31 Aralık 2017 Pazar
Yeni Yıl
19 Ağustos 2017 Cumartesi
Kayıp Giden Zaman
Arzu eve geldiğinde gece yarısını çoktan geçmişti. Tüm şehir karanlığa gömülmüş derin bir uykunun içindeydi. Bu saatleri özellikle çok severdi kapıyı açmadan bir an bekledi gözlerini kapattı sessizliği kaybolmasından korkar gibi uzun uzun içine çekti. Apartmana girince topuklu ayakkabılarını çıkardı parmak uçlarında merdivenleri çıktı. Anahtarı delikten geçirirken olabildiğince az ses çıkarmaya gayret etti. Bu saatte Ayşe teyzenin soru bombardımanı ile uğraşmaya hiç niyeti yoktu doğrusu. Bu saatte yalnız başına yapmıştı, yakışıklı sevgilisi neredeydi, kiminle beraberdi, içki mi içmişti, o elbise çok kısa değil miydi? Off kendi kendini Ayşe teyzenin sorularıyla bunaltmıştı. Ben de ona benzemeye başladım galiba diye düşünerek kapıyı açtı. Işığı yakmadan dosdoğru yatak odasına geçti. Sokak lambaları odayı önünü görecek kadar aydınlatıyordu.
Yatak odasının ışığını açtı yatağın yanı başında duran boy aynasında kendi şöyle bir baktı. Dağılmış saçlarına, akmış makyajına, tüm yorgunluğuna rağmen hala çok güzel görünüyordu. Kıyafetini son kez süzdü baştan aşağı. Sevgilisi bu gece için özel almıştı. Birlikte kutlama yapacaklardı. Hı tam kutlama oldu herşeyi mahvettim ama başka türlü yapamazdım diye düşündü. Siyah elbiseyi tek hamlede çıkardı üzerinden elbisenin vücudundan kayıp gitmesini izledi. Ayağıyla odanın öteki ucuna fırlattı elbiseyi gözüm seni bir daha görmesin der gibiydi. Çamaşırlarıyla kalmıştı aynanın karşısında son zamanlarda çıkan göbeğine baktı oflayarak elledi. Daha bu sabah sevgilisi öpüp okşamıştı ikisini. Ama o zaman anlamıştı bu sadece hayallerinde olabilecek bir mutluluktu. Sevgilisinin gözlerine bakınca çok korktu ve o an kararını verdi. Bu çocuğu doğuramazdı, anne olmak için hazır değildi. Sütyenin kopçası takılmıştı ve açılmak bilmiyordu. Tüm sinirini kopçadan çıkarırcasına bağırmaya başladı lanet olası diye. Bağırırken birdenbire aynanın önüne çökerek var gücüyle ağlamaya başladı. Hangisi için daha çok ağladığını bilmiyordu. Yalnızlığına mı, yeni sonlandırdığı hamileliğine mi, asla doğmayacak çocuğuna mı, elinden kayıp giden zamana mı bilmiyordu.
Toparlanması zaman aldı. Nihayet ağlaması bitip kendine geldiğinde pijamalarını giyip salona geçti. Şehrin ışıklarını seyretmeye başladı. Nasıl da güzelsin böyle neden bu kadar canımı acıtmana rağmen senden bir türlü kopamıyorum diye söylendi. Bir süre sessizlikte dışarıyı izledi içini çekerek. Saate baktı üç olmuştu. Artık geç olmuş yarın iş var yatsam iyi olacak diye düşünerek yatmaya gitti. Yorganı kaldırdığında gördükleri karşısında ne yapacağını bilemedi. Minik bebek ayakkabıları ve yanına iliştirilmiş küçük bir not kağıdı duruyordu. Notu eline aldı miniğimizin ilk ayakkabıları sizi çok seviyorum birlikte mükemmel bir aile olacağız yazıyordu.
18 Ağustos 2017 Cuma
Özlemek
Papatya gibisin beyaz ve ince eziliyor ruhum seni görünce. Ayşe bir yandan toz alıyor bir yandan da bu şarkıyı mırıldanıyordu. İşe o kadar dalmıştı ki telefonun çaldığını duymadı bile. Vitrindeki süsleri tek tek indirdi nazikçe kırılmasınlar diye. Öpüşen bebekleri eline aldı o kadar tatlılardı ki onlara her baktığında gülümsemeden edemiyordu. Camlı bölmenin tozunu aldı. İtinayla önce dantel örtüyü serdi güzelce sonra tek tek dizdi süsleri uzaktan baktı beğenmedi tekrar yerlerini değiştirdi. Vitrinin güzel olduğuna kanaat getirince eserine uzun uzun baktı. İşi bitince saatlerce temizlik yapmaktan yorulan belini doğrulttu. Şimdi güzel bir türk kahvesi iyi gider diye düşünerek mutfağın yolunu tuttu.
İki ölçü kahve koydu fincana suyunu ilave ederek kısık ateşte güzelce pişirdi. Kahveyi şekersiz içmeye alışmıştı ama çayı illa tek şekerli seviyordu. Ortalığı mis gibi bir kahve kokusu sardı. Yanına dün yaptığı kurabiyeden iki tane koydu balkona çıktı. Kahveyi masaya koydu sardunyalarını hanimiş benim güzellerim diyerek okşadı. Çiçeklere değen parmak uçlarını kokladı kokuyu içine çekti. Oturdu kahvesinden bir yudum aldı. Oh iyi yoruldum bugün koptu bacacıklarım diye gerindi.
Masada duran torunun fotoğrafını aldı eline uzun uzun sevdi onu. Özlemi dayanılmaz boyuttaydı. İnsan birini hiç görmeden, hiç koklamadan, hiç sarılmadan da bu kadar sevebiliyormuş demek ki güzel kuzum benim diye okşadı fotoğraftaki güzel kızın buklelerini. Torununu doğduğundan beri sadece iki kez görmüştü. İlkini doğduğunda hastanede ikincisi ise ilk doğumgününde. O fotoğrafta işte o güne aitti. Kızı anne düzgün giyin beni utandırma demişti. O güne özel alışverişe çıkmış tezgahtar kızdan yardım istemişti. Siyah pantolon ve beyaz ipek bluz almıştı. Ayaklarını acıtacağını bilerek topuklu ayakkabılarını giymiş hafif de makyaj yapmıştı. Torununa hediye olarak kendi ördüğü kazağı ve kızının çocukken en sevdiği oyuncak olan ayısını götürmüştü. Kızı hep oyuncak ayıyla uyurdu. Ah eski günler diye hüzünlendi. Kaderde özlemek de varmış demek ki. Buğulanan gözlerini sildi uzaklara baktı ağlamamak için.
O esnada telefonun sesini duydu. Salondaki telefona yetişemedi arayan kızıydı. Hayırdır diye düşündü. Tekrar aradı ilk çalmada açıldı telefon. Anne çok üzgünüm diye ağlıyordu kızı anne beni affet. Ayşe ilk başta ne olduğunu anlayamadı.
