe gelmene gerek kalmadı.
Neden. Esra hiçbir şey anlamamıştı.
Görmüyor musun kızım kimse yok. Battık, çalışacak bir işimiz yok artık. Haydi toplan git evine.
Battık mı nasıl olur ama işler çok iyi girmiyor muydu? İnanmıyorum şimdi işsiz mi kaldık. Nasıl iş bulurum ben bu saatten sonra ama benim kredim var. 
Haydi kızım al eşyalarını git evine.

               Esra etrafına bakınınca katta kimsenin olmadığını gördü sadece hiç tanımadığı iki kişi masaları sandalyeleri götürüyorlardı. İki adam işleri bitince geldi yanına önce bilgisayarını topladılar, sonra masayı en son da Esra daha otururken sandalyesini çekiverdiler. Ne olup bittiğini anlamayadan bir anda kendini yerde buluvermişti. Çaresiz kalan birkaç eşyasını toplayarak eve gitmeye karar verdi. 

                   Arabasına binince karnının gurultusundan ne kadar aç olduğunu fark etti. Karnında adeta bir orkestra çalıyordu. En iyisi eve gitmeden şöyle güzel bir kahvaltı yapayım nasılsa vaktim çok diyerek direksiyonu sahile kırdı. Sahil yolunda da trafik yoktu. Çabucak gideceği yere varması onu çok şaşırtmıştı. Hemen park yeri buldu. Bugün şanslı günüydü park yeri bile aramamıştı. İçeri girdi, deniz gören cam kenarındaki masalardan birine oturdu denizi izlemeye başladı. Deniz sakindi bugün iki tane martı tembel tembel uçuşuyordu. Aradan ne kadar zaman geçtiğini anımsayamadı ama bir süre sonra sipariş vermek için garson aramaya başladı ama ortalıkta hiç garson göremedi. Aslında dikkatli baktığında mekanda kendisi haricinde tek bir müşteri bile olmadığını gördü. Hayret burda haftasonu yer bulabilmek için saatlerce bekliyoruz şimdi tek bir kişi bile yok diye şaşırarak kasaya doğru ilerledi. Nihayet kasada sipariş verebileceği birilerini görmenin mutluluğuyla “ Merhaba, sipariş vermek istiyorum çok açım” diye seslendi. “ Ne siparişi abla battık biz görmüyor musun kaç kurtar kendini birazdan alacaklılar kapımıza dayanır” diyerek eşyalarını toplayarak kaçtı. Esra adamın arkasından bakakaldı. Ne tuhaf bir rastlantı diye düşünerek çaresiz çıktı mekandan. Eve gitmeye karar verdi. En iyisi evde kahvaltı yapmaktı. Evine yakın marketin önünde durdu. Market rafları neredeyse bomboştu, şaşırarak boş raflarda ilerledi. Görevliye benzer birini görünce “ Hayrola siz de mi battınız” diye sordu şakayla karışık. “Kaç abla kaç kurtar kendini, talan ettiler burayı canımı zor kurtardım. Kaç saklan daha fazlası geliyor artık hiçbir yer güvenli değil kaç canını kurtar” diyerek uzaklaştı. 

                 Esra’nın sabahtan beri yaşadıklarından dolayı kafası karışmıştı. Aynı anda hem kendi şirketi, hem her zaman gittiği kafe, hem de evinin yakınındaki market batmıştı. Çaresiz evinin yolunu tuttu. Birşeyler öğrenmek amacıyla televizyonu açtı. Televizyonda herşey gayet normal görünüyordu. Evlilik programları, sabah şekerleri, doktorlar, sabah sabah gözünü açmadan göbek atanlar, yemek yapanlar herhangi bir değişiklik görünmüyordu. Haber kanallarını açtı, orda da acil mahiyetinde bir olay görünmüyordu. Günlük sıradan hatta dünden kalma bayat haberleri veriyorlardı. Bir tanesinde yılanlarla ilgili bir belgesel vardı. Oldum olası yılanlardan nefret ederdi hemen kanalı değiştirdi. Televizyona bakarsa hayat normal seyrinde akıyordu ama sabahtan beri yaşadıkları hiç normal değildi. En sonunda telefonu eline almak aklına geldi. Sosyal medyaya bakınca gerçekleri tüm çıplaklığıyla gördü. Dün akşam ani bir kararla ülke borçlarını ödeyememiş ve batmıştı. Alacaklılar kapıya dayanmış tüm mağazalar, depolar, marketler talan edilmiş, olaylardan korkan halk evlerine saklanmıştı. Olayların nasıl düzeleceği ve bundan sonra neler olacağı bilinmiyordu. Bazı yerlerde çok büyük kargaşalar çıkmış ölü ve yaralılar vardı. Esra tüm bunları okurken gözlerine inanamıyordu. Tüm bunlar o mışıl mışıl uyurken olmuştu. Hepi topu kaç saat uyudum neler olmuş keşke bütün bunlar bir rüya olsa diye düşündü. Şimdi anlıyordu sabahki tuhaflıkları demek herkes evine saklamıştı, peki herşey yerle bir olurken televizyonda göbek atanlar da neyin nesiydi, hala tek derdi evlenmek olan insanlara ne demeliydi. Elinde telefon umutsuzca başını salladı, peki şimdi ne olacaktı. 

26 Mart 2018 Pazartesi

Masum Yaz

                                         
                Annemin elleri. Annemin elleri çok sertmiş bana vurunca anladım. On iki yaşındaydım yazdı çok sıcak, yakıp kavuran sarı sıcak bir yazdı. Üç aylık tatilin son hızla sonuna yaklaşıyorduk. En sevdiğimiz şey tüm gün sokaklarda koşup oynamaktı. Küçüktük, çocuktuk, mutluyduk o zamanlar. Geleceğe dair hayaller kurardık, geceden sabaha değişen hayaller. Bir gün doktor olup hayat kurtarmak isterken ertesi gün kandan korkup bundan vazgeçiyorduk. Sabah kalkınca ressam olup dünyayı renklere boyamak isterken akşam olunca şarkıcı olmak isteyip saç fırçasından mikrofon yapıp hemen provalara başlıyorduk.  Ah o umursamaz çocukluk yılları. Herşeyi yapabileceğine inandığın, tüm hayallerinin gerçek olacağına inandığın güzel zamanlar. Biz sokakta oynayan son nesildik. Sabahtan akşama kadar top peşinde koşup ezan okununca eve zor giren çocuklardık. Çok yorulup acıkınca vakit kaybetmemek için salçalı ekmekle karnını doyuran çocuklar. Şimdi düşünüyorum da o sene en masum geçirdiğim, hayatımın en mutlu zamanlarıymış. Bilseydim bunu belki kıymetini bilebilirdim. Hep öyle değil miyiz zaten ya geçmiş hesaplaşması içinde ya da gelecek kaygısı içinde olmaktan yaşadığımız anın farkına varamıyoruz çoğu zaman. Hiçbir zaman o kadar mutlu olmadım, o kadar çok gülmedim gibi geliyor bana. Hiç o kadar eğlenmedim, hiç o kadar umursamaz olmadım. Bir daha hiç çocuk olmadım birden büyüyüverdim.

