27 Mayıs 2019 Pazartesi

Sinek Kadar Koca

“Ay kız ana bu Rıfkı öldürecek beni”
“Noldu kızım anlat”
“Ay anne nolsun daha ne olsun. Yitip bitirdi ömrümü, çürüttü gençliğimi”
“Ne oldu kızım, telaşlandırma beni.”
“Tatile gidemiyoz bu yaz, neymiş efendim her yer çok pahalıymış, dolor euro fırlamış, anam bana fırladı bunlar. Bana ne bundan bana ne. Ben tatil istiyom, çok mu şey istiyom sanki. Yat mı alalım dedim kat mı alalım dedim. Elalem kafam kadar pırlantayla gezerken ben teneke gibi yüzükle geziyom. Ay ne çekilecek çilem varmış benim. Oy tansiyonum düştü, bayılacam şimdi.”
“Tamam kızım sakin ol. Soğan gibi kocan var işte başında boşver tatile de gitmeyiverin, seneye gidersiniz. Biz her sene tatil mi bilirdik sanki.”
“Anne ne soğanı ya cücük olmaz ondan cücük. Hem bilmiyon mu Hale’ler her sene Paris’te biz şurdan kalkıp Bodrum’a gidemiyoz, bırak Paris’i.”
“Neyse aman boşver kızım kocandır işte başında adam var en azından, hiç olmasa napacan, yokluğu daha zor.”
“Aman anne varlığı var mı sanki. Neyse kapı çaldı hadi görüşürüz.”
Şermin annesinin kocasını övmeye başlamasıyla birlikte alel acele kapattı telefonu. Her seferinde aynısı oluyordu işte ne zaman annesinden arka çıkmasını beklese annesi her zaman kocasının tarafını tutuyordu yine aynısı olmuştu işte. Sinirle telefonu bıraktı elinden, mutfağa gitti yemek yapmaya koyuldu ama soğanları doğradıktan sonra vazgeçti yemek yapmaktan. Her gün yapıyordu da ne oluyordu sanki. Bir akşam kuru ekmek yesi diye düşündü kocası için belki o zaman aklı başına gelirdi. Dışarı çıkıp hava almaya karar verdi. Kısa sürede giyindi attı kendini sokağa. En yakın alışveriş merkezine gitti. Mağazaları gezdi, yeni sezon kıyafetlerini denedi ama bu ayın kredi kartı borcunu ödemediği geldi aklına ve kıyafetleri sadece denemekle yetindi. En son melekleriyle meşhur iç çamaşırı mağazasının önünde durdu. Mağazanın girişinde gerçekten meleğe benzeyen insana bu kadınsa ben neyim düşüncesini sorgulatan sarı saçlı mavi gözlü seksi iç çamaşırları içinde oldukça göz alıcı görünen bir kadın göz kırpıyordu. Gözü resimdeki kadının karnına takıldı, tahta gibi dümdüzdü. Bir de kendi karnına dokundu, sıktı, salladı göbeğini. Mayalı poğaça kıvamındaydı göbeği özellikle son zamanlarda aldığı kilolarla birlikte gün geçtikçe büyüyordu sanki göbeği. Kadının memelerine takıldı gözü sonra neyse ki büyük değildi memeleri, alttan sıkıştırılarak büyükmüş efekti verilmişti. Kendi memelerine elledi, fena değildi, en azından hiç yok denilemezdi. O mağazanın girişinde durmuş mankeni incelerken mağazanın satış görevlisi kız mağazadan çıkıp uzun siyah saçlarını sallayarak yanına yaklaştı.
“Buyrun bugüne özel indirimimiz mevcut, içeri bakmak ister misiniz?
Şermin kem küm edene kadar kadın elinden tutarak onu mağazaya sokmuştu bile. Şimdi renk renk, çeşit çeşit sütyenin kilodun arasındaydı. Satıcı kız elinde pembe siyah karışımı dantelli bir sütyen ve şeker pembesi dantelli tangayla yanına geldi.
“Bakın bu ürünler bugüne özel yüzde yetmiş indirimli, denemek ister misiniz. Eminim pembe size çok yakışacaktır.”
Şermin bir anda kendini o iç çamaşırlarının içinde kendini devasa kanatlar, yüksek topuklularla seksi mankenlerle aynı podyumda yürürken hayal etti. Evet Şermin sıra sende diyordu bir ses ve dumanlar eşliğinde podyuma adım atıyordu. Her adımda insanları büyülüyor, sırtındaki devasa kanatlarla kendini gökyüzünden yanlışlıkla dünyaya inmiş bir melek gibi hissediyordu. Çalan yüksek sesli müzikle çoşmuş seyirci Şermin’in podyumun sonuna gelmesiyle daha da çoşuyor ve çılgınca alkışlamaya başlıyordu. Kameralara öpücük veren Şermin seyircilere el sallayarak geri dönüş yapıyor ve çoşkulu kalabalığın çığlıkları eşliğinde yürüyüşünü tamamlayarak sahne arkasına gidiyordu. O düşüncelere dalmış kendini kendini coşturmuşken satıcı kızın sesiyle kendine geldi.
“Hanımefendi ne düşünüyorsunuz alacak mısınız?”
“Evet paketleyin lütfen.”
“Geceliklerimizde de indirim var bakalım mı?”
“Hadi bakalım”
Şermin satıcı kızın arkasından podyumda yürüyormuşçasına emin adımlarla yürüyerek ilerledi, beraber son derece seksi saten iç çamaşırlarıyla uyumlu gecelik seçtiler. Babydollar,  tangalarda da indirim varmış, onları da attı sepete. Aldıklarının coşkusuyla kendini melek gibi hissediyordu Şermin, yürüyüşü bile değişmişti sanki. Emin adımlarla kasaya doğru gitti ve tezgahtar kıza kartını uzattı. Cırt ama o da ne kart çalışmıyordu.
“Yetersiz bakiye verdi efendim.”
“Nasıl olur tekrar deneyebilir misiniz?”
“Tekrar denedim ama hala aynı sorun var, başka kartınız var mı ya da nakit ödemek ister misiniz?”
“Kaç para tutmuştu”
“Beş yüz tl efendim”
“Hımm o kadar nakitim yanımda yok ama hay allah siz bekletin bunları ben para çekip geleyim. “
“Tamam efendim bekliyoruz”
Şermin emin adımlarla mağazadan çıktı ve birkaç adım sonra kendini bırakarak kocasına söylenerek hızlı adımlarla mağazadan uzaklaştı.
“Ah Rıfkı ah rezil ettin beni rezil. Senin yüzünden bir günlüğüne melek bile olamıyorum. Bir kerecik giyebilseydim o saten dantel gecelikleri ama nerde bize ancak dizi çıkmış gri eşofman. Of of nedir benim bu kaderim. Rıfkı sende ne koca olur ne başka şey. Soğan cücüğü bile olmaz senden.” Alışveriş merkezinden çıkmış eve doğru ilerlerken yol boyu saydırdı durdu kocasına. Melek hayallerinin suya düşmesine mi yansın, tatile gidememesine mi yansın, söylendi durdu. Eve gidince dizi çıkmış gri eşofmanlarını giyerek öğlen doğradığı soğanları kavurarak yemek yapmaya girişti. Meleklikte bir yere kadardı, karın doyurmuyordu sonuçta.