- Handan iyi misin yavrum Gamze'ye bişey mi oldu?
Kız ağlamaktan konuşamıyordu.
- Handan iyi misin kızım.
Telefonun diğer ucundan sadce hıçkırık sesi duyuluyordu. Zar zor affet beni anne dedi ve telefon sessizliğe gömüldü. Ayşe tekrar ulaşmaya çalışsa da başaramadı ne o gün ne de sonrasında. Elinde telefon uzaklara bakakaldı.
11 Ağustos 2017 Cuma
Çaresizlik
Annemin annesi oldum sonunda. Sanki o küçük bir bebek ve ben ona sürekli ne yapması ne yapmaması gerektiğini söylüyorum. Bütün anne kız ilişkileri mi şekil değiştirir zamanla yoksa bizimki mi bozuldu anlamadım. Tek bildiğim artık bu durum çok canımı sıkmaya başladı. Bana annelik yapmadığı gibi ben ona annelik yapıyorum.
Geçen gece çok fazla içmiş kendini kaybetmiş bardan hiç tanımadığı bir adam onun telefonundan beni aradı gece saat üçtü. Hemen koşarak gittik Serdar'la. Bizimki ayakta duramıyor körkütük sarhoş. Hayatımda hiç bu kadar utanmamıştım onu böyle görmekten. Zorla arabaya bindirdik yol boyunca konuştukça konuştu sürekli babamı kötüledi. Bitmedi babamla derdi yıllardır. Bunları tek nefeste söyledikten sonra sustu Esra.
Babanla annen evli mi diye sordu Salih.
Esra uzandığı koltuktan hafifçe doğrularak cevap verdi. Hayır evli değiller boşanalı yıllar oldu.
Ne zaman boşandılar? Sen kaç yaşındaydın boşandıklarında?
Esra o günlere dönmek istemiyordu. Cevap vermeden uzun süre bekledi. Konuşmak için cesareti topladı boğazını temizledi 18 yaşındaydım ben boşandıklarında 17 yıl oldu dedi.
Neden boşandılar sen nasıl etkilendin? Boşanmadan önce nasıl bir ilişkileri vardı?
Bunları konuşmak zorunda mıyız?
Evet konuşmak zorundayız.
Konuşmasak.
Emin misin konuşmak istemediğine.
Evet.
Neden konuşmak istemiyorsun ne oldu seni bu kadar etkileyen?
Esra yine sessizliğe gömülmüştü. Salih'i bu durum sıkmaya başlamıştı artık. Her hafta terapiye gelmesine rağmen hala bir arpa boyu bile yol alamamışlardı. Konu her defasında babasına geliyor ama Esra tek kelime bile etmiyordu babası hakkında. Annesiyle boşandıklarını bile bu hafta yeni öğrenmişti. Duvardaki saate baktı seansın bitmesine beş dakika kalmıştı. Daha fazla zorlamanın alemi yoktu bir sonraki seansta bu konu hakkında daha çok zorlamalıydı.
5 dakikamız kaldı Esra söyleyecek başka şeyin yoksa bitirebiliriz dedi.
Genç kadın kımıldamadan uzaklara bakıyordu. Salih masasını toplayıp bir sonraki hastasının notlarını incelemeye başlamıştı bile.
Esra ayağa kalktı hepsi benim suçum dedi ve arkasına bile bakmadan çekip gitti. Salih arkasından bakakalmıştı.
Esra anlatamazdı biliyordu kimseye anlatamazdı. O kadar pişmandı ki buraya geldiğine. Anlatamayacağını bile bile gelmişti yine de. Ne ummuştu ki? Kim yardım edebilirdi ona hiçkimse. Sokağa çıktığında temiz hava yüzüne çarptı. Derin derin nefes aldı. Gözyaşlarını elinin tersiyle sildi. Elinin titremesini durduramıyordu. En yakın bara girdi ve kendine bir içki ısmarladı.
17 Temmuz 2017 Pazartesi
Ayşe'nin Hikayesi
Sabahın ilk ışıkları vururken uyandı Ayşe. Yıllardır hep erken kalkmaya alışan bünyesi istese de sabahları uyuyamıyordu. Anneannesi o daha küçücük bir kızken hep üstüne güneşi doğurtmayacaksın erken kal erken kalkan yol alır derdi. Nedense yaşlı kadının birçok söylediği şeyi uygulamasa da bu sözünü kulağına küpe yapmış ve vazgeçemediği alışkanlığı olmuştu. Yataktan daha herkes uyurken kalkar upuzun saçlarını uzun uzun tarar, gözkalemini çeker, rujunu sürer, itinayla giyinir güne öyle başlardı. Her gün bu kadar süslenmesi ilk evlendiği yıllarda kocasının garibine gitmişti. Bütün gün evde oturuyorsun hanım ne diye süsleniyorsun böyle dese de zamanla alışmış ses çıkarmamaya başlamıştı. Günlük ritüelini her sabah sürdürdü ne hamileyken ne de lohusayken bile vazgeçmedi.
Yataktan kalkınca ilk iş perdelerini açtı havaya baktı şöyle. Pırıl pırıl bir güneş insanın için ısıtıyordu. Gülümsedi güneşi görünce pencereyi açtı sabahın o taze, ferah biraz da nemli kokusu odayı doldurdu. İçene çekti tadını çıkardı sabahın. Sabah ritüelini tamamlayıp mutfağa geçti, kahvaltıyı hazırlamaya başladı. Oğlunun en sevdiği pankeklerden yaptı, kızı için yumurta haşladı, eşine omlet yaptı. Patatesleri kızarttı, çayı demledi. Hepsini salondaki masaya taşıdı bir güzel hazırladı sofrayı bahçesinden mis kokulu pembe güllerden koymayı da ihmal etmedi. Sıra ev ahalisini kaldırmaya gelmişti.
Oğlu çok zor kalktığı için ilk onu kaldırmaya gitti. Kapısına vurdu oğlum Alim hadi kalk sana en sevdiğim pankeklerden yaptım diye seslendi. Sonra kızının odasına geçti kapı hafif aralıktı içeri girmeden seslendi kızım Filiz hadi kalk ancak hazırlanırlanırsın. Sonra eşine seslendi hadi kalk bey çaylar soğumasın.