                    Ağustos sıcaklarının yakıp kavurduğu, sıcaktan sineklerin bile uçmaya üşendiği bir günde karnım ağrıyordu. Ağrıdan yerimde duramıyor iki büklüm vaziyette geziyordum. Tuvalete gittiğimde kanı gördüm. Ne olduğunu anlamadım önce ağlamaya başladım, hıçkırarak ağlıyordum. Ağlamamı duyan annem koşarak yanıma geldi “Noldu kız neden ağlıyon” demesine kalmadan külodumdaki kanı gördü ve suratıma okkalı bir tokat attı. O zaman farkına vardım annemin ellerinin ne kadar sert olduğunu, kurak topraklar kadar sertti elleri meğer kalbi de elleri kadar sertmiş hiç bilmiyordum o zamanlar. “Vay anam babam bu kız kirlenmiş, anam napcaz şimdi, vay başıma gelenler” diye bağırmaya başladı. Bense ne olup bittiğini tam olarak anlayamamıştım. Bu kadar kötü ne yapmıştım da annem bana tokat atıp bağırmaya başlamıştı. O sıcak yaz günü kanıyordum annem bağırıyordu ben ağlıyordum.

                     Bir süre sonra annem bağırmayı kesti ve beni karşısına alarak son derece ciddi bir ifadeyle konuşmaya başladı. “Kızım bak bundan sonra çocuk değilsin artık genç kızsın. Artık öyle sokakta çocuklarla oynama faslı bitti. Bu kıyafetleri de atıyoruz hemen bebekleri ve oyuncaklarını da. Artık çocuk değilsin. Hareketlerine dikkat edeceksin. Sakın bize laf getirme seni ellerimle öldürürüm.” Konuşma arasında da transa girmiş gibi sürekli “vay anam babam bu kız kirlenmiş, kız kirlenmiş” diye bağırıp ağlıyordu. Bense hala ne dediğini, neden kirlendiğimi anlayamıyordum. Ama çok geçmeden ne demek istediğini anlayacaktım. Önce tüm şortlarım, kısa eteklerim atıldı onun yerine upuzun etekler geldi. Anneme göre artık korumam gereken bir namusum vardı ve erkeklerden uzak durmalıydım. Maazallah bir adım çıkarsa felaketim olurdu ömür billah kimse beni almazdı sonra ne yapardım. Çok dikkat etmeliydim çok. O günden sonra annem bir daha beni sokağa salmadı. Camın arkasından sokaktaki arkadaşlarımı seyrettim yaz boyu. Günlerim ev işi yapmakla ve dantel örmekle geçiyordu. Anneme göre sokakta oynamak için fazla büyüktüm.

                      Adet olduğum için anneme göre kirlenmiştim. Artık sadece namusunu koruması gereken zavallı bir mahluktan başkası değildim. Bundan sonra hareketlerime dikkat etmezsem başıma gelecekler benim suçumdu. Başıma gelenlerin hepsi benim suçum anne çünkü ben kirliyim öyle kirliyim ki dünyadaki hiçbir sabun bana bulaşan kiri temizleyemez.

22 Ocak 2018 Pazartesi

Çamaşır Suyu

              Annemin elleri. Annemin elleri çamaşır suyu kokardı hep. Sabahtan akşama kadar otelde temizlik yapardı. Bazen gece veya hafta sonu çalıştığı da olurdu. Ben hep yalnız başıma evde onu beklerdim. O gelene kadar gözüme uykuma girmezdi, bazen yemek bile yemezdim tek başıma lokma geçmezdi boğazımdan. Anneme söylediğimde üzülürdü aç kalıyorum diye, söylemezdim o yüzden. Açlıktan ölsem de o gelince ben tokum derdin hep. O ise yüzünde hep o buruk gülümsemesiyle yarım ağız gülümser, çamaşır suyu kokan elleriyle hafifçe başımı okşardı o kadar. Bense annemi benden ayıran bu kokudan nefret etsem de bu kısacık an uzasın saatlerce sürsün diye beklerdim. Ama annem hep yorgundu işten gelince direk yatardı.
             Soğuktu çok soğuktu. Gece daha da soğuk olur bizim oralar.
İnsanın iliğini kemiğini dondurur soğuk. Evde kömür bitmişti o kış soğuk geçmişti ve kış ortasında kömürsüz kalmıştık. İşin kötüsü kömür alacak paramız da yoktu. Babam bir yıldır bizimle yaşıyordu kardeşim daha iki aylıktı. Annem mecburen işe dönmüştü. Tüm gün kardeşime ben bakıyordum. Babamsa tüm günü uyuyarak tüm geceyi içerek geçiriyordu. Bazen kardeşim ağlayınca odasından çıkar sustur şunu çabuk diye bağırırdı. O gece içmeye gitmişti ve evde kardeşimle yalnızdık. Soğuktan üşümesin diye kat kat sarmıştım onu kucağımdaydı ama naparsam yapayım susturamıyordum ağladı, ağladı, ağladı, küçücük bebek çatlayana kadar ağladı. O ağladı ben ağladım sonra sustu kucağımda uzun, sessiz, derin bir uykuya dalmıştı. O vaziyette ne kadar kaldık bilmiyorum ama annem geldi sonra çamaşır suyu kokan elleriyle. Naptın sen diye bağırıyordu avaz avaz naptın sen. O gün annemi son görüşüm oldu. Yıllar geçti ama naptın sen diye bağıran sesi hala kulaklarımda.