24 Mayıs 2019 Cuma

Beni Ara

Vardığınızda beni ara” Gözleri endişeyle bana bakıyordu. “Merak etme…ararım” dedim. Hiç yüzüne bile bakmadan eşyalarımı hazırlamak üzere yatak odasına gittim, bavulu uzun süre durduğu dolaptan çıkardım, yatağın üstüne koydum. Normalde çok kızardın böyle yapmama ama o gün kızmadın sadece kapının pervazına yaslanıp sessizce beni izledin. Bense eşyalarımı toplamaya her zaman yaptığım gibi ilk olarak kazaklardan başladım. Bavulun en alt kısmına kazaklarımı koydum düzenli bir şekilde. “Sadece üç gün gideceksin sence de o kadar kazak fazla değil mi?” Diye sordun bana delici bir sessizliğin ardından. “Bu mevsimde soğuk olur biliyorsun, çok üşürüm ben.” Dedim sana kafamı yaptığım işten bir saniye bile kaldırmadan. Kazaklardan sonra pantolonları, gömlekleri koydum. Boş kalan yerlere çorapları, iç çamaşırlarını sıkıştırdım. O esnada kapının zili böldü aramızdaki garip gerginliği. Sessizce ayaklarını sürterek kapıyı açmaya gittin.

“Geç içeri Hale de hazır olmak üzere.”
“Rahatsız etmeyeyim”
“Yok. Gel”

İkiniz sessizce salona doğru yürürken ben de elimde bavuluma sevdiğim kitapları koyuyordum hani şu senin hiç okumadıkların. Okumamak için inat ettiğin kitaplar. Yüzümdeki heyecanı sana belli etmeden yanınıza geldim, yavaşça sokularak karşınızdaki koltuğa oturdum.

“Hazırsan gidelim mi, yol uzun ancak varırız” dedi Ali. Gözlerini halının desenine sabitlemiş sadece dudakları oynuyordu konuşurken. Sanki yüzüme baksa olan biteni itiraf edecekmiş gibi hissetim. Ben de onun baktığı gibi halıya sabitledim gözlerimi, belki onun ne aradığını bulabilirim düşüncesiyle.
“Hazırım” dedim sadece gözlerimi halıdan ayırmadan.
Üçümüz birden aynı anda kalktık ayağa. Ali önden çıktı. “Merak etme sadece üç günlük bir iş gezisi, sağ salim sana geri getiririm merak etme” dedi sana, çıkarken. Sense boş gözlerle ona bakarken bunun bir veda olduğunu biliyor gibiydin. Sarıldım sana son kez giderken. Konuşmadık, sanki tüm kelimeleri son bir yılda tüketmiş gibiydik. Elimi tuttun öptün usulca. Kapıdan çıkarken arkamdan ne kadar süre baktın bilmiyorum.

O günün üzerinden yıllar geçti. Ali yok artık yanımda, kimse yok aslında. Birkaç kişi olduysa da yürümedi. Belki ben hatalıydım, belki onlar, belki de kimsenin suçu değildi. Hala aynı yerde çalışıyorum, hala sardunyalara bayılıyorum ama yaşatamıyorum bir türlü. Ne yaptıysam olmadı. Belki senin dediğin gibi ben belki de yaralarımı tamir edip bir türlü iyileşmek istemiyorum, belki de uzun süreli ilişkilerin insanı değilim, bağlanamıyorum bir türlü. Elimde solgun çiçekler, kulpu kırık bardağım masanın üstünde, tamir edemediğim yaralarımla bir başıma bu evde otururken anlıyorum bana ne demek istediğini. Yalnızlığım benim vazgeçemediğim en kadim dostum.



21 Mayıs 2019 Salı

Senden Kalan

Bir bardak huzurdu ona kalan bu hayatta sabah kahvaltıda çay yerine koyup içtiği. Ne yıkanmamış bulaklıklar canını sıkabilirdi ne de darmadağın olmuş evin içler acısı hali. Aman ne olacak canım dağıttığım gibi toparlarım diye geçti yerde salonda bulunan eşya yığının arasından Elif. Yüzünde koca bir gülümse giyinmek için yatak odasına doğru yürürken duvar kenarına üst üst yığdığı dergiler gözüne çarptı. En üstteki dergi çarpılmış alttaki derginin kapağı belli belirsiz görünüyordu. Eğildi üstteki dergiyi yere attı, şimdi alttaki derginin kapağı tam anlamıyla ortadaydı. O vardı kapakta. Şimdilerde adını bile anmak istemediği ilk aşkı. Eline aldı dergiyi, tarihine baktı Mart 2002. Vay be dedi tam olarak on yedi yıl geçmiş üzerinden, koskoca on yedi yıl. Ne kadar da yakışıklıydı. O çok sevdiği masmavi gözleriyle kamera bakarken neler geçiyordu acaba aklından. O günlere ışınlandı zihni birden. Beraber yedikleri son akşam yemeğine gitti. Boğazdaki lüks balıkçılardan birine gitmişlerdi özellikle o istemişti. “Kameralar bizi çekecektir bu akşam ona göre güzel giyin, kuaför git, saçını yaptır, makyaj yap. Herkes görsün güzelliğini. Benim öyle sıradan kızlarla işim olmayacağımını anlasın insanlar.” Demişti. Yeni başladığı dizisi çok tutulunca bir anda camianın gözde bekarları arasına girivermişti. Tüm gözlerin onda olması normaldi. Biliyordu bu günlerin geleceğini. Beraberce çalışmışlardı bu günler için, hayaller kurmuşlardı uykusuz gecelerde gökyüzündeki yıldızlara bakıp. İşte gelmişti o günler, şimdi bunun keyfini sürmenin zamanı gelmişti. Ama içinde bir sıkıntı vardı tarif edemediği, adını koyamadığı, koymak istemediği. İşte o sıkıntı yemek ortasında çıkıvermişti birden saklandığı yerden. Buz kesmişti ortalık sanki birileri gelmiş yemeğin üstüne sos niyetine bolca buz eklemiş ve tüm yemeğin tadı kaçmış gibiydi. Bir anda değişti suratı, gülümsemesi soldu yüzünde.

 “Beni kıskanıyorsun, lanet olsun başarımı kıskanıyorsun. Gölgede kalmaktan, bu kadar başarılı bir adamın sevgilisi olmaktan korkuyorsun. Tüm ilgi sende olsun istiyorsun her zamanki gibi. Küçük hanım bunu ben başardım, bu benim başarım ve bunu kimseyle paylaşmak gibi bir niyetim yok kusura bakma. Sen istersen o sefil hayatına dönebilirsin ama ben başarımın tadını çıkarmaya devam edeceğim.” Diye haykırmıştı.

Elif ağzını açıp da ben olmasaydım, sen bu günlere gelmeyi hayal bile edemezdin diyemedi. Diziyi ben yazmasaydım seni yönetmene ben önermeseydim bu kadar ünlü olamazdın da diyemedi. Onun yerine sadece sustu. Karşısında oturan bir zamanlar delicesine sevdiği bu adama dikkatle baktı. Kimdi bu adam? Eskiden aşık olduğu adamdan izler bulmaya çalıştı, tanıdık izler. Ama bulamadı. Hali, tavrı, duruşu değişikti. Yavaşça kalktı masadan. Adam tuttu kolunu. “Otur, burdan tek başına çıkarsan ne yazarlar hiç düşündün mü, beni rezil edemezsin” diye tısladı dişlerinin arasından.