Herkese seslendikten sonra mutfağa gidip çayları doldurmaya başladı. Büfeden herkesin en sevdiği bardağı aldı. Eşi için ince belli bardak çay demli olacak iki şekerli. Oğlu için büyük cam çay bardağı şekersiz. Kızının en sevdiği kupasını aldı üstünde hiç tanımadığı admların fotoğrafı vardı kim bunlar diye sorduğunda anne boşver onlar sana göre değil demişti kızı. Ailede bir tek babaları şekerli içiyordu Ayşe şekersiz içme konusunda ısrar etse de bir çay keyfim var ona da karışma diyordu her seferinde. Çocuklar babalarının çay keyfiyle dalga geçmeye bayılırlardı. Şeker atmasalar bile çayı uzun uzun karılştırır rengini görmek için bardağı uzatıp bakarlar, içtikten sonra oh çekerlerdi. Babaları ise ne zaman büyüdünüz de benimle dalga geçmeye başladınız keratalar daha dün küçücüktünüz diye tatlı sert azarlardı çocukları. Ayşe aman bey üstüne gitme çocukların derdi hemen. Tamam tamam çocuklarına da birşey söyletmezmiş diye karısının yanağını okşardı usulca. Onların bu hali çocukların çok hoşuna gider kıs kıs gülerlerdi.
Ayşe çocuklardan ses gelmeyince tekrar seslendi. Haydi çocuklar geç kalacaksınız. Sonra tekrar seslendi hala ses yoktu. Çocukların odalarına gitti kızının kapısı hafif aralıktı zaten usulca itti kapıyı kızım geç kalacaksın diye söylenmeye başladı. Kızın yatağı hiç bozulmamış gibi duruyordu. Yatağa yaklaştı kimsenin yatmadığını gördü. Dehşete kapıldı birden kızı yoktu. Sabah erlen çıksa duyardı kesin nereye gitmişti. Oğlum kardeşin yok diye bağırark oğlunun odasına koştu kapıyı açtı. Onun yatağı da öylece duruyordu. Dehşet içinde kocasına doğru koştu öyle ya belki onun çocukların yokluğuyla ilgili bir açıklaması olabilirdi. Odaya geldiğinde kocasının da olmadığını gördü. Hepsi birden nereye gitmişti. Salona gitti kahvaltı sofrasına baktı. Hiç birşey ellenmemiş sofra hazırladığı gibi duruyordu. Kadın sandalyeye çöktü ve ağlamaya başladı. Bir yandan hıçkıra hıçkıra ağlıyor diğer yandan nerdesiniz diye bağırıyordu. Kendini o kadar kaptırmıştı ki ağlamaya kapının açıldığını duymadı bile.
Ağlama seslerini duyan Filiz koşarak yanına geldi. Anne noldu neden ağlıyorsun diye sordu. Ayşe hıçkırıklar arasında ne kocam var ne çocuklarım nereye gittiler biliyor musun diye sordu. Filiz anne ben kızın Filizim dese de kadın hayır sen benim kızım değilsin Filiz değilsin o yok burda bak en sevdiği kalvaltıyı hazırladım ama yok nerde biliyor musun diye bağırıyordu. Filiz anne kendine gel babam bizi terk etti, abim de geçen sene öldü bir tek ben kaldım dedi belki bininci defa bıkkınlıkla. Filiz'in bu sözleri yaşlı kadını dehşete düşürmeye yetmişti. Hayır sen benim kızım değilsin yalan söylüyorsun benim oğlum ölmüş olamaz diye ağlıyordu şimdi. Anne ilaçlarını yine mi almadın kaç defa söyledim sana bunları düzenli içmezsen faydası olmaz diye söylenerek banyoya ilaçlara bakmaya gitti. Tam tahmin ettiği gibi annesi bir tane bile ilaç içmemişti. Off anne off napcaz seninle böyle.
Kadına ilaçlarını getirdi sakinleştirip ilaçlarını içirerek yatağına yatırdı. Kadın hala benim oğlum ölmüş olamaz nerede o söyleyin gelsin en sevdiği pankekten yapsın çağırır mısın diye söyleniyordu. Filiz annesini yatırdıktan sonra salona geldi sofrayı toplamaya başladı annesi tıpkı eski mutlu günlerdeki gibi harikalar yaratmıştı. Eline çok sevdiği kupasını aldı içindeki çay buz gibi olmuştu. Birden ağlamaya başladı kendini durduramıyordu artık. Anne nerdesin diye ağlıyordu şimdi. Anne nereye gittin.
Az Çoktur
Bu fotoğrafta görünen Manchaster opera binası yanında ise kocaman, çirkin bu bina yükselmekte. Etrafıma bakınca bu büyük plazalardan çok görüyorum. Hepsi birbirine benzeyen çok katlı, devasa, içinde insanların nefes almadan çalıştığı binalar. Artık insanlığın hiç birşey için harcayacak vakti yok aynı zamanda can sıkıntısı denen bişey de kalmadı. Hepimizin evinde en akıllısından telefonlar, evimizde en büyüğünden televizyonlar mevcut. Eskisi gibi baktıkça hayranlık uyandıran muazzam el işçiliğine sahip, duvarlarında heykellerin olduğu ruhu olan binalar yapılmıyor. Düşünmüyor değilim artık bütün güzel kitaplar yazıldı, şarkılar söylendi, binalar yapıldı mı?
Artık hayatı o kadar hızlı yaşıyoruz ki bu
alışkanlık hayatımızın her alanına yansıdı. Herşey en az emekle kısa sürede bitsin istiyoruz. Oysa çok değil ben çocukken neredeyse her mahallede bir terzi bulunurdu ve özel günlerde hep kıyafetlerimizi ona diktirirdik. Normal zamanlarda annem dikerdi veya örerdi. Giydiğim kıyafet için bir emek harcanırdı ve bu emeği görür bitmesini heyacanla beklerdim. Oysa şimdi öyle mi? Giriyorsun bir mağazaya hemen alıyorsun o kadar çabuk ulaşıyorsun ki zaten sıkılman ve ondan kurtulman aynı hızla oluyor. Zaten aldığın ürünler hızlı ve ucuz olsun mantığıya üretildiği için kısa ömürlü oluyor. Giydiğin kıtafetleri artık kimin ürettiğinin senin için bir anlamı yok. Muhtemelen haritada yerini bile gösteremediğim üçüncü dünya ülkelerinin birinde tanımadığın bugüne kadar hiç önemsemediğin insanlar belki çocuklar karın tokluğuna üretiyorlar. Olsun bunların senin için önemi yok artık önemli olan ne kadar tarz göründüğün. Sıkılırsan atarsın yenisini alırsın nasılsa. Aldığın bir tşirti uzun süre giysen bu devran nasıl dönecek. Yüksek moda sana sürekli emrediyor. Al al al bak bu sene bu moda, geçen senekinin modası geçti bunu al daha güzel at eskisini. Hiç dikkat ettin mi bir senede ne kadar kıyafet alıyorsun ve sene sonunda bunların ne kadarını atıyorsun?