           Evimde çamaşır suyu yok biliyor musun. Kullanmıyorum. Bana o eski, sefil günleri, kaçamadığım hatıralarımı canlandırıyor. Koku hafızası böyle bir şey işte. Basit bir çamaşır kokusu beni nerelere götürdü. Annemin elleri çamaşır suyu kokardı.

1 Ocak 2018 Pazartesi

Yüzük

        Selin nihayet Osman’ın ailesiyle tanışacağı için çok heyecanlıydı. Hiç tanımadığı bu insanlara kendini sevdirebilecek miydi acaba? Nasıl insanlardı, neyi sevip,  neyi sevmezlerdi,  huyları nasıldı, en çok neye gülerlerdi, nasıl yemek yerlerdi. Bunların hepsini çok merak ediyordu, onlar hakkındaki herşeyi silbaştan yeniden öğrenecekti. Çok heyecanlandı parmağındaki yüzükle oynamaya başladı. Yüzüğe dokunmak onu sakinleştiriyordu. 

         Annesi babasıyla onu terketmeden önce Selin’e bu yüzüğü vermişti. O zaman altı yaşındaydı daha. Ona göre her zamanki gibi sıradan bir gündü. Beraber kahvaltı yapmışlar, bol bol gülüşmüşlerdi. Annesi bulaşıkları yıkarken o da salonda bebekleriyle oynuyordu. Ne kadar oynadığını farketmemişti bile birden aklına annesi gelmiş ve anne anne diye bağırmaya başlamıştı. Tüm odalara bakmış annesini göremeyince ağlamaya başlamıştı,  akşam babası gelene kadar ağlamaya devam etmişti. Babası gelip de karısı evde bulamayınca deliye dönmüştü. Günlerce babasıyla annesinin eve geri dönmesini beklemişlerdi aylar sonra komşuları Hatice Teyze aracılığla haber alabileceklerdi. Küçük olduğu için ona hiçbir şey anlatmadılar sadece akşam yemekte babası artık annen yok onu öldü bil bunda sonra onun adı bu evde anılmayacak anlaştık  mı küçük hanım demişti. Ama Selin annesini gün geçtikçe daha çok özlüyordu.  Bir yıl sonra okul çıkışı birden annesini gördü karşısında. Sıkı sıkıya sarıldılar, uzun uzun kokusunu içine çekti annesinin. Anne gitme dese de fayda etmedi. “ Selin beni iyi dinle, burda olduğumu sakın babana söyleme kızım tamam mı. Seni çok seviyorum ama o eve tekrar gelemem. Al bu yüzüğü sakın babana gösterme. Şimdi gitmek zorundayım. Üzgünüm canım kızım diyerek “koşarak gitmişti. O günden sonra annesinden bir daha haber alamadılar.  Niye gitmişti, neredeydi, gittiği yerde mutlu muydu hiç bilmiyordu.  Şimdi annesinin burda olmasını çok isterdi. 

           Annesini düşününce hep gözleri doluyordu. Gözlerini ellerini tersiyle sildi ve hazırlanmaya başladı. Bu gece için iki tane elbise seçeneği vardı. Günler öncesinden düşünmeye başlamıştı. Osman çok süslenme diye uyarmasına rağmen süslenmek istiyordu. Aynanın karşısına geçti elbiseleri eline aldı siyah mı yoksa altın rengi parıltılı mı. Biraz düşündükten sonra siyahı seçti sadeydi ama biraz kısaydı Osman bu gece için birşey demez umarım diye düşündü ama yine de giydi.  Makyajını yaptı beline kadar inen siyah saçlarını itinayla taradı. Kapının ziliyle kendine geldi. Gelen Osman olmalıydı.

            Gelen Osman’dı. Onu görünce “off ben sana demedim mi bu kadar süslenme diye bu ne kılık” diye söylendi. Üç günlük sakal yırtık kot ve alelade bir gömlekle gelmişti. Onun bu kadar özenmesine karşılık bu kadar özensiz gelmesine, tavırlarına kalbi kırılsa da ses etmedi. Çantasını alıp çıktılar. Osman’dan buram buram alkol kokusu yayılıyordu. Bu saatte içecek ne var sanki diye düşündüyse de sustu. Dolmuşa bindiler bir saat boyunca hiç konuşmadılar Selin daha önce şehrin bu kadar dışına hiç çıkmamıştı. Mahalleler şekil değiştiriyor, yıkık dökük sıvası dökülmüş harabe gibi evler, öfkeli, umudu kalmamış, yaşamadan yaşlanmış insanlar dolmuş canımdan misafir oluyordu. Karanlık ve Osman’ın sessizliği onu korkutuyordu. Bu derin sessizliği bozmaması gerektiğini bilecek kadar büyümüştü. Son durağa geldiklerinde dolmuş şöförünün pis bakışlarına aldırmadan indiler.


             Biraz yürümemiz gerekecek o topuklularla yürüyebilir misin diye sordu Osman. Sesinde utanç, kaygı, pişmanlık, korku karışımı vardı. Selin yola devam etmeyip geri dönmeyi düşündü o an ama yapamadı içinden bir ses eve dönmen için bir sebep yok diyordu. Çamurlu yollarda, karanlıkta bata çıka Osman önde Selin arkada ilerlediler.  Selin çok yorulmuştu. Nihayet gelmişlerdi galiba. Çıkmaz bir sokağa girdiler sokakta boyalı yek bir ev bile yoktu. Tek katlı yemyeşil boyası soyulmuş altından pembe boyası çıkmış bir evin önünde durdular. Paslanmış bahçe kapısını itti Osman gacur gucur sesler çıkararak kapı açıldı. Bahçenin her yerinde kullanılmamış eşyalar sarkıyordu. Bahçeden çok bir çöplüğe benziyordu. Osman kapıyı çaldı biraz bekledikten sonra yaşlı bir kadın açtı kapıyı, kat kat giyinmişti. Birşeyler söylemek için ağzını açtığında kadının üst dişlerinin olmadığını gördü Selin. Koca bir deliğe benziyordu kadının ağzı ve Selin o delikten kaybolmaktan korktu. Kadın ağzını açmış anlamsız kelimeler söylüyordu Selin Osman’ a baktı ama gözlerinde sadece öfke gördü. Dipsiz bir öfke.