O akşam son görüşü olmuştu onu. Yolları ayrılmıştı. Şimdi yıllar sonra birdenbire geçmişi zihninin derinliklerine gömmüşken karşısına çıkması da neyin nesiydi böyle. Derin bir nefes aldı, burnundan hızlıca verdi, gözleri hala derginin kapağındaydı, aşık olduğu o adamdan izler ararcasına takılıp kalmıştı. Bir damla gözyaşı asılı kaldı havada, düşmemek için direndi, direndi ama en sonunda yenik düşerek bıraktı kendini çaresizce ve göz pınarlarından yuvarlanarak yanakları boyunca ilerledi. Diğerleri de ilk gözyaşının düşmesini beklercesine takip ettiler onu. Kaybettiği önemli bir hazineye hatırlamışçasına bir süre çaresizce ağladı Elif. Sonra kalktı yerden ve yerde duran tüm dergileri toplayarak çöp poşetinin içine doldurarak bahçedeki çöp tenekesine attı. Biraz olsun rahatlamıştı. Yağmur yağmış günlerin bunaltıcı sıcağını biraz olsun hafifletmişti. Serin esen rüzgar içini ürpertince hızlıca içeri geçti. Dışarı çıkmaktan vazgeçmişti. Sabah uyandığında içini kaplayan huzur yerini derin bir hüzne bırakmıştı. Sokaklarda gezmek yerine ne zamandır ertelediği evini toplama işine girişmeye karar verdi. Salonun orta yerinde duran kıyafetlerden başladı. Giyilmiş, giyilmemiş, eski, yeni bir dolu kıyafet. Yığından rastgele bir tanesini çekip aldı. Eski günlerden kalan mavi bir elbise geldi eline  ilk önce. Eline aldı, kaldırdı, karşıdan baktı. O gece giydiği elbiseydi bu. Onunla vedalaştıktan sonra bir daha giymediği ama atmaya kıyamadığı o elbise yıllar sonra çıkmıştı karşısına hem de bu gün. Geçmişin hayaletlerinin beni rahat bırakmaya niyeti yok anlaşılan bugün diye söylendi elbiseyi çöp poşetine atmaya çalışırken. Titreyen elleriyle çöp poşetini açmayı bir türlü beceremeyince çöktü yere ve engellemeye çalıştığı göz yaşlarını daha fazla tutamayarak serbest bıraktı.  Elinde mavi elbise bir süre hıçkırarak ağladı.

14 Mayıs 2019 Salı

Yağmurlu Bir Gündü

Efsun sabah kalktığında gitme vaktinin geldiğini anlamıştı. Yağmurlu, karanlık bir sabah uyanmışlardı. Efe’nin kalktığını, giyindiğini, kahvaltı yapmadan kapıyı çarpıp gittiğini duymuştu ama kalkmamıştı. Gözlerini sıkı sıkıya kapatıp uyumaya çalışmıştı. Böyle zamanlarda dışardan bakıldığında aslında uyumadığının uyuyor numarası yaptığının anlaşılıp anlaşılamadığını çok merak ediyordu. Ama o sabah merak etmedi daha doğrusu umursamadı. Efe’nin ona bakmadığından emindi. Evden uzaklaştığına emin olunca kalktı yataktan. Her zamanki gibi ilk iş kahve yaptı kendine. Kahve içmeden ayılamayanlardandı. Bir yandan kahvesini yudumlarken televizyonu açtı. Uzun süreden beri ilk defa televizyon izledi. Kanallar arasında gezindi, haberlere göz attı. O takip etmeyi bıraktığından beri memlekette herhangi bir değişiklik olmamıştı. Hala aynı tür haberler dönüp duruyordu. Sıkıntıyla kapattı ekranı. Bardağı mutfağa götürdü. Tezgahta dünden kalma bulaşıklar duruyordu. Bir an yıkayıp yıkamamakta tereddüt etse de kendi yıkamasa onların yıllarca kirli kalacağından emin olduğu için yıkamaya karar verdi. Gidecek olsa bile evi temiz bırakmalıydı. Yokluğunda aynı rutin devam etmeliydi.

Bulaşıkları yıkadıktan sonra uzun süredir kullanılmayan valizini çıkardı durduğu yerden. Uzun süredir aynı yerde durmaktan toz içinde kalmıştı. Üstündeki tozları silkeledi eliyle ama o kadar fazlaydı ki elle olacak iş değildi bu. Mutfaktan ıslak bez getirip her yanını iyice sildi. Toplanmaya önce salondan başladı. Kitaplarını topladı önce, tek tek aldı raftan özenle yerleştirdi bavula. Efe okumayı sevmediği için evdeki tüm kitaplar Efsun’a aitti. Çiçekleri gördü pencere kenarında, onları suladı. Ben gittikten sonra size bakmaz biliyorum ama sizi yanımda götüremem üzgünüm diye söylendi. Bavulunu toplamaya kazaklarıyla devam etti.  Pantolonlar, tişörtler,  elbiseler, zaten o kadar az eşyası vardı ki yarım saatte bitti işi oyalanmasına rağmen. Bavulu tamamen dolmamıştı bile. O kadar az eşyası olmasına şaşırdı. Bu evde ne kadar az yer kaplıyormuşum meğer bir avuçluk yerim varmış muhtemelen gittiğimi fark etmeyecek bile varlığımı fark etmediği gibi diye düşündü. Düşüncelerini Efe’den uzaklaştırmaya çalıştı. Bir karar vermişti ve ne olursa olsun onu uygulamalıydı. Bu saatten sonra geri dönmek istemiyordu.

Camın önündeki çok sevdiği kırmızı koltuğa oturdu ve dışarıyı izlemeye başladı. Yağmur hala yağmaktaydı, cama vuran damlaların sesi ortamı daha dramatik hale getiriyordu. Sokakta ordan oraya koşan insanları izlemek istedi ama baktığında sokağın sakin olduğunu gördü. Doğru ya bu yağmurda kim dışarı çıksın insanların yağmurdan nefret ettiğini unutmuş diye söylendi. Haydi bakalım yola çıkma vakti diyerek ayağa kalktı. Kendini son anda vazgeçirmekten korkuyordu.