Ben bundan yaklaşık 1,5 sene önce yazlıkları kaldırıp kışlıklarımı çıkartırken bir çuval dolusu kıyafeti attığımda dehşete kapılmıştım. Bunların bir çoğu da alınmış belki bir kere giyilmiş belki de hiç giyilmemiş kıyafetlerdi. Bunu görünce dolabımda sadece çok sevdiğim ve giymekten zevk aldığım kıyafetleri bıraktım ve bir yıl hiç kıyafet almama kararı aldım zaten dolabım doluydu ve yenisine ihtiyaç yoktu. İlk başlarda evet çok zorlandım eski alışkanlıklarım bana bak o çok moda onu al, çok güzel mutlaka almalısın dese de direndim ve hiçbirşey almadım. Bir sene boyunca elim birşeye gittiğinde hep şunu sordum kendime istek mi yoksa ihtiyaç mı? Eğer ihtiyaçsa al ama biliyoruz ki yeni bir pantolona ihtiyacın yok zaten aynısından var. İstekse bak bakalım kendine neden onu almayı o kadar çok istiyorsun? Hayatındaki hangi boşluğu onu satın alarak doldurmayı planlıyorsun biliyorsun ki almakla hiçbirşeyi dolduramazsın. Sadece içindeki boşluk günden güne büyür ve bir bakmışsın boşluk sen olmuşsun sana yer kalmamış. Kıyafet alışverişi yapmadan geçen bir sene sonunda artık ihtiyacım olmadan alışveriş yapamaz hale gelmiştim.
Biliyorum hepimiz çok yoğunuz, hayatlarımızda bir çok sorun var iş, ev, çocuk, trafik vb. hep koşmak yetişmek zorundayız. Ama derin bir nefes al ve bak kendine üstündeki kıyafetlere en son ne zaman bir kıyafet için emek harcadın veya dolabındaki hangi kıyafetinin anısı var veya hangisini itinayla çocuklarına saklamak istersin? Belki farkındalık tam bu noktadan kıyafetlerinden başlayacak. Denemeye değmez mi?
15 Temmuz 2017 Cumartesi
Hangimiz Mükemmeliz?
Karşındaki insanı ne kadar tanıyabilirsin? Sadece gösterdiği, izin verdiği kadar tanıyabilirsin. Herkesin kimsenin girmesine izin vermediği, herkesten sakladığı gizli bir bahçesi vardır. Bazen kendisi bile giremez o bölgeye. Bakımsızlıktan ihmal edilmiştir çoğu zaman bazen de girmeye korkar insan neyle karşılaşacağını bilemez. Karşısına gül de çıkabilir diken de.
Günümüzde sosyal medyada herkes kendine bir kimlik yaratma çabasında. Çoğu zaman gerçek olmayan sahte kimlikler. Sosyak medya Profillerine bakarak insanları yargılamak da onların hayatına imrenmek de manasız o yüzden. Sadece güzel anıları, süslü sofraları, mükemmel annelikleri, sağlam dostlukları, kusursuz vücutları görüyoruz sürekli. Kimse akşam sofrada tek başına yemek yerken yaşadığı yalnızlığı anlatmıyor ya da karanlık korktuğu için halen oyuncak ayısına sarılarak uyuyan adamın hikayesini bilmiyoruz mesela. Çocuklarını süsleyip püsleyip onların sürekli fotoğrafını çeken annenin kameralar yokken çocuklarına kötü davranıp davranmadığını bilmiyoruz tek gördüğümüz her daim mükemmel annelik.
İşin ironik olan kısmı insanların bir süre sonra uydurduğu bu sahte profile ayak uydurup sürekli mış gibi yapmaları. Sürekli mükemmel olmak zorundaymışız gibi davranmaları. Bu yalancı tavırdan artık sıkılmadık mı? Olmadığımız bir insan gibi görünmekten, sürekli rol yapmaktan, maskelerle gezmekten yorulmadık mı?
Biz insanız ve bu yüzden kusurluyuz. Bizi gerçek yapan aslında bu kusurlarımız. Neden hayatımızda tek bir gün bile kendimiz olamıyoruz? Kendimiz olmak bu kadar zor da rol yapmak çok mu kolay? Ne kadar tanıyoruz kendimizi? Gel otur bakalım karşıma ne zamandır dertleşemedik seninle gel konuşalım anlat bakalım diyor muyuz? Gizli bahçemizi kazmaya, otlarını ayıklamaya, gerçeklerle yüzleşmeye hazır mıyız?
Bırak artık başkasını düşünmeyi. Bugün kendini düşünmeye başla. Al kazma küreği eline havalandır şöyle bir içindeki balta girmemiş toprakları. Hem neyle karşılacağını bilmiyorsun kazı sonunda karşına elmas da çıkabilir kömür de. Neden deneyip görmüyorsun. At üstündeki kaygıları bugünlük sadece kendin olmaya ne dersin?
12 Temmuz 2017 Çarşamba
Biraz Kişisel Meseleler
Eskiden hayatla ilgili ne kadar keskin çizgilerim vardı. İdeallerim, hayallerim bir yanda diğer yanda aslalarım, amalarım, yıllar içinde oluşan keşkelerim, nefret ettiklerim, sevmediklerim, kırmızı çizgilerim. Hayat bana asla dememeyi öğretti önce herkese öğrettiği gibi. Asla yapmam dediğim bir işte on yılımı harcadım. Şimdi olduğum yerden baktığımda şaşırıyorum toyluğuma herşeyden ne kadar çabuk nefret edebiliyormuşum, ne kadar çabuk öfkeleniyormuşum, kırmızı çizgilerim ne kadar keskinmiş. Gençlik işte. Hayat geçiyor bir şekilde geriye tortusu kalıyor. Elinde kalanlarla yetinmek zorunda kalıyorsun. Şimdi anlıyorum ki öfkelenmek, herşeyden nefret etmek çok kolaymış, etrafına görünmez zırhlar örmek. Zor olan sevmekmiş herşeyden herkesten önce kendini sevebilmek. Yüreğin yangın yeriyken sakin kalabilmekmiş zor olan. Bunları başarabildim mi? Çaba gösteriyorum sadece. Bebek adımlarıyla hergün ufak bir adım atıyorum sakinliğe doğru.
Bu aralar sürekli yazıyorum. Bazılarını burda yayınlıyorum bazıları ise defterimde yazılı kalıyor. Elimde kalemim sürekli kendimi deşiyorum, eski yaralarımı kanatıyorum bir cerrah gibi. Eskiden de bunu çok yapardım ama sonuçta kendime o kadar çok kızardım o kadar da pişmanlık duyardım ki yaptıklarımdan ve daha çok yapmadıklarımdan en sonunda kendimi kendimden nefret eder halde bulurdum. Şimdi ise kendimi anlamaya çalışıyorum ben neden böyleyim, 35 yaşına geldiğim halde iç huzurumu neden buladım, otomatik pilottaki hareketlerimi kontrol edebilir miyim? Hergün başka bir yönümü keşfediyorum saklı kalan anılarımdan.