31 Aralık 2017 Pazar

Yeni Yıl

Yeni yıla çok da umutlar bağlamamak lazım aslında. Neticede sadece bir takvim günü değişiyor. Mantıken 31 Aralık ile 1 Ocak arasında bir fark yok. Farkı yaratan bizi algımız. Sanki yeni yıla girince tüm hayatımız değişecek, çok zengin olacağız, kilolarımızı vereceğiz, tüm isteklerimiz gerçek olacak gibi anlamlar yüklüyoruz. Oysaki 2 Ocak gibi tüm pırıltılar sökülüyor, makyajlarımız siliniyor, eski sıradan hayatlarımıza geri dönüyoruz. Tüm bunlara rağmen eski yıla bir göz atma yeni yıl için hedefler koyma açısından güzel zamanlar.

2017 benim için birçok anlamda çok zorlu bir yıl oldu. 10 yıldır beni esir eden işimi bıraktım, ülke değiştirdim, yarım yamalak bildiğim dille kendime yeni bir hayat kurmaya çalıştım, 35 yaşına girdim. Birçok şeye sıfırdan başladım, doğru bildiklerimin yanlış olduğunu öğrendim, hayatta en büyük önceliğimin kendim olduğunu öğrendim. Cesaret etmenin, korkuna rağmen yola devam etmenin yollarını araştırdım. Sen değiştirmek istersen hayatın seni değişmeye zorladığını gördüm. Ama en önemli öğrentim kendim olunca çok güzel olduğumdu. Bazen dik yamaçlara tırmandım, bazen uçurumdan düştüm, kanadım, ağladım, güldüm ve yeni bir yıl başlarken en büyük tememnim çıktığım keşif yolculuğunda kendim olabilmek ve yola kendim olarak devam edebilmek. Tek ihtiyacım sağlık, huzur, aşk, tutku, cesaret, masallar, ilerlemek. Eh para da olsa fena olmaz 😉

19 Ağustos 2017 Cumartesi

Kayıp Giden Zaman

          Arzu eve geldiğinde gece yarısını çoktan geçmişti. Tüm şehir karanlığa gömülmüş derin bir uykunun içindeydi.  Bu saatleri özellikle çok severdi kapıyı açmadan bir an bekledi gözlerini kapattı sessizliği kaybolmasından korkar gibi uzun uzun içine çekti. Apartmana girince topuklu ayakkabılarını çıkardı parmak uçlarında merdivenleri çıktı. Anahtarı delikten geçirirken olabildiğince az ses çıkarmaya gayret etti. Bu saatte Ayşe teyzenin soru bombardımanı ile uğraşmaya hiç niyeti yoktu doğrusu. Bu saatte yalnız başına yapmıştı, yakışıklı sevgilisi neredeydi, kiminle beraberdi, içki mi içmişti, o elbise çok kısa değil miydi? Off kendi kendini Ayşe teyzenin sorularıyla bunaltmıştı. Ben de ona benzemeye başladım galiba diye düşünerek kapıyı açtı. Işığı yakmadan dosdoğru yatak odasına geçti. Sokak lambaları odayı önünü görecek kadar aydınlatıyordu. 


          Yatak odasının ışığını açtı yatağın yanı başında duran boy aynasında kendi şöyle bir baktı. Dağılmış saçlarına, akmış makyajına, tüm yorgunluğuna rağmen hala çok güzel görünüyordu. Kıyafetini son kez süzdü baştan aşağı. Sevgilisi bu gece için özel almıştı. Birlikte kutlama yapacaklardı. Hı tam kutlama oldu herşeyi mahvettim ama başka türlü yapamazdım diye düşündü. Siyah elbiseyi tek hamlede çıkardı üzerinden elbisenin vücudundan kayıp gitmesini izledi. Ayağıyla odanın öteki ucuna fırlattı elbiseyi gözüm seni bir daha görmesin der gibiydi. Çamaşırlarıyla kalmıştı aynanın karşısında son zamanlarda çıkan göbeğine baktı oflayarak elledi. Daha bu sabah sevgilisi öpüp okşamıştı ikisini. Ama o zaman anlamıştı bu sadece hayallerinde olabilecek bir mutluluktu. Sevgilisinin gözlerine bakınca çok korktu ve o an kararını verdi. Bu çocuğu doğuramazdı, anne olmak için hazır değildi. Sütyenin kopçası takılmıştı ve açılmak bilmiyordu. Tüm sinirini kopçadan çıkarırcasına bağırmaya başladı lanet olası diye. Bağırırken birdenbire aynanın önüne çökerek var gücüyle ağlamaya başladı. Hangisi için daha çok ağladığını bilmiyordu. Yalnızlığına mı, yeni sonlandırdığı hamileliğine mi, asla doğmayacak çocuğuna mı, elinden kayıp giden zamana mı bilmiyordu. 


          Toparlanması zaman aldı. Nihayet ağlaması bitip kendine geldiğinde pijamalarını giyip salona geçti. Şehrin ışıklarını seyretmeye başladı. Nasıl da güzelsin böyle neden bu kadar canımı acıtmana rağmen senden bir türlü kopamıyorum diye söylendi. Bir süre sessizlikte dışarıyı izledi içini çekerek. Saate baktı üç olmuştu. Artık geç olmuş yarın iş var yatsam iyi olacak diye düşünerek yatmaya gitti. Yorganı kaldırdığında gördükleri karşısında ne yapacağını bilemedi. Minik bebek ayakkabıları ve yanına iliştirilmiş küçük bir not kağıdı duruyordu. Notu eline aldı miniğimizin ilk ayakkabıları sizi çok seviyorum birlikte mükemmel bir aile olacağız yazıyordu. 

18 Ağustos 2017 Cuma

Özlemek

          Papatya gibisin beyaz ve ince eziliyor ruhum seni görünce. Ayşe bir yandan toz alıyor bir yandan da bu şarkıyı mırıldanıyordu. İşe o kadar dalmıştı ki telefonun çaldığını duymadı bile. Vitrindeki süsleri tek tek indirdi nazikçe kırılmasınlar diye. Öpüşen bebekleri eline aldı o kadar tatlılardı ki onlara her baktığında gülümsemeden edemiyordu. Camlı bölmenin tozunu aldı. İtinayla önce dantel örtüyü serdi güzelce sonra tek tek dizdi süsleri uzaktan baktı beğenmedi tekrar yerlerini değiştirdi. Vitrinin güzel olduğuna kanaat getirince eserine uzun uzun baktı. İşi bitince saatlerce temizlik yapmaktan yorulan belini doğrulttu. Şimdi güzel bir türk kahvesi iyi gider diye düşünerek mutfağın yolunu tuttu. 