Eline valizini alarak kapıya doğru yürüdü. Kapıdan çıkmadan önce son bir kez eve göz gezdirdi. Tam o anda tüm hatıralar bir bir çıktılar saklandıkları yerden. Hepsini hatırladı. Soğuk kış günlerinde kanepede miskinlik yapıp film izlemelerini, beraber elele cama yapışıp yağan karı izlemelerini, dışardan geldiklerinde üşüyen ellerini Efe’nin ısıtma çabalarını, Pazar sabahları beraber yaptıkları kahvaltıları, Pazar öğleden sonraları şehrin ıssız sokaklarında yaptıkları uzun yürüyüşleri, her seyahatten sonra evini nasıl özlediğini ve koşarak geldiğini ve bunun gibi bir çok güzel anıyı hatırladı Efsun ama aynı zamanda bu evin onu ne kadar mutsuz ettiğini de hatırladı aynı zamanda. Evin yavaş yavaş içine alarak hapsettiğini, duvarların üstüne gelerek onu nasıl ezdiğini, Efe’yle yaptıkları her kavganın onu nasıl kişiliksizleştirdiğini, bitmek tükenmez sessiz çığlıklarını, hıçkırıklarını, haykırışlarını hatırladı. Bir zamanlar mutlulukla yaşadığı bu evin içine nasıl canlı canlı gömüldüğünü hatırladı sonra. Ben diye birisi yok anlıyor musun kalmadı eski benden bir parça bile diye bağırmıştı Efe’ye daha iki gün önce. Onun dinlemeyeceğini dinlese bile umursamayacağını bile bile. Şımarıksın sen aynı küçük bir çocuk gibisin bıktım bu tavırlarından, ne istediğini bir türlü anlayamıyorum. Bence sen bile bilmiyorsun ne istediğini diye bağırmıştı ve susmuştu Efe. Susuş o susuş iki gündür tek bir kelime bile konuşmamışlardı. O zaman hatırladı Efsun neyi kaybettiğini ve neden gitmesi gerektiğini. Çift kişilik bir yalnızlık içinde kendini daha fazla kaybetmek istemiyordu artık. Her yardım çağrısının şımarıklık olarak algılanmasından bıkıp usanmıştı. Aynı zamanda hakaretlerden, küçük düşürülmelerden, alaylardan, şu rutubet kokan evin her noktasından bıkmıştı. Son zamanlarda en çok tek balına yediği yemekler koyuyordu ona. Koca evde tek başına geçirdiği saatler.

Artık emindi gitmesi gerekiyordu. Tüm bunları geride bırakıp ilerlemesi gerekiyordu. Omuzlarını dikleştirdi. Hayatında ilk defa ne istediğini biliyordu artık. Bavulunu eline alarak hayalet gibi yaşadığı bu evden aslında burada hiç varolmadığının bilinciyle hayalet gibi çıktı. Yağan yağmurun onu ıslatmasına aldırmadan dimdik yürüdü sokaklarda, kalabalığa karıştı ilk defa korkmadan.

8 Mayıs 2019 Çarşamba

Melankoli

Hale sabah baş ağrısıyla uyandı. Of bu ağrı ne şimdi sabah sabah diye söylenerek yataktan kalktı. Terliklerini giydikten sonra sürünerek banyoya gittti. Aynada kendi suratıyla karşılaşınca şaşırdı. Ne kadar da solgun görünüyordu bu sabah. Buz gibi suyu yüzüne çarptı, soğuk su biraz olsun kendine getirdi. “Haydi toparla kendini senin bu sabahki melankolik halinle uğraşamam, çok işimiz var bugün enerji toplamam lazım” diye konuştu aynadaki suretiyle. Kısa bir duş sonrası hemencecik hazırlanarak evden çıktı. Apartmanın kapısından çıkarken çalan telefonun sesiyle irkildi. Arabasına doğru yürürken bir yandan da telefonla konuşmaya başladı.
“Halecim canım nasılsın? Ne zamandır konuşamadık bir bilsen başıma neler geldi.”
“Ay Nilcim noldu canım anlat çabuk dinliyorum. Dur bi saniye arabaya bineyim.” Arabasının kapısını açarak koltuğa attı kendini. Nil’in sesini hopörlere vererek konuşmaya başladı tekrar.
“Anlat canım dinliyorum”
“Ah canım sen olmasan naparım. Benim yardımsever, hoşsohbet, eğlenceli, duygusal arkadaşım. Sen olmasan kim dinler beni?”
“Aman canım abartıyorsun. Ne oldu sesin çok kötü geliyor.”
“Canım ya sorma nasıl başlayacağımı da bilemiyorum, o kadar kötüyüm ki.” Kısa bir sessizlikten sonra tekrar konuşmaya başladı. “Altan”
“Ne olmuş Altan’a. Canım ne oldu çok duygusallaştın, kötü bir şey yok ya.”
“Altan beni aldatıyor.”
“Ne. Emin misin?”
“Evet, dün akşam banyoya gitti, telefonu da masada bıraktı. Bilirsin hiç adetim değildir normalde, karıştırmam telefonunu ama şeytan mı dürttü nedir birden bakasım geldi. Yazışmaları, fotoğrafları gördüm.”
“Ah canım benim. Ne yaptın”
“Hiçbir şey yapmadım. Görmemiş gibi davrandım. Sen de biliyorsun durumları, şu an boşanamam, yerimden kıpırdayamam bu halde.”
“Canım benim.”
“Kimseye söyleme olur mu henüz.”
“Tamam canım.”
“Benim kapatmam lazım şimdi, seni sonra ararım tekrar tamam mı. Sağol canım dinlediğin için.”
“Canım benim, ara mutlaka.”
Telefonu kapattıktan sonra Hale yol boyu düşündü. Kendisinin de ilişki yürütme konusunda çok başarılı olduğu söylenemezdi. Bugüne kadar en uzun ilişkisi altı ay sürmüştü. Efe geldi aklına, onu bu gruba dahil etmiyordu, o başkaydı. Ne yapıyordu acaba. Ne zamandır onu görmediğini fark etmedi, aramıyordu da. Bu sefer kesin bitti galiba diye düşündü gözünden akan iki damla yaşa engel olamadan. Of ya ne bu duygusallık böyle sabah sabah diye silkelendi. Radyoyu açtı, karşısına çıkan ilk istasyonda Karabiberim şarkısı çıktı. “Karabiberim vur kadehlere, hadi içelim, içelim her gece, zevki sefa doldu kalbime.” İstemsizce şarkıya eşlik etmeye başladı. Bağıra çağıra çılgınca karabiberim söylüyordu şimdi. Kendi kendine güldü, komik olan şarkı mıydı yoksa şarkının tüm sözlerini ezbere bilmesi miydi emin olamadı.  Bir anda sanki tüm hüzün dağılmış birden enerjisi yükselmiş, eski neşesi yerine gelmişti. Şarkı bitmeden şirkete gelmişti bile. Otoparktaki yeri boştu, arabasını park ederek ofise doğru yürümeye başladı.

Asansörün düğmesine basıp beklemeye başladı. Kendinden başka bekleyen kimse olmamasına şaşırtmıştı, normalde bu saatler çok yoğunluk olurdu. Asansör boş geldi bindi, yirmibeşinci kata bastı, tam kapı kapanmış yukarı çıkıyordu ki kapı tekrar açıldı ve içeri otuz, otuz beş yaşlarında, giyimiyle hiç buraya ait durmayan kısacık saçlı, bedeninden en az iki beden büyük takım elbise giymiş bir kadın bindi. Kadın yirmisekizinci kata basmak için parmakları uzatınca ellerinin ne kadar bakımsız olduğunu fark etti. Gözlerini kadından çekerek ekranda değişen numaralara bakmaya başladı. Bir, iki, beş, yedi. Hızla yukarı çıkıyorlardı. Kadın ise put gibi dikilmiş hiç ses çıkarmadan hareketsizce bekliyordu. Yirmisekizinci kat yönetim katıydı, burda çalıştığı süre boyunca bir kere bile oraya çıkmamıştı. Fazladan güvenlik önlemleri olan sadece orya girme izni bulunan kişilerin parmak izi okutarak girdikleri bir yerdi. Çeşitli söylentiler duymuş olsa de gerçekte orda neler olup bittiğini kimse bilmiyordu. Çaktırmadan kadına tekrar baktı, baştan aşağı süzdü. Sonra yeni tanıştığı insanlara karşı takındığı mesafeli tavrı takınarak aynı kadın gibi hareketsiz beklemeye başladı. Gözü tekrar rakamlara takıldı. Yirmi, yirmi bir, yirmi iki ve nihayet yirmi beş. Asansör sessizce durdu ve Hale indi. İnerken ne kadına bakıp gülümsedi ne de tek kelime konuştu. Kadının tuhaflığını geride bırakarak masasına doğru ilerledi.