Bir çocuk neyi görürse onu öğrenir. Sizin söylediklerinizi değil hareketlerinizi taklit eder. Ben genelde hep susturuldum hep suçlandım ve hala kendimi şuçlu hissetmem bundan. Annemin bana sürekli söylediği şeyler sen zaten mutlu olamazsın mutlu olmayı bilmiyorsun ki, sen başarılı olmayı istemedin ki o yüzden çalışmadın gibi gibi gibi. Zaman geçtikçe annemin sözleri benim sözlerim haline geldi onun sesi benim sesim oldu ve tüm beynimi kapladı tıpkı örümcek ağı gibi. Artık bu durum benim için dayanılmaz bir hal aldığında beni sürekli öfkeli bir beden, sağlık sorunları, bitmek bilmeyen mutsuzluk kaplamıştı. Hala sorumluluğu üstüme almakta zorlanıyordum ve suçu başka yerde arıyordum. Oysa ki bu duruma gelmemdeki en büyük neden benim. Kendimin sabotajçısı, eleştirmeni benim.
Çocuğum olmasaydı belki hala o mutsuzluk içinde debelenip durmaya devam edecektim. Ama her annenin isteği çocuğunu mutlu etmektir. Annemle aramızda görünmez duvarlar varken onu sevmeyi hala başaramamışken nasıl kendi çocuğumla bağ kurmayı, onu sevmeyi, onun her an yanında olmayı başaracakken, kendi yaralarımı saramamışken onunkilere nasıl merhem olacaktım. Anne olmak bir bakıma kendi çocukluğuna geri dönmek, kendi travmalarınla yüzleşmek demek. Evet büyüdükçe çok zorlanıyorum. Kalıpları yıkmakta, ona her daim şefkat göstermekte, sabır ve tahammülde. Ama uğraşıyorum her gün hareketlerimin farkına varmaya çalışıyorum, bilnçaltım beni esir alıp otomatik pilota bağlamadan mantıklı tepkiler vermeye çalışıyorum. Başarılı olup olmayacağımı zaman gösterecek.
28 Haziran 2017 Çarşamba
Delilik
Delilik bu yaptığımız diye bağırıyordu Ayşe avazı çıktığı kadar bağırarak hem de deliliğin daniskası. Artık dayanamıyorum ben. Daha ne kadar devam edecek bu işkence. Yürümüyor işte görmüyor musun. Ben yaralı sen yaralı, iki yarım insandan tam bir insan olduramıyoruz. Tek yaptığımız şey yaralarımızı yarıştırmak; sen daha çok yaralısın hayır ben daha çok yaralıyım. Yoruldum artık anlıyor musun çok yoruldum. Yaralarımı saklamaktan, sürekli kabuklarını kopartıp kanatmaktan, bir türlü iyileşememekten yoruldum. Ben iyileşmek istiyorum sense bu yaralardan besleniyorsun. Takatim kalmadı artık. Ayşe artık ağlamaktan sözlerine devam edemiyordu.
Bitti mi diye sordu Ömer son derece soğuk bir sesle.
Hıçkırıklara boğulan Ayşe sadece kafasını sallamakla yetinmişti. İşte yine aynı şey olmak üzereydi tam öfkesini kusmuş olaya gelmek üzereydi ki ağlamaya başlamıştı. Oysa biliyordu ağlaması Ömer' i kaçıracaktı ama yapamıyordu işte tutamıyordu gözyaşlarını.
Ömer birazdan kalkıp salona gidecek onu dinlemeyecekti. Ayşe de sakinleşince yanına gidecek başını Ömer'in omzuna koyacak ve sanki biraz önce kıyamati koparan o değilmiş gibi son derece sakin bir sesle ne izliyorsun diye soracaktı. Birşey izlediğim yok öyle geziniyorum işte diye cevaplayacaktı hiçbir şey olmamış gibi. Sonra Ayşe yemek hazırlayacak beraber yemek yiyecekler, ardından çay içecekler, havadan sudan konuşup her zamanki gibi sevişip sarılarak uyuyacaklardı. Hiçbir zaman neden kavga ettiklerine dair konuşmayacaklardı. Sanki oturup konuşsalar ikisi de eteğinde taşları bir dökse devam etmeye güçleri kalmayacakmış gibi hissediyordu.
Ömer pek konuşmuyordu zaten hiç anlatmıyordu hayatını. Sanki öncesi yoktu, sonrası yoktu, bugünü yoktu yarını yoktu. Derin yeşil gözleri hep hüzünlü bakardı. Ayşe'de o gözlere vurulmuştu zaten. Derin ve hüzünlü bakan gözler, bu gözlerde saatlerce kaybolabilirim derdi. Hele bir de iki tek rakı içmişse daha da hüzünlenirdi ya da ona öyle gelirdi. Bu gözlerindeki hüzün neden dese de bir türlü cevap alamazdı. Zaten şimdiye kadar sorduğu tüm sorular cevapsız kalmıştı. Ayşe' nin sorduğu tüm sorular havada asılı kalıyor ve kara bulutlar gibi çiftin üzerine çöküyordu gün geçtikçe. Bu durum onu çıldırtıyordu. Konuş be adam susma artık konuş diye bağırıyordu. Ömer ise karşısında sanki sessizlik yemini etmişçesine tek kelime bile etmeden susuyordu sadece. Ah be adam bir konuşsan açsan şu güzel ağzını sen de rahatlayacaksın ben de derdi ama nafile ne yapsa konuşturmazdı.
Bu suslunluk Ayşe'nin mezarı olacaktı gitmezse çok iyi biliyordu. Günden güne çürüdüğünü hissediyordu. Bu ev, bu eşyalar, bu mobilyalar hepsi küf kokuyordu. Dilleri olsa da konuşsalar eğer sen ne bu zamana aitsin ne de Ömer'e defol git burdan diyeceklermiş gibi gelirdi. Bu mobilyalardan sıkıldım değiştirelim dese de ikna edemezdi bir türlü çok ısrar edemezdi zaten ne de olsa burası Ömer'in eviydi. O ise sadece misafir. Birkaç günlüğüne gelip bir türlü gitmeyen misafir. Galiba bizim ilişkimizi en çok bu kelime tarif ediyor misafir diye söylendi ellerinin tersiyle gözyaşlarını silerken.
Gözyaşlarını sildi kalktı yerden bu misafirlik artık bitmeli diyerek bavulunu çıkarttı. Artık gölge gibi yaşamak istemiyordu ne olursa olsun. Bavula eşyalarını doldurmaya başladı. Ömer her zamanki gibi salona gitmiş televizyonu açmıştı muhtemelen sakinleşmesini ve yanına gitmesini bekliyordu. Eşyalarını topladı zaten eşya diye getirdiği azıcıktı. Birkaç tşirt, iki kot, iki gömlek, bir elbise birkaç kitap. Bavulunu eline aldı gitmeden tekrar kaldığı odaya şöyle bir göz gezdirdi. Oda o kadar köhne ve bakımsız görünüyordu ki gidecek olmasına sevindi. Bir adım daha atabilmek için kendini ikna etmeye ihtiyacacı olduğunu biliyordu.