          İki ölçü kahve koydu fincana suyunu ilave ederek kısık ateşte güzelce pişirdi. Kahveyi şekersiz içmeye alışmıştı ama çayı illa tek şekerli seviyordu. Ortalığı mis gibi bir kahve kokusu sardı. Yanına dün yaptığı kurabiyeden iki tane koydu balkona çıktı. Kahveyi masaya koydu sardunyalarını hanimiş benim güzellerim diyerek okşadı. Çiçeklere değen parmak uçlarını kokladı kokuyu içine çekti. Oturdu kahvesinden bir yudum aldı. Oh iyi yoruldum bugün koptu bacacıklarım diye gerindi. 


         Masada duran torunun fotoğrafını aldı eline uzun uzun sevdi onu. Özlemi dayanılmaz boyuttaydı. İnsan birini hiç görmeden, hiç koklamadan, hiç sarılmadan da bu kadar sevebiliyormuş demek ki güzel kuzum benim diye okşadı fotoğraftaki güzel kızın buklelerini. Torununu doğduğundan beri sadece iki kez görmüştü. İlkini doğduğunda hastanede ikincisi ise ilk doğumgününde. O fotoğrafta işte o güne aitti. Kızı anne düzgün giyin beni utandırma demişti. O güne özel alışverişe çıkmış tezgahtar kızdan yardım istemişti. Siyah pantolon ve beyaz ipek bluz almıştı. Ayaklarını acıtacağını bilerek topuklu ayakkabılarını giymiş hafif de makyaj yapmıştı. Torununa hediye olarak kendi ördüğü kazağı ve kızının çocukken en sevdiği oyuncak olan ayısını götürmüştü. Kızı hep oyuncak ayıyla uyurdu. Ah eski günler diye hüzünlendi. Kaderde özlemek de varmış demek ki. Buğulanan gözlerini sildi uzaklara baktı ağlamamak için. 


        O esnada telefonun sesini duydu. Salondaki telefona yetişemedi arayan kızıydı. Hayırdır diye düşündü. Tekrar aradı ilk çalmada açıldı telefon. Anne çok üzgünüm diye ağlıyordu kızı anne beni affet. Ayşe ilk başta ne olduğunu anlayamadı. 

           - Handan iyi misin yavrum Gamze'ye bişey mi oldu?  

            Kız ağlamaktan konuşamıyordu. 

           - Handan iyi misin kızım.

           Telefonun diğer ucundan sadce hıçkırık sesi duyuluyordu. Zar zor affet beni anne dedi ve telefon sessizliğe gömüldü. Ayşe tekrar ulaşmaya çalışsa da başaramadı ne o gün ne de sonrasında. Elinde telefon uzaklara bakakaldı. 

11 Ağustos 2017 Cuma

Çaresizlik

          Annemin annesi oldum sonunda. Sanki o küçük bir bebek ve ben ona sürekli ne yapması ne yapmaması gerektiğini söylüyorum. Bütün anne kız ilişkileri mi şekil değiştirir zamanla yoksa bizimki mi bozuldu anlamadım. Tek bildiğim artık bu durum çok canımı sıkmaya başladı. Bana annelik yapmadığı gibi ben ona annelik yapıyorum. 

 

          Geçen gece çok fazla içmiş kendini kaybetmiş bardan hiç tanımadığı bir adam onun telefonundan beni aradı gece saat üçtü. Hemen koşarak gittik Serdar'la. Bizimki ayakta duramıyor körkütük sarhoş. Hayatımda hiç bu kadar utanmamıştım onu böyle görmekten. Zorla arabaya bindirdik yol boyunca konuştukça konuştu sürekli babamı kötüledi. Bitmedi babamla derdi yıllardır. Bunları tek nefeste söyledikten sonra sustu Esra.


          Babanla annen evli mi diye sordu Salih.


         Esra uzandığı koltuktan hafifçe doğrularak cevap verdi. Hayır evli değiller boşanalı yıllar oldu. 


           Ne zaman boşandılar? Sen kaç yaşındaydın boşandıklarında?

           Esra o günlere dönmek istemiyordu. Cevap vermeden uzun süre bekledi. Konuşmak için cesareti topladı boğazını temizledi 18 yaşındaydım ben boşandıklarında 17 yıl oldu dedi.

            Neden boşandılar sen nasıl etkilendin? Boşanmadan önce nasıl bir ilişkileri vardı?

            Bunları konuşmak zorunda mıyız?

            Evet konuşmak zorundayız.

            Konuşmasak.

            Emin misin konuşmak istemediğine.

            Evet. 

            Neden konuşmak istemiyorsun ne oldu seni bu kadar etkileyen? 

            Esra yine sessizliğe gömülmüştü. Salih'i bu durum sıkmaya başlamıştı artık. Her hafta terapiye gelmesine rağmen hala bir arpa boyu bile yol alamamışlardı. Konu her defasında babasına geliyor ama Esra tek kelime bile etmiyordu babası hakkında. Annesiyle boşandıklarını bile bu hafta yeni öğrenmişti. Duvardaki saate baktı seansın bitmesine beş dakika kalmıştı. Daha fazla zorlamanın alemi yoktu bir sonraki seansta bu konu hakkında daha çok zorlamalıydı. 

             5 dakikamız kaldı Esra söyleyecek başka şeyin yoksa bitirebiliriz dedi. 

          Genç kadın kımıldamadan uzaklara bakıyordu. Salih masasını toplayıp bir sonraki hastasının notlarını incelemeye başlamıştı bile.

         Esra ayağa kalktı hepsi benim suçum dedi ve arkasına bile bakmadan çekip gitti. Salih arkasından bakakalmıştı. 