Bilgisayarını açtı maillerini okumaya başladı ilk olarak. O maillere dalmışken odasının kapısının tık tık vurulmasıyla kendine geldi.
“Hale duydun mu olanları?”
“Yok Serdar bey ne olmuş?”
“Dünyadan haberin yok senin, dün akşam Melih Bey istifa etmiş.”
“Ne diyorsunuz. Ee ne olacak şimdi. Daha yeni getirmişlerdi onu şirketin başına, işler kötü gidiyor demek ki ilk onun başını kestiklerine göre.”
“Komik olma Hale. Olayları bilmiyorsun, kimse paylaşımcı değil şirkette tabi sır küpü herkes.”  Hale’nin tam karşısındaki koltuğa oturarak konuşmaya devam etti. “Melih Bey şirket hesabından yüklü bir miktarda para sızdırmış kendi hesabına”
“Gerçekten mi?”
“O yüzden bugün müfettişler geldi, tüm hesapları didik didik edeceklermiş duyduğuma göre. Bizden de bazı raporlar isteyebilirler hazırlık olmak lazım. Neyse ki işin ucu bize dokunmaz ama Seda Hanım zorda, biliyorsun Melih Bey’in peşinden ayrılmıyordu. Şimdi yukarı çıktı bakalım gelince öğreniriz detayları. Neyse ben gideyim seni de meşgul etmeyeyim daha fazla. Rapor isterlerse beni haberdar et tamam mı?”
“Tamam Serdar Bey”
Hale’nin kafası karışmıştı, son dönemlerde şirkette olayla bitmek bilmiyordu. Ama bu kadarını beklemiyordu doğrusu. Sıkıntıyla derin bir nefes alarak işine geri döndü, yeni gelen maili açtı ve okumaya başladı. Müfettişler üst yönetime hazırladığı rapor için onunla konuşmak istiyorlardı. Bilgisayarını aldı ve hiç kimseye görünmeden merdivenleri kullanarak yirmisekizinci kata çıktı. Kapıda onu bekleyen görevli sayesinde kolayca içeri geçti ve onu aldıkları odada tek başına beklemeye başladı. Kısa bir süre sonra kapı açıldı ve sabah asansörde kaşılaştığı ve kılık kıyafeti yüzünden buraya layık görmediği kadını karşısında görünce şaşkınlığı bir kat daha arttı. Kadın şimdi karşısına geçmiş onu sorularıyla terletiyordu. O an kızdı kendine sahip olduğu tüm önyargılar için ve sakince soruları yanıtladı.

20 Nisan 2019 Cumartesi

Uykusuz Gecelerde

Uyuyamıyordu bir türlü. Her yolu denemiş, çareyi her doktorda, yaşam koçunda, aktarda aramış ama sorununa bir türlü çözüm bulamamıştı. Yatakta bir sağa bir sola dönmekten uykunun huzurlu kollarına kendini bırakacağı o muhteşem anı beklemekten yorulmuş bir şekilde kalktı saatine baktı saat üçtü daha. Gecenin ortası, sabaha daha saatler vardı. Uyuşmuş bacaklarını salladı iki yana gerindi güzelce, kalktı yataktan. Hiç uykusu yoktu. Salona geçip biraz kitap okumaya karar verdi. Ağır adımlarla salona doğru ilerlerken yerde uyuyan kediye ayağı takıldı ve az kalsın düşüyordu. Neyse ki ne kendi düşmüş ne de uyuyan kedi uyanmıştı. Önce mutfağa geçti süt ısıttı kendine. Sonra sütü alıp salona geçti. Pencereden uyuyan şehri izledi. Her daim ışıl ışıl olan şehir yaklaşan yeni yılla birlikte daha da parlamıştı sanki. Mavi, kırmızı, sarı ışıklar gökyüzünün karanlık olmasına izin vermiyor her daim insana yaşama çoşkusu veriyordu. Acaba benim gibi bu saatte uyuyamayan var mıdır diye düşünmekten alamadı kendini.  

Kitabını açarak okumaya başladı. Kelimeler gözünün önünden akıp geçiyor ama bir türlü konuya odaklanamıyordu. Kitapta bir gün evden çıkıp tüm hayatını geride bırakarak ormanda yaşamaya başlayan Doppler adında adam anlatılıyordu. Merak etti acaba kendisi gidip ormanda, ilkel şartlarda hayatta kalabilir miydi. Modern dünyanın tüm lükslerine, teknolojinin tüm imkanlarına sahip biri için tekrar ilkelliğe dönmek çok zordu. Nasıl yemek bulacaktı, avlanmayı bilmiyordu, hem çamaşır, bulaşık işlerini tek başına halledemezdi. Fikir başta çok romantik gibi gözükse de gerçek hayatta uygulama dökünce o kadar romantik olmuyordu. O bunları düşünürken birden tık tık sesler duymaya başladı. Sanki biri ritmik hareketlerle duvara vuruyor gibiydi. Nefesini tuttu, kulaklarını kabarttı, sesin nerden geldiğini anlamak için dikkat kesildi. Tık tık tık, tık tık, tık tık tık, tık tık sonra sanki dinlenmek için duruyor sonra tekrar başlıyordu aynı ritimle vurmaya tık tık tık, tık tık, tık tık tık, tık tık. Ayağa kalktı odaları tek tek gezdi ama hiçbirinde sesin kaynağına dair bir iz bulamadı. Tekrar salona geldi, sesi dinledi tekrar. Evet ses salondan geliyordu kesinlikle emin oldu buna. Salonu araştırmaya başladı. Kitaplığa yaklaştıkça ses arttı. Öne doğru çekti kitaplığı ve bir anda hiçbir şeye benzetemediği bir cisim fırladı. Önce ne olduğunu anlayamadan baktı etrafına, düştüğün yerden kolunun yardımıyla kalktı ve odanın içini gözleriyle taradı. Tam biraz önce kitap okumak için okumak için oturduğu kanepede bacak bacak üstüne atmış oturuyordu. 
“Sen de kimsin böyle” dedi şaşkınlığını üzerinden atamadan.
“Ben mi bilmem, belki benim kim olduğuma dair senin bir cevabın vardır?”
“Sen benim evimde olduğuna göre bu saatte mantıklı bir açıklaman vardır umarım.”
“Hımm aslında uzun süredir burdayım ben hatta kaç yıl olduğunu bile hatırlamadığım kadar uzun süredir burdayım. Saklanıyorum genelde ama uzun süredir uyuyamadığın için çıkardığım sesleri duydun. Yoksa bunca zamandır farkıma bile varmamıştın. Sahi sen neden uyuyamıyorsun?”
“Bilmem.” Kafası iyice karışmıştı.
“Ayakta durma Ali, gel otur yanıma.”
“Adımı nerden biliyorsun?” Şaşırmıştı Ali.
“Kitaplıkta yaşıyorum ben bilgiyi bilirim. Doppler’i sevdin mi? İtiraf et sayfaları çevirirken sen de onun gibi ormana kaçıp gitmek istedin ama gidemedin. Böyle lükse alışınca zor tabii ilkel şartlarda yaşamak. Söyle bana hangisi ilkel? Bu penceresi açılmayan evde, teknolojik aletlerle döşenmiş, ultra lüks evde yaşayabilmek için günde en az on iki saat çalışmak mı yoksa kafana estiği gibi yaşamak mı? En son ne zaman tatil yaptın?”