Elindeki bavulla salona doğru yürüdü televizyonun önünde durdu ve ben gidiyorum dedi bavulu yere bırakmadan. Ömer'den tepki yoktu. Ben gidiyorum dedi biraz daha yüksek sesle. Hala tepki yoktu. En sonunda elinden kumandayı alarak televizyonu kapattı ve tekrar ben gidiyorum dedi. Adamdan çıt çıkmıyordu. Ne git ne de kal. Ağır adımlarla belki Ömer arkasından gelir de onu durdurur diye yavaşça evi terk etti. Apartmanın önüne indiğinde artık gözyaşlarını tutamıyordu. Gelmeyeceğini bile bile biraz daha bekledi. Karanlık sokaklarda geceye karışırken Ömer hala aynı koltukta kıpırdamadan oturmaya devam ediyordu.
27 Haziran 2017 Salı
Oda
Odalarım var benim çoğunu herkesten gizlediğim. Kimse görmesin kimse bilmesin diye kapılarını sıkı sıkıya kapattığım, anahtarlarını bilerek kaybettiğim. Bazılarının yerini bile unuttuğum. İç içe geçmiş binlerce oda yıllar içinde gezdiğim, tozduğum, biriktirdiğim, unutmak istediğim tozlu raflara kaldırdığım dedi Elif nine gözleri yaşlı yanında oturan torununa.
- Ne diyon nine sen diye cevapladı Ömer. Sen ilaçlarını içtin mi bugün? İçmedin galiba oda moda sayıkladığına göre. Sen bu aralar iyice saçmalayamaya başladın nine dedemi mi özledin naptın ha görmen yakındır belki de.
- Sus dedesi kılıklı seni. Boyu devrilesice göçtü gitti de azıcık rahat ettim. Yanına da gitmeye niyetim yok.
- Tamam nine kızma hemen. Ömer elindeki fotoğrafları bırakarak ninesinin yanına gelerek sarılıp yanağına bir öpücük kondurdu. Mahçup olan kadın gülerek tamam deli diye gülerek karşılık verdi.
Ömer'i geçirdikten sonra Elif nine eskimiş fotoğrafları toplamaya başladı. Torunlar her ziyarete geldiğinde bunları dağıtmayı karıştırmayı çok severlerdi. Dağınıklığı toplaması da hep kendisine kalırdı. Fotoğraflarının arasından eskimiş küçük bir vesilalık fotoğraf düştü. Eğildi almak için ama fotoğrafı görünce olduğu yere yığıldı kaldı.
Onun fotoğrafıydı. Ondan elinde kalan tek fotoğraf bu olmuştu. Hey be ne kadar genç ve yakışıklıydı. Ama ben de o zamanlar çok güzeldim. İncecik belim, upuzun sırma saçlarım vardı. Uzun uzun fotoğrafa baktı. Onu sakladığını bile unutmuştu. Oysaki onu unutmak için ne çabalar göstermişti. Yıllar sonra hayatının sonbaharında ne diye karşısına çıkıyordu sanki. Kızgınlıkla kaldırdı tüm fotoğrafları. Ne vardı o kadar inat edecek İbrahim efendi ikimizi de yaktın iyi mi oldu diye söylenerek ortalığı toplamaya girişti.
Bu torunlarda her yeri dağıtıp gidiyorlar, bir kerecik bile nine sen yaşlısın biz temizleyelim toplayalım yok, varsa yoksa dağıtmak diyerek kızgınlığını torunlarına yönetti. Evin iyice temiz olduğuna kanaat getirince mutfağa gitti çay koydu. Çayına iki şeker attı şekerin çayın içinde dağılışını izledi uzun uzun karıştırdı. Bardaktan çıkan çınlama sesi onu garip bir şekilde rahatlatıyordu. Ah İbrahim sen şekerli seversin diye yıllardır hep iki şekerli içiyorum çayı vazgeçemedim bir türlü diyerek çayını yudumladı. Boğazından iki lokma geçmedi sadece çay içebildi.
İbrahim hangi odadasın sen kilitli kaldın yıllarca birbirimize hasret gidicez böyle giderse diye söylenerek uyudu son uykusu olduğunu bilmeden.
Ertesi gün torunu Ömer buldu onu yatağında huzur içinde uyurken. Ninesinin elinde hiç tanımadığı bir adamın fotoğrafı vardı. Kim acaba bu diyerek attı fotoğrafı arkasındaki sonu hüzünlü biten aşk hikayesini hiç merak etmeden.
26 Haziran 2017 Pazartesi
Sonsuz Aşk
25 Haziran 2017 Pazar
Küçük Kara Balık
Samet Bahrengi ile tanışmam ilkokul zamanına denk gelir. İlk olarak Bir Şeftali Bin Şeftali'yi okumuş ve hayran kalmıştım. Küçük Kara Balık kitabını oğlum daha bebekken almıştım ona okurum diye. İngiltereye taşınırken yanıma çok az kitabımı alabildim ve bu da yanıma aldıklarım arasındaydı. Bugün oğluma okudum ve bu satırlar beni çarptı. Hangimiz gençken varoluşsal sıkıntıya düşmedik ve kendi küçük dünyamız dar gelip yeni keşifler yapmak için yollara düşmeye çabalamadık. Çabalamak diyorum çünkü bu keşif esnasında en büyük engel ne yazık ki bizi çok sevdiği söyleyen ailelerimiz oldu hep. Kızım dur, oğlum yapma, hayat böyle, çok gençsin, çok deneyimsizsin, yapamazsın, senin yapmak istediğin daha önce defalarca denendi kimse başarılı olamadı ve sen de başarılı olamazsın o yüzden hiç deneme, başımıza icat çıkarma , bir sen biliyorsun di mi hayatı biz birşey bilmiyoruz zaten bunun gibi bir ton laf duymadık mı?
Bazılarımız cesaretli çıktı kimseyi dinlemedi ve bildiği yoldan gitti. Bazılarımızın ise sözler karşısında cesareti kayboldu ve yola çıkmaktan vazgeçip ailelerin istediği hayatı yaşadı. Acaba hangisi hayatta ailesine ilk karşı çıktığı ana geri dönüp baktığında daha çok pişman oluyordur? Söz dinleyen mi dinlemeyen mi? Bence söz dinlemeyip kendi yolundan giden daha mutlu olup daha az pişman oluyordur. Başarılı olamasa (hoş hayattaki başarı kriteri nedir para mı, lüks mü, kariyer mi, başarılı bir evlilik mi, zeki çocuklar mı) bile denediği ve bu yolda öğrendikleri ona yeter.