            Esra anlatamazdı biliyordu kimseye anlatamazdı. O kadar pişmandı ki buraya geldiğine. Anlatamayacağını bile bile gelmişti yine de. Ne ummuştu ki? Kim yardım edebilirdi ona hiçkimse. Sokağa çıktığında temiz hava yüzüne çarptı. Derin derin nefes aldı. Gözyaşlarını elinin tersiyle sildi.  Elinin titremesini durduramıyordu. En yakın bara girdi ve kendine bir içki ısmarladı.


          

17 Temmuz 2017 Pazartesi

Ayşe'nin Hikayesi

          Sabahın ilk ışıkları vururken uyandı Ayşe. Yıllardır hep erken kalkmaya alışan bünyesi istese de sabahları uyuyamıyordu. Anneannesi o daha küçücük bir kızken hep üstüne güneşi doğurtmayacaksın erken kal erken kalkan yol alır derdi. Nedense yaşlı kadının birçok söylediği şeyi uygulamasa da bu sözünü kulağına küpe yapmış ve vazgeçemediği alışkanlığı olmuştu. Yataktan daha herkes uyurken kalkar upuzun saçlarını uzun uzun tarar, gözkalemini çeker, rujunu sürer, itinayla giyinir güne öyle başlardı. Her gün bu kadar süslenmesi ilk evlendiği yıllarda kocasının garibine gitmişti. Bütün gün evde oturuyorsun hanım ne diye süsleniyorsun böyle dese de zamanla alışmış ses çıkarmamaya başlamıştı. Günlük ritüelini her sabah sürdürdü ne hamileyken ne de lohusayken bile vazgeçmedi. 


          Yataktan kalkınca ilk iş perdelerini açtı havaya baktı şöyle. Pırıl pırıl bir güneş insanın için ısıtıyordu. Gülümsedi güneşi görünce pencereyi açtı sabahın o taze, ferah biraz da nemli kokusu odayı doldurdu. İçene çekti tadını çıkardı sabahın. Sabah ritüelini tamamlayıp mutfağa geçti, kahvaltıyı hazırlamaya başladı. Oğlunun en sevdiği pankeklerden yaptı, kızı için yumurta haşladı, eşine omlet yaptı. Patatesleri kızarttı, çayı demledi. Hepsini salondaki masaya taşıdı bir güzel hazırladı sofrayı bahçesinden mis kokulu pembe güllerden koymayı da ihmal etmedi. Sıra ev ahalisini kaldırmaya gelmişti.


            Oğlu çok zor kalktığı için ilk onu kaldırmaya gitti. Kapısına vurdu oğlum Alim hadi kalk sana en sevdiğim pankeklerden yaptım diye seslendi. Sonra kızının odasına geçti kapı hafif aralıktı içeri girmeden seslendi kızım Filiz hadi kalk ancak hazırlanırlanırsın. Sonra eşine seslendi hadi kalk bey çaylar soğumasın. 


           Herkese seslendikten sonra mutfağa gidip çayları doldurmaya başladı. Büfeden herkesin en sevdiği bardağı aldı. Eşi için ince belli bardak çay demli olacak iki şekerli. Oğlu için büyük cam çay bardağı şekersiz. Kızının en sevdiği kupasını aldı üstünde hiç tanımadığı admların fotoğrafı vardı kim bunlar diye sorduğunda anne boşver onlar sana göre değil demişti kızı. Ailede bir tek babaları şekerli içiyordu Ayşe şekersiz içme konusunda ısrar  etse de bir çay keyfim var ona da karışma diyordu her seferinde. Çocuklar babalarının çay keyfiyle dalga geçmeye bayılırlardı. Şeker atmasalar bile çayı uzun uzun karılştırır rengini görmek için bardağı uzatıp bakarlar, içtikten sonra oh çekerlerdi. Babaları ise ne zaman büyüdünüz de benimle dalga geçmeye başladınız keratalar daha dün küçücüktünüz diye tatlı sert azarlardı çocukları. Ayşe aman bey üstüne gitme çocukların derdi hemen. Tamam tamam çocuklarına da birşey söyletmezmiş diye karısının yanağını okşardı usulca. Onların bu hali çocukların çok hoşuna gider kıs kıs gülerlerdi. 


          Ayşe çocuklardan ses gelmeyince tekrar seslendi. Haydi çocuklar geç kalacaksınız. Sonra tekrar seslendi hala ses yoktu. Çocukların odalarına gitti kızının kapısı hafif aralıktı zaten usulca itti kapıyı kızım geç kalacaksın diye söylenmeye başladı. Kızın yatağı hiç bozulmamış gibi duruyordu. Yatağa yaklaştı kimsenin yatmadığını gördü. Dehşete kapıldı birden kızı yoktu. Sabah erlen çıksa duyardı kesin nereye gitmişti. Oğlum kardeşin yok diye bağırark oğlunun odasına koştu kapıyı açtı. Onun yatağı da öylece duruyordu. Dehşet içinde kocasına doğru koştu öyle ya belki onun çocukların yokluğuyla ilgili bir açıklaması olabilirdi. Odaya geldiğinde kocasının da olmadığını gördü. Hepsi birden nereye gitmişti. Salona gitti kahvaltı sofrasına baktı. Hiç birşey ellenmemiş sofra hazırladığı gibi duruyordu. Kadın sandalyeye çöktü ve ağlamaya başladı. Bir yandan hıçkıra hıçkıra ağlıyor diğer yandan nerdesiniz diye bağırıyordu. Kendini o kadar kaptırmıştı ki ağlamaya kapının açıldığını duymadı bile. 


           Ağlama seslerini duyan Filiz koşarak yanına geldi. Anne noldu neden ağlıyorsun diye sordu. Ayşe hıçkırıklar arasında ne kocam var ne çocuklarım nereye gittiler biliyor musun diye sordu. Filiz anne ben kızın Filizim dese de kadın hayır sen benim kızım değilsin Filiz değilsin o yok burda bak en sevdiği kalvaltıyı hazırladım ama yok nerde biliyor musun diye bağırıyordu. Filiz anne kendine gel babam bizi terk etti, abim de geçen sene öldü bir tek ben kaldım dedi belki bininci defa bıkkınlıkla. Filiz'in bu sözleri yaşlı kadını dehşete düşürmeye yetmişti. Hayır sen benim kızım değilsin yalan söylüyorsun benim oğlum ölmüş olamaz diye ağlıyordu şimdi. Anne ilaçlarını yine mi almadın kaç defa söyledim sana bunları düzenli içmezsen faydası olmaz diye söylenerek banyoya ilaçlara bakmaya gitti. Tam tahmin ettiği gibi annesi bir tane bile ilaç içmemişti. Off anne off napcaz seninle böyle.