Ali’nin kafası karışmıştı cevap vermek yerine kendi düşüncelerine daldı. Kimdi bu adam, bu saatte evine gelmiş saçma sapan sorular sorup duruyordu. Biraz sakinleşince aslında soruların o kadar da saçma olmadığını gördü. Ne zaman tatil yapmıştı en son hatırlamıyordu.

“Hatırlamdın di mi en son yaptığın tatili?” Adam Ali’nin beynini okumuştu sanki.
“Şaşırma, ben de her bilgi mevcut, dedim ya ben kütüphanede kitapların arasında yaşıyorum. Cevap veremiyorsun di mi sen de hatırlamıyorsun muhtemelen en son ne zaman tatile gittin? Hayat tarzına bakılırsa çok normal. Bu evin maliyetini karşılamak için çok çalışman lazım tabii. Söyle bana bu evde yaşabilmek için neyi feda ettin”
Hiç beklemediği bu soru karşısında afalladı Ali. Neyi feda etmişti düşündü. Anında geldi cevap hafızasının tozlu raflarından. Beş sene öncesine gitti. Müdür olarak yarışan iki kişi vardı. Kendisi ve Nermin. Nermin hakkında çıkardığı dedikoduları düşündü sonra, birbirinden çirkinlerdi ama insanlar inanmıştı hepsine. Ama asıl vurucu darbe bir akşam giderken Nermin’in bilgisayarını açık unutmasıyla gerçekleşmişti. Kadının fotoğraf arşivine girip en gizli fotoğraflarını servis etmişti direktöre ve böylece kendisi oturmuştu müdür koltuğuna. 

“Hatırladın di mi yaptığını. Oysa unuttun zannediyordun. O koltuk senin hakkın zannediyordun. Çok çalıştım, başardım diye anlattın herkese. Genç yaşlı hırsı Ali kariyer basamaklarını birer ikişer tırmanmıştı. Tırnaklarıyla kazımıştı tabiri caizse. Olayı unuttun ve hayatına devam ettin. Nermin’e ne olduğunu merak bile etmedin? Söyle ne oldu Nermin’e?” Son cümlede sesi çok yüksek çıkmıştı. Ali’den cevap gelmeyince devam etti.
“Ben söyleyeyim sen hatırlayamadıysan. İstifa etti, canına kıydı. Senin çıkardığın rezillik sonrası o utançla yaşayamadı. Sen naptın peki ona yaptıklarını umursamadan lüks yaşamına devam ettin.”

Susmuştu adam, susmuştu Ali. Gecenin en derin karanlığında sessizce oturuyorlardı. Adam daha fazla konuşmadı, tek kelime etmeden sessizce indi koltuktan ve yürüyerek kütüphanenin arkasında yaşadığı yere girdi. Ali de arkasından kalkarak kütüphaneyi itti. Çok uykusu gelmişti. Konuşulanlar ağır gelmiş, üstüne bir ağırlık çökmüştü. Yatağına girdi ve uyudu, hiç uyumamış gibi günlerce uyudu. Bir sabah uyandı. En sade kıyafetlerini giyerek, kimseye haber vermeden evden çıktı ve bir daha onu gören kimse olmadı. Uykusuuy

8 Nisan 2019 Pazartesi

Üç Kişilik Evlilik

Bir türlü büyümek istemeyen çocuklarla onları memeden kesemeyen annelerin ülkesiydi burası. Burda doğan çocuk hiçbir zaman büyümez annesinin memesinden ayrılamazdı. Ama gün gelir herkes bir noktada büyümek zorunda kalır. Onur’da böyleydi işte kırk beş yaşında kocaman bir insan yavrusuydu benim gözümde. On yıllık birliktelik sonrası nihayet üç yıl önce evlenebilmiştik. İlk kavgamızı hiç unutamıyorum aradan önce geçen zamana rağmen.

“Aşkım kahvaltı hazır hadi gel”
Beş karış suratla kahvaltıya oturup “yumurtamaların neden soymadın”demişti. 
“Senin ellerin yok mu hayır dün gece gayet iyi çalışıyordu, ne oldu bir anda işlevini mi kaybetti?”
“Annem hep soyardı ama, hem kahvaltı da ballı sütüm eksik. Ben süt içmeden kahvaltı yapamam mümkün değil”
“Nesin sen bebek mi, kaç yaşındasın allesen?”
“Ama annem”
“Başlatma lan annene”
“Annem hakkında böyle konuşamazsın Hale, kendine gelmeni rica ediyorum.” 
“Ben gayet kendimdeyim canım kendinde olmayan sensin bana göre”

Oflayarak yumurtası soymuştu. Beceriksiz elleriyle tutmuş, uzun bir süre nerden başlayacağını bilemeden bakmıştı yumurtaya. Onun bu halini görünce beni deli gibi bir gülme almıştı. Kendimi durduramıyordum. Neye bu kadar gülmüştüm o gün, ağlamamak için bu kadar abartmıştım gülmeyi her zamanki gibi galiba. O da bana katılmıştı gülerek kahvaltı yapmıştık. Dünyanın en güzel gülümsemesi ondaydı. Nasıl dayanabilirdim ki böyle gülen bir adama? 

Anasına gitmiştik o akşam, bundan sonraki bir çok akşam gibi yemek yemiş, çay içmiş, birlikte televizyon izlemiştik. Gece boyu anne oğul el ele tutuşmuş, annesi o gece onlarda kalmamız için ısrar etmişti. Onur ise neredeyse ağlayacaktı kalmadığımız için. Giderken yol boyu tartışmıştık.

“Kadını ne kadar üzdün farkında mısın? Ne var kalsaydık sanki? Yarın kahvaltıdan sonra gelirdik. Şimdi pazar kahvaltısını yalnız mı yapacağım ben?”
“Allah’ım sen bana sabır ver. Delirdin mi adam sen, evlendik biz farkında mısın?”
“Evlendiysek evlendik ne değişti yani, istedin attık imzayı. Annem o benim. Seninle evlendim diye bırakayım mı, üstümdeki emeklerini yok mu sayayım.”
Ne desem boştu bu lafların üstüne, ne yapsam boş. Hani bir an gelir ve tüm emeklerinizin boş olduğunu düşündüğünüz bir an gelir, tamamen kendinizi boşlukta hissettiğiniz o an. Ne geri gitmek, ne ileri gitmek istediğiniz sadece durmanız gereken o onlarda. Öyle bir an yaşamıştım işte. Tüm hücrelerimle acı çekerken kanayan yarama aldırış etmeden yürümeye devam etmiştim. 