Ben kendi adıma laf dinleyen ve sonrasında çok pişman olan taraftayım. Aileme karşı çıktığım, kendi yolumu çizmek istediğim, en basiti kendi istediğim gibi giyinmek istediğim zamanlar oldu. Ama her seferinde başarısız oldum. Ya ben çok cesaretsizdim ya da onlar çok baskındı. Sonunda bir süre akıntının beni sürüklemesine izin verdim hem de baya uzun bir süre. En sonunda mutsuzluktan dibe vurduğum bir esnada sevgili Judith çıktı önce kitabıyla sonra eğitimleriyle ve hayatımı değiştirdi. Eğitimde söylediği bir söz hayat algımı tamamen değiştirdi iyi anneyi öldür. Kahramanın yolculuğunun başlaması için her zaman iyi annenin ölmesi gerekir.
Annem artık bana etki etmese bile onun zamanında söylediği her söz güya çok sevme ve koruma amaçlı benim iç sesim olmuştu. Ben aynı zamanda kendimin annesi olmuştum ve kendimi kozaya hapsedip korumaya almıştım öyle ki ilerleyemiyordum bile. Sonunda her ne kadar zor ve acılı olsa da kendi yolumu buldum.
Çocuklarımızı ne kadar seversek sevelim unuttuğumuz bir şey oluyor büyütürken. Biz onların sahibi değiliz nasıl ailelerimiz bizim sahibimiz değilse. Bizim aracılığımızla dünyaya gelmiş olmaları hayatta bizim yürüdüğümüz yoldan yürüyecekleri anlamına gelmiyor. Her ne kadar kabullenmek bir çok anne baba için zor olsa da onların kendi sesleri, kendi maceraları, kendi yolları olacak bize hiç benzemeyen. Bizim görevimiz ise onların kendi yollarını bulmasına rehberlik etmek.
Yolunuzu şaşırmışsanız, birazcık cesarete ihtiyacınız varsa veya çocuğunuza cesaret vermek istiyorsanız Küçük Kara Balık kitabı tam size göre. Okuyun ve okutun. İyi okumalar.
24 Haziran 2017 Cumartesi
Süper Mom
Uzun uzun yürüyüş yapmayı özlemişti Derin. Hayatı sadece ev ve işi arasındaki sıkışıp kalmıştı, nefes alacak zamanı bile yoktu neredeyse bırak yürüyüş yapmayı. Özellikle sadece dört aylık bebeği varken onu evde bırakıp işe gelmek çok zorlayıcıydı. Bebeğin gece uykuları düzene girmemişti henüz düzene gireceğine dair umutları gün geçtikçe azalmaktaydı.
Derin sıçrayarak kendine geldi, etrafa bakındı acaba kafamın düştüğünü kimse gördü mü diye. Ona bakan kimseyi göremeyince bilgisayarına boş boş bakmaya devam etti bir süre. Gözü masadaki bebeğinin fotoğrafına takılınca gözleri doldu. O burada saçma sapan işlerle uğraşırken bebeği ne yapıyordu acaba, bakıcı iyi bakıyor muydu kızına gibi aklına binbir tane soru geldi. Sıkıntıyla eline cep telefonunu aldı bakıcıyı arasam mı acaba diye düşündü sonra vazgeçti kadın sürekli aranmaktan rahatsız oluyordu. Bari biraz instagramda gezineyim kafam dağılır nasılsa Elif yok bugün diyerek açtı sayfayı.
İnstagramı açar açmaz karşısına Elif çıktı minik kızı kucağında büyük oğlu yanında hepsi çok güzel çok mutlu bir şekilde tatil pozu vermişler. Nereye gitmiş acaba diye baktı. Adını daha önce duymadığı bir küçük bir sahil kasabasına gittiklerini gördü. Off diye iç geçirdi hayatını yaşıyor kadına bak. Benden sonra doğum yaptı ne kilo var ne birşey sanki doğum yapmamış gibi bir de tatile gitmiş küçücük bebekle, nasıl da güzel bebeği bir de benimkine bak diye söylendi. Koyduğu foto 8000 like 300 tane yorum almıştı. Yorumlara göz gezdirdi hızlıca, of şekerim çok güzelsin, bu ne güzellik, aman allahım bu nasıl tatlılık, o yanaklar tam yemelik, ısırcam onları vb. övgü mesajlarıyla doluydu. Bu kadının kaç takipçisi var acaba diye baktı 400k mı gözlerine inanamayıp tekrar tekrar baktı evet yanlış görmüyordu 400k idi takipçi sayısı. Bu kadar takipçiyi nasıl topladı acaba diye söylenip diğer postlara bakmaya başladı. Sayfa çocukların fotoğraflarıyla doluydu. Minik oğlumuzun doğum günü, tatlı kızımız Tuval bugün doğdu, doğum öncesi doğum sonrası fotoğraflar, çocukların banyo fotoğrafları, çocukları sıçarken de koysaymış bari diye söylenirken boklu bez fotoğrafını da görüp küçük çaplı bir şok yaşadı. Bokun renginde acayiplik olup olmadığını takipçilerine soruyordu. Yuh artık diyerek takipçilerin gerçekten cevap vermediğini öğrenmek için yorumlara tıkladı. Tam 200 yorum almıştı fotoğraf evet bir kısım insan eleştirse de çoğunluk mantıklı bir şekilde cevap vermişti. Ulan bok işte çocuğun bokunda boncuk mu arıyorsunuz diye bir süre güldü.
Aman ya işe bak bu gerizekalıyı bir de başımıza müdür diye getirdiler. Kesin tanıdığı vardır, kadın salak ama güzel. Baksana nasıl güzel çocuklar doğurmuş bir de benimkine bak kara kuru birşey sürekli ağlıyor sevimli de değil diye söylenerek gezinmeye devam etti. Ne var sanki benim bebeğim de azıcık güzel olsaydı, bari en azından mavi gözleri olsaydı o bile ilgi çekerdi ama nerde bende o şans diye söylenerek bebeğinin fotoğrafını eline aldı. Bebek ender olarak yaptığı şeyi yapmış ve huzurlu bir uykuya dalmıştı. Fotoğrafını gören herkes ne kadar sevimli diye bebeği severken nedense bir tek ona sevimli gelmiyordu. Oysa hiç böyle hayal etmemişti, instagramda annelik hiç böyle değildi. Sevimli bebekler hiç ağlamıyor, hiç yaramazlık yapmıyor, annler hep güzel hep bakımlı, herkes bir nevi süper mom. Kendisi ise sürekli neden suçluluk duygusu
içinde kıvranıyordu. İçindeki bitmek tükenmek bilmeyen hüzün neydi peki. Ya hemen herşeye ağlamasına ne demeli.
Gözlerindeki yaşları sildi saate baktı mesainin bitmesine 5 dakika kalmıştı eşyalarını topladı yavaş yavaş bebeğinin fotoğrafını çantasına koydu burdaki mesai bitti şimdi evdeki mesai başlayacak diyerek evin yolunu tuttu.