          Kadına ilaçlarını getirdi sakinleştirip ilaçlarını içirerek yatağına yatırdı. Kadın hala benim oğlum ölmüş olamaz nerede o söyleyin gelsin en sevdiği pankekten yapsın çağırır mısın diye söyleniyordu. Filiz annesini yatırdıktan sonra salona geldi sofrayı toplamaya başladı annesi tıpkı eski mutlu günlerdeki gibi harikalar yaratmıştı. Eline çok sevdiği kupasını aldı içindeki çay buz gibi olmuştu. Birden ağlamaya başladı kendini durduramıyordu artık. Anne nerdesin diye ağlıyordu şimdi. Anne nereye gittin. 

Az Çoktur

          Bu fotoğrafta görünen Manchaster opera binası yanında ise kocaman, çirkin bu bina yükselmekte. Etrafıma bakınca bu büyük plazalardan çok görüyorum. Hepsi birbirine benzeyen çok katlı, devasa, içinde insanların nefes almadan çalıştığı binalar. Artık insanlığın hiç birşey için harcayacak vakti yok aynı zamanda can sıkıntısı denen bişey de kalmadı. Hepimizin evinde en akıllısından telefonlar, evimizde en büyüğünden televizyonlar mevcut. Eskisi gibi baktıkça hayranlık uyandıran muazzam el işçiliğine sahip, duvarlarında heykellerin olduğu ruhu olan binalar yapılmıyor. Düşünmüyor değilim artık bütün güzel kitaplar yazıldı, şarkılar söylendi, binalar yapıldı mı? 


           Artık hayatı o kadar hızlı yaşıyoruz ki bu 

alışkanlık hayatımızın her alanına yansıdı. Herşey en az emekle kısa sürede bitsin istiyoruz. Oysa çok değil ben çocukken neredeyse her mahallede bir terzi bulunurdu ve özel günlerde hep kıyafetlerimizi ona diktirirdik. Normal zamanlarda annem dikerdi veya örerdi. Giydiğim kıyafet için bir emek harcanırdı ve bu emeği görür bitmesini heyacanla beklerdim. Oysa şimdi öyle mi? Giriyorsun bir mağazaya hemen alıyorsun o kadar çabuk ulaşıyorsun ki zaten sıkılman ve ondan kurtulman aynı hızla oluyor. Zaten aldığın ürünler hızlı ve ucuz olsun mantığıya üretildiği için kısa ömürlü oluyor. Giydiğin kıtafetleri artık kimin ürettiğinin senin için bir anlamı yok. Muhtemelen haritada yerini bile gösteremediğim üçüncü dünya ülkelerinin birinde tanımadığın bugüne kadar hiç önemsemediğin insanlar belki çocuklar karın tokluğuna üretiyorlar. Olsun bunların senin için önemi yok artık önemli olan ne kadar tarz göründüğün. Sıkılırsan atarsın yenisini alırsın nasılsa. Aldığın bir tşirti uzun süre giysen bu devran nasıl dönecek. Yüksek moda sana sürekli emrediyor. Al al al bak bu sene bu moda, geçen senekinin modası geçti bunu al daha güzel at eskisini. Hiç dikkat ettin mi bir senede ne kadar kıyafet alıyorsun ve sene sonunda bunların ne kadarını atıyorsun? 


           Ben bundan yaklaşık 1,5 sene önce yazlıkları kaldırıp kışlıklarımı çıkartırken bir çuval dolusu kıyafeti attığımda dehşete kapılmıştım. Bunların bir çoğu da alınmış belki bir kere giyilmiş belki de hiç giyilmemiş kıyafetlerdi. Bunu görünce dolabımda sadece çok sevdiğim ve giymekten zevk aldığım kıyafetleri bıraktım ve bir yıl hiç kıyafet almama kararı aldım zaten dolabım doluydu ve yenisine ihtiyaç yoktu. İlk başlarda evet çok zorlandım eski alışkanlıklarım bana bak o çok moda onu al, çok güzel mutlaka almalısın dese de direndim ve hiçbirşey almadım. Bir sene boyunca elim birşeye gittiğinde hep şunu sordum kendime istek mi yoksa ihtiyaç mı? Eğer ihtiyaçsa al ama biliyoruz ki yeni bir pantolona ihtiyacın yok zaten aynısından var. İstekse bak bakalım kendine neden onu almayı o kadar çok istiyorsun? Hayatındaki hangi boşluğu onu satın alarak doldurmayı planlıyorsun biliyorsun ki almakla hiçbirşeyi dolduramazsın. Sadece içindeki boşluk günden güne büyür ve bir bakmışsın boşluk sen olmuşsun sana yer kalmamış. Kıyafet alışverişi yapmadan geçen bir sene sonunda artık ihtiyacım olmadan alışveriş yapamaz hale gelmiştim. 


          Biliyorum hepimiz çok yoğunuz, hayatlarımızda bir çok sorun var iş, ev, çocuk, trafik vb. hep koşmak yetişmek zorundayız. Ama derin bir nefes al ve bak kendine üstündeki kıyafetlere en son ne zaman bir kıyafet için emek harcadın veya dolabındaki hangi kıyafetinin anısı var veya hangisini itinayla çocuklarına saklamak istersin? Belki farkındalık tam bu noktadan kıyafetlerinden başlayacak. Denemeye değmez mi? 

15 Temmuz 2017 Cumartesi

Hangimiz Mükemmeliz?

          Karşındaki insanı ne kadar tanıyabilirsin? Sadece gösterdiği, izin verdiği kadar tanıyabilirsin. Herkesin kimsenin girmesine izin vermediği, herkesten sakladığı gizli bir bahçesi vardır. Bazen kendisi bile giremez o bölgeye. Bakımsızlıktan ihmal edilmiştir çoğu zaman bazen de girmeye korkar insan neyle karşılaşacağını bilemez. Karşısına gül de çıkabilir diken de. 