Sustum zamanla, susmaya alıştım. Değiştim belki de umursamamayı öğrendim, görmemeyi, duymamayı aynı zamanda. İki kişilik yalnızlığımızla üç kişilik evlilik yürütmeye çalışıyorduk. İte kaka bugünlere geldik. Ama ben yoruldum ve sabah kahvaltısını  hazırladım, evi temizledim, makinada yıkanmış çamaşırlar vardı onları serdim, iki gün yetecek yemek yaptım ve çantamı alarak evden çıktım bir daha gelmemek üzere. Kırk gün oldu annesi öleli. Ona yeteri kadar zaman tanıdım bence büyümesi, iyileşmesi için. O
ise tüm çabalarımı görmezden geldi. 

“Annem öldü, ben artık yaşayamam onsuz”
“Aşkım gel buraya”
“Nasıl yapacam ben şimdi, nasıl devam edecem onsuz”
Ne yaptıysam kendine getiremedim bir türlü. Adam kendini odaya, yatağa mahkum etti. Ağzından tek kelime laf çıkmaz oldu, annem annem bütün gün bu şekilde ağladı durdu. Yas tutmasına, acısını sonuna kadar yaşamasına izin verdim. Belki bu acı onu büyütecekti nihayet, koca bebek annesinden ayrıldığında nihayet gerçek dünyaya adım atacaktı ama olmadı. Benimki sonu baştan beli bir savaştı. Yenilgiyi baştan kabullenmeliydim belki o zaman hayatım daha kolay olurdu. 
“Sen annem değilsin, hiçbir zaman da onun gibi olamazsın. Kimse beni onun kadar sevemez” dedi bir sabah. Ondan duyduğum son sözler oldu bu. Koca bebeğin büyümesini, kendi kanatlarıyla uçmasını beklemekten sıkılmıştım. Şimdi son kez bakıyorum yaşadığımız eve içinde yaşayan bu insan yavrusu nasıl büyüyecek hiç bilmiyorum. 

26 Mart 2019 Salı

Kaçış

İlk taşı kim attı, kim kurdu ilk kırıcı cümleyi, kim hesap vermeden çaldı bahçedeki tüm erikleri, kim vazgeçti ilk kurduğu çocukluk hayallerinden, kim ilk telefonu eline aldı da aramaktan vazgeçti, bu uzun mesafeleri kim koydu aramıza bilmiyorum. Bu soruların cevaplarının hiçbirini bilmiyorum. Sorular, sorular, bitip tükenmeyen, arsız sorular. Anlaşılan kaf dağına kaçsam da bu sorulardan kaçış yok. Aramızda olanlar artık bir oyuna dönüşmüştü. Aldım verdim ben seni yendim oyunu. Çocukken oynadığımız oyunlar kadar masum olmayan, sonunda illa ki birimizin canının yandığı oyunlar.çocukken böyle oyunlar oynardık yaz boyu, birbirimizi iterdik her oyunun sonunda. Kovalamacalar kavgayla biterdi. Babam da bıkmıştı bu kavgalardan artık en sonunda sizi ayıracam artık, biriniz dedenizin yanına gidecek bir ay biriniz burda kalacak, sonra değiştireceksiniz yerlerinizi diye tehditler savuruyordu. Biz de çaresiz ilk başta bu uyarılara kulak asarak sessizliğimizi koruduk sonra ise en ufak bir olayadan tartışma çıkarmaya devam ederdik. Benim kazağımı niye giydin, benim elbisem nerede, ayakkabılarım çamur içinde, o küpeleri sevgilim almıştı takamazsın falan filan. Babam o yazdan sonra bizi tehdit emedi bir daha, çünkü evden gitmişti. Bir sabah aniden kalktı ve eşyalarını toplayarak kayıplara karıştı. Annem bunun geçici olduğunu, genelde orta yaş üstü erkeklerde görülen bir sendrom olduğunu ve eninde sonunda geri geleceğini düşünüyordu ama annemin dediği gibi olmadı. Babam yerine boşanma kağıtları geldi eve. Ayrıca oturduğumuz evden çıkmamız gerektiği, artık bize para vermek istemediği yazıyordu kağıtlarda. Belki yazmıyordu ben uydurdum onları, babam hiç söylemedi bunları avukatlar aracılığıyla duyduk olanları.

Evi terk ettik, anılarımızı, çocukluğumuzu o evde bırakarak şehrin ücra bir semtinde iki odalı bir ev tuttuk. Selin’le anneme destek olmaya çalışıyorduk elimizden geldiğince. Annem tekrar çalışmaya başladı ama memnun değildi halinde. Anlıyorduk, gece on ikiden sonra tekrar külkedisine dönen sindirella gibiydi. Derken hayatımıza o girdi. Annemin olanca zayıflığını sırtalayacak, onu ayağa kaldıracak bir kahraman. Ya da biz öyle görüyorduk. Kahraman kısa sürede evimize yerleşti ve şehre gelen her yabancının yaptığı gibi olayları başlattı. Selin duramadı evde. Her zamanki gibi dikbaşlı, bildiğini okuyan Selin aldı başını gitti bir gün. Ben kaldım, terk edemedim annemi, yapamadım, içim el vermedi onu bu izbe yerde bir başına bırakmaya. Kaldım da ne oldu sadece izledim, annem yavaş yavaş bildiğim, tanıdığım kadın olmaktan çıkarken ben sadece oturdum çaresiz gözlerle onu izledim. Annem adı altında tüm kanı emilmiş sadece posası kalmış bu kadın bir gün kalan son damla gücüyle beni evden kovmasaydı eğer hala o evde yaşamaya devam ediyordum muhtemelen. Ama artık yuvadan atılan her yavru kuş gibi benim de kendi kanatlarımla uçma vaktim gelmişti. Gelmişti gelmesine de bu nasıl olacaktı. Bunca yıl, bunca yıl dediğim tam tamına otuz yıl boyunca bir şekilde annesine annelik yapmak zorunda kalmış, evden dışarı adımını atmamış bu insan bozuntusu nasıl olacaktı da kendi ayakları üzerinde durmayı başaracaktı. Selin’i aradım bir süreliğine kendi hayatımı kurana kadar beni misafir edip edemeyeceğini sordum. Sadece kısa bir süre dedi. Kısa bir süre insan hayatında toplam kaç yıla tekabül eder bileniniz var mı? Ben bilmiyorum ama Selin biliyordu. Sadece bir ay sonra beni kapı dışarı etti. Artık iş bulmuştum, kiramı ödeyebilirdim, ona yük oluyormuşum.