22 Haziran 2017 Perşembe
Şermin
Şermin akşam yemeği hazırlıklarına başlamıştı erken olmasına rağmen başlamıştı bile. Soğanları ince ince kıymaya başladı yaşaran gözlerini ellerinin tersiyle sildi. Hemen fırsatta yaşaran gözleri sanki soğan doğrarken yaşarmasa olmuyordu. Soğanları tencereye attı kavurmaya başladı. Sonra sarımsakları ekledi. Bu evde yemek pişiyor burası gerçek bir yuva dercesine ortalığı buram buram iştah kabartan bir koku sardı. Sırasıyla domatesleri, fasülyeyi ekledi üste çıkacak kadar su koyunca tamamdı. Son olarak tuzunu ekleyip tencerenin kapağını kapattı.
Yanına pilav, salata, cacık oh mis diye söylendi. Şimdiden ağzı sulanmaya başlamıştı bile. Şehriyeleri güzelce kavurdu pirinçleri ekleyerek kavurmaya devam etti. Annesinden böyle öğrenmişti. İyi bir pilav yapmanın sırrı burda derdi sabırla yakmadan pirinçleri kavuracaksın. Hayat da böyledir derdi mutfağa benzer ne yaparsan yap önemli olan ayarını tutturmaktır. Az yaparsın yetmez çok yaparsın yenmez hep kararında yapacaksın. Hayatta ne açgözlü olacaksın ne de cimri. Yeri geldi mi cömertlik yapacaksın ama har vurup harman savurup kendini dara düşürecek kadar değil. Pirinçlerin yeterince kavrulduğuna ikna olan annesi suyu ilace edip tencereyi kapattı. O da tıpkı annesi gibi yaptı.
Annesi yemek yaparken onu izlemeyi çok seviyordu. Zaten annesinin hayatı mutfak olmuştu kolay değil evde doyurulacak sekiz boğaz olunca başka türlüsü düşünülemiyor. Annesi hem yemek yapardı hem anlatırdı. İlk eve gelin geldiğimde hiç yemek yapmayı bilmiyordum sağolsun baban hiç kırmadı beni sabırla bekledi. Ben de usanmadan pişirdim hep şimdi ustalaştık tabi zaman geçtikçe derdi. Bazen uzaklara dalar köye gider annesi babasını anlatırdı. Genellikle soğan doğrarken olurdu bu hep. Hiç görmemiştim onları ben sorunca annem küçükken öldüler derdi fazla uzatmadan ben de susardım ikimiz de susardık. Sonra annem gözleri yaşlı of bu soğan be kadar acıymış yaktı gözlerimi derdi. Ben sessizce bakardım anneme anlardım ama birşey diyemezdim diye anlatırdı o yılları Şermin.
Zamanla annesinin mutfaktaki sağ kolu olmuştu. Soğanları doğruyor, sebzeleri yıkayıp ayıklıyor, sofrayı kurup, bulaşıkları yıkıyordu. Annesine bu kadar yakın olmak Şermin'i daha da görünmez yapıyordu. Ona yaklaşmaya çalıştıkları sessizlikten ördükleri duvar daha da kalınlaşıyordu. Gün geldi ve Şermin annesinin karşısına geçti.
Ben gidiyorum anne dedi. Daha fazla dayanamayacağım buraya sana, bu mutfağa, bu hayata. Bu mutfak senin hapishanen olmuş dışarı çıkmak bile istemiyorsun. Ben senin gibi olmayacam hayatımı senin gibi soğan sarımsak doğrayarak geçirmeyeceğim diye bağırmıştı. Annesinin ağzından tek kelime bir çıkmıyordu. İstiyordu ki herhangi birşey söylesin bağırsın, gitme desin ama yok kadın sanki taş kesilmişti öylece duruyordu. Ne yaparsa yapsın durumun değişmeyeceğini anlayan Şermin kapıyı çarptı ve arkasına bile bakmadan çekip gitti.
Yemekler hazırdı. Bembeyaz masa örtüsünü serdi tabakları, çatal kaşıkları koydu. Masanın orta yerine papatyaları yerleşti özenle düzellti. Annesi bir keresinde köyde her bahar papatyaların olduğunu ve onları toplayıp saçına taç yaptığını söylemişti gözleri ışıldayarak. İki kişilik sofrası hazırdı artık. Gidip annesinin koltuğunu sürükleyerek getirdi. Yemekleri koydu tabaklara. Anne yemek hazır dedi. Annesi ise bomboş gözlerle ona bakıyordu. Şermin annesi tepki versin diye uzun süre bekledi ne kadar beklediği bilmeden sadece bekledi bir umut.
21 Haziran 2017 Çarşamba
Sessiz Çığlık
20 Haziran 2017 Salı
Yollar
19 Haziran 2017 Pazartesi
Güzellik
17 Haziran 2017 Cumartesi
Prenses
Bir varmış bir yokmuş. Güzeller güzeli bir prenses varmış ama çok mutsuzmuş. Çünkü ellerinde yaralar varmış. Babası kızının durumuna çok üzülüyor dünyanın dört bir yanından çareler arıyormuş. Kız her seferinde umutlanıyor ama çabalar sonuç vermeyince daha da umutsuzluğa kapılıyormuş. Kız kimle tanışsa ilk önce ellerine bakıyor bazen de dalga geçiyorlarmış. Zamanla kızın elindeki yaralar tüm vücudunu sarmış. Kız artık utancından dışarı bile çıkmak istemiyormuş. Artık bu duruma daha fazla katlanamayan kız cebine taşları doldurup nehir kenarına inmiş. Nehire doğru eğilmiş derin bir nefes almış gözyaşları karışmış nehire. O sırada nehir dalgalanmış bir suret belirmiş. Kızın bu güzellik karşısında dili tutulmuş.
-Nice zaman sonra sen kimsin diyebilmiş.
-Ben senim demiş suret. Nasıl olur demiş kız ben bu kadar değilim ki.
- At cebindeki taşları gel yanıma sana göstereyim. Kız hepsini atmış tek tek sonra nehire girmiş. Soğuktan biraz ürperse de devam etmiş. Kendini bana bırak gözlerini kapat demiş suret. Kız denilenleri yapmış. Tüy gibi hafiflemiş nehirle birlikte yüzüyormuş. Daha önce hiç hissetmediği bir huzur hissetmiş.
-Daha önce neredeydin demiş kız. Ben hep burdaydım sen yeni gördün demiş suret. Sessizlik içinde yüzmüşler. Hadi artık gitme vaktin geldi demiş suret. Kız hiç gitmek istemiyorum demiş. Gitmek zorundasın demiş suret. Kız istemeden de olsa çıkmış nehirden.
Ben hep senin yanındayım demiş suret hiç korkma. Kız o günden sonra hiç korkmamış, vücudundaki yaralardan hiç utanmadan insanların arasına karışmış, istediğini giymiş. Kendini olduğu gibi kabul edince insanlar da onu öyle kabul etmiş. Zaman içinde kızın yaraları iyileşmiş.