          Günümüzde sosyal medyada herkes kendine bir kimlik yaratma çabasında. Çoğu zaman gerçek olmayan sahte kimlikler. Sosyak medya Profillerine bakarak insanları yargılamak da onların hayatına imrenmek de manasız o yüzden. Sadece güzel anıları, süslü sofraları, mükemmel annelikleri, sağlam dostlukları, kusursuz vücutları görüyoruz sürekli. Kimse akşam sofrada tek başına yemek yerken yaşadığı yalnızlığı anlatmıyor ya da karanlık korktuğu için halen oyuncak ayısına sarılarak uyuyan adamın hikayesini bilmiyoruz mesela. Çocuklarını süsleyip püsleyip onların sürekli fotoğrafını çeken annenin kameralar yokken çocuklarına kötü davranıp davranmadığını bilmiyoruz tek gördüğümüz her daim mükemmel annelik.


          İşin ironik olan kısmı insanların bir süre sonra uydurduğu bu sahte profile ayak uydurup sürekli mış gibi yapmaları. Sürekli mükemmel olmak zorundaymışız gibi davranmaları. Bu yalancı tavırdan artık sıkılmadık mı? Olmadığımız bir insan gibi görünmekten, sürekli rol yapmaktan, maskelerle gezmekten yorulmadık mı?


          Biz insanız ve bu yüzden kusurluyuz. Bizi gerçek yapan aslında bu kusurlarımız. Neden hayatımızda tek bir gün bile kendimiz olamıyoruz? Kendimiz olmak bu kadar zor da rol yapmak çok mu kolay? Ne kadar tanıyoruz kendimizi? Gel otur bakalım karşıma ne zamandır dertleşemedik seninle gel konuşalım anlat bakalım diyor muyuz? Gizli bahçemizi kazmaya, otlarını ayıklamaya, gerçeklerle yüzleşmeye hazır mıyız? 


          Bırak artık başkasını düşünmeyi. Bugün kendini düşünmeye başla. Al kazma küreği eline havalandır şöyle bir içindeki balta girmemiş toprakları. Hem neyle karşılacağını bilmiyorsun kazı sonunda karşına elmas da çıkabilir kömür de. Neden deneyip görmüyorsun. At üstündeki kaygıları bugünlük sadece kendin olmaya ne dersin? 

12 Temmuz 2017 Çarşamba

Biraz Kişisel Meseleler

           Eskiden hayatla ilgili ne kadar keskin çizgilerim vardı. İdeallerim, hayallerim bir yanda diğer yanda aslalarım, amalarım, yıllar içinde oluşan keşkelerim, nefret ettiklerim, sevmediklerim, kırmızı çizgilerim. Hayat bana asla dememeyi öğretti önce herkese öğrettiği gibi. Asla yapmam dediğim bir işte on yılımı harcadım. Şimdi olduğum yerden baktığımda şaşırıyorum toyluğuma herşeyden ne kadar çabuk nefret edebiliyormuşum, ne kadar çabuk öfkeleniyormuşum, kırmızı çizgilerim ne kadar keskinmiş. Gençlik işte. Hayat geçiyor bir şekilde geriye tortusu kalıyor. Elinde kalanlarla yetinmek zorunda kalıyorsun. Şimdi anlıyorum ki öfkelenmek, herşeyden nefret etmek çok kolaymış, etrafına görünmez zırhlar örmek. Zor olan sevmekmiş herşeyden herkesten önce kendini sevebilmek. Yüreğin yangın yeriyken sakin kalabilmekmiş zor olan. Bunları başarabildim mi? Çaba gösteriyorum sadece. Bebek adımlarıyla hergün ufak bir adım atıyorum sakinliğe doğru.


          Bu aralar sürekli yazıyorum. Bazılarını burda yayınlıyorum bazıları ise defterimde yazılı kalıyor. Elimde kalemim sürekli kendimi deşiyorum, eski yaralarımı kanatıyorum bir cerrah gibi. Eskiden de bunu çok yapardım ama sonuçta kendime o kadar çok kızardım o kadar da pişmanlık duyardım ki yaptıklarımdan ve daha çok yapmadıklarımdan en sonunda kendimi kendimden nefret eder halde bulurdum. Şimdi ise kendimi anlamaya çalışıyorum ben neden böyleyim, 35 yaşına geldiğim halde iç huzurumu neden buladım, otomatik pilottaki hareketlerimi kontrol edebilir miyim? Hergün başka bir yönümü keşfediyorum saklı kalan anılarımdan.


           Bir çocuk neyi görürse onu öğrenir. Sizin söylediklerinizi değil hareketlerinizi taklit eder. Ben genelde hep susturuldum hep suçlandım ve hala kendimi şuçlu hissetmem bundan. Annemin bana sürekli söylediği şeyler sen zaten mutlu olamazsın mutlu olmayı bilmiyorsun ki, sen başarılı olmayı istemedin ki o yüzden çalışmadın gibi gibi gibi. Zaman geçtikçe annemin sözleri benim sözlerim haline geldi onun sesi benim sesim oldu ve tüm beynimi kapladı tıpkı örümcek ağı gibi. Artık bu durum benim için dayanılmaz bir hal aldığında beni sürekli öfkeli bir beden, sağlık sorunları, bitmek bilmeyen mutsuzluk kaplamıştı. Hala sorumluluğu üstüme almakta zorlanıyordum ve suçu başka yerde arıyordum. Oysa ki bu duruma gelmemdeki en büyük neden benim. Kendimin sabotajçısı, eleştirmeni benim. 


           Çocuğum olmasaydı belki hala o mutsuzluk içinde debelenip durmaya devam edecektim. Ama her annenin isteği çocuğunu mutlu etmektir. Annemle aramızda görünmez duvarlar varken onu sevmeyi hala başaramamışken nasıl kendi çocuğumla bağ kurmayı, onu sevmeyi, onun her an yanında olmayı başaracakken, kendi yaralarımı saramamışken onunkilere nasıl merhem olacaktım. Anne olmak bir bakıma kendi çocukluğuna geri dönmek, kendi travmalarınla yüzleşmek demek. Evet büyüdükçe çok zorlanıyorum. Kalıpları yıkmakta, ona her daim şefkat göstermekte, sabır ve tahammülde. Ama uğraşıyorum her gün hareketlerimin farkına varmaya çalışıyorum, bilnçaltım beni esir alıp otomatik pilota bağlamadan mantıklı tepkiler vermeye çalışıyorum. Başarılı olup olmayacağımı zaman gösterecek.