Hayat planlar kurarken başımıza gelenlerse eğer benim en başında çocukken planlarım neydi acaba. Düşünüyorum, düşünüyorum ama bulamıyorum bir türlü. Selin’in vardı hep planları ve gördüğüm kadarıyla hepsini başarmış. Bense sadece durmuşum, takvim yaprakları bir bir eksilirken benim kaderim hep aynı kalmış. Oysa demirbaş zannederdim kendimi bir zamanlar, annemin vazgeçemediği demirbaşı, biricik kızı. Ama vazgeçti, hem de o kadar kolay olduki bu vazgeçiş, canımı acımasına bile fırsatım olmadı.

Şimdi üzerinden onca zaman geçtikten sonra Selin’le aramızda çok kötü olaylar yaşandı, kötü sözler, hakaretler, kırılmalar, suçlamalar, küsmeler. Ben onu kaçmakla suçladım en çok o da beni salak olmakla. Ben de kaçsaymışım, o tımarhanede aklı olan bir saniye bile kalmazmış, ben nasıl dayanmışım bunca sene. Haklıydı belki, gidememin, kalmanın acısını ondan çıkardım yıllar sonra, akrebin en sonunda zehrini kendine akıtması gibi ben de onca yıl içimde birikmiş zehri en yakınım olan kardeşime akıttım. Belki ölmedi ama ağır yaralandı. Tekrar iyi olur muyuz bilmem. Hem zaten iyi olmak nedir ki bilmiyorum. Ben hiç iyi olmadım ki.





12 Mart 2019 Salı

Gerçek Nedir?


Hakikat neydi, nerde gerçek bitiyordu nerde yalan başlıyordu Aslı artık bilmiyordu. Unutmuştu yalansız geçen günlerini. Yalan söylemek daha doğrusu kendi deyimiyle gerçeği saklamak onun vücudunun herhangi bir uzvu gibi olmuştu. Nasıl midemiz biz onun farkında olmasak da her yediğimizi kötü de olsa iyi de olsa ayırt etmeden öğütüyorsa onun beyni de kolaylıkla yeni bir yalan üretiveriyordu. Düşünmeden, aniden oluyordu, karşıdaki kişi o kadar inanıyordu ki Aslı’nın doğruyu söylediğine, şüphelenmek akıllarına bile gelmiyordu. İç sıkıntısından kurtulmak ister gibi derin bir nefes aldı. O kadar derin nefes almıştı ki ciğerlerinin temiz havadan patlayacağını düşündü. Öğlen yemeği için ofisin hemen yakınındaki parka gelmişti. Bugün hiç iştahı yoktu. Yemek yerine sadece kahve almıştı yakınlardan. Kahveden bir yudum aldı, burnuna kahve kokusu yerine karton kutunun kokusu geldi. Efe’ye ne zaman bu kokuyu söylese, saçmalıyorsun nasıl burun varsa sende artık, tazı gibisin mübarek koku falan yok, sen uyduruyorsun derdi. Aklına Efe’yle yaptıkları son kavga geldi. Tadı kaçtı, kaç gün oldu hala aramamıştı. Kahveyi içmekten vazgeçti önce ama üşümüştü, kokuya aldırmadan bir daha denedi. Sıcacık kahve boğazından midesine doğru akarken bari tadı güzel olsaydı diye düşündü. Karton kutuyu iki eliyle birlikte sararak üşüyen ellerini ısıtmaya çalıştı. Parkta etrafına bakındı, köpek gezdiren pembe montlu kadın haricinde hiç kimse yoktu. Kim çıksın bu soğukta, aklı olan evde kalır diye söylendi.
“Gerçek nedir sence?” Aslı bir anda duyduğu soru karşısında irkildi. Kimin konuştuğunu anlamak için etrafına bakındı ama kimseyi göremedi.
“Boşuna bakma etrafına göremezsin, sadece düşün şimdilik ben anlarım, ağzını kıpırdatma. Ancak zamanı gelince beni görebilirsin.” Diye devam etti. Aslı hem şaşırmış hem de korkmuştu. Kalkıp gitmeyi düşündü, tekrar etrafına bakındı yardım isteyebileceği kimse var mıdır diye ama sadece biraz önce gördüğü pembe montlu kadın vardı, o da köpeğin peşinden baya uzaklaşmıştı. İçinden bir ses oturması gerektiğini söylüyordu, kıpırdamadan oturmaya devam etti.
“Gerçek nedir Aslı?”diye sordu tekrar. “Benim kim olduğum önemli değil” Aslı sesin ne düşündüğünü okumasına şaşırmıştı. Düşüncelerini kontrol etmeliydi.
“Senin gerçeğin ne, sen kimsin?”
“Bana sıfatlarını sayma, gerçek özün ne, seni sen yapan en önemli etken, onu söyle bana”
“Ben iş bağlarım, her işi çözerim” diye düşündü Aslı.
“Nasıl?”
“Herkesin bir fiyatı vardır?”
“Senin fiyatın ne?”
“Benim fiyatım yok” kızmıştı Aslı.
“Tamam kızma, verdiğin cevaplar yanlış. Biraz düşün bakalım, tekrar görüşeceğiz nasılsa” bunları dedikten sonra ses gözden kayboldu. Aslı’nın canı sıkılmıştı, kimdi bu ses daha önce hiç sormadığı soruları sormuş, kafasını karıştırmıştı. İyice üşüdüğünü fark etti ve hızlı hızlı yürüyerek ofise gitti.
Masasına geçti, bilgisayarını açtı, ofis sıcacıktı ama hala içi üşüyordu. Yarın vereceği teklifin dosyasını açtı ve dünkü toplantıda karar vermedikleri birkaç detay üzerinde çalışmaya başladı. Ekranda sayılar gidip gelirken her zamanki gibi şirket çıkarları doğrultusunda sayılarla fark edilmeyecek şekilde oynama yaptı. Aslında değişiklik ilk bakışta anlaşılmasa da uzun vadede yaptığı bu değişiklik sayesinde şirkete oldukça para kazandırıyordu. Bu sayede zaten kariyer basamaklarını ikişer üçer tırmanmıştı kısa sürede.
“Aslıcım hazırladın mı teklifi?”
“Erman Bey bitirmek üzereyim. Her şey planlandığı gibi mi?”
“Daha iyi hatta.”
“Güzel, ne zaman biter. Adamlarla toplantıya girmeden son kez göz atmak istiyorum. Bu arada seninle konuşmak istediğim bir konu var. Biliyorsun Adnan Bey bu ay sonunda ayrılıyor, onun yerine müdürlük görevi için senin adını önermeyi düşünüyorum ne dersin, yapabilir misin sence?”
“Tabii ki Erman Bey, her göreve hazırım.”
“Aferin kızım. Hadi sen işine dön. Yine konuşuruz.” Aslı heyecanlanmıştı. İçindeki neşeyi saklamadan işinin başına döndü.
“O kadar heyecanlanma bence.” Duyduğu ses karşısında Aslı’nın gülümsemesi yüzünde dondu. Konuşan öğlenki sesti, demek gerçekmiş diye düşünmüş.
“Beni hayal mi zannettin, en azından sayıların kadar gerçeğim.”
“Git başımdan, ne istiyorsun benden?”
“Gerçeği istiyorum” dedi ve kayboldu. Aslı ise ellerinin titremesine aldırmadan klavyenin tuşlarına daha sert basarak çalışmaya devam etti.
Bir ay boyunca Aslı bir daha o sesi hiç duymadı, duymadığı için de aynı şekilde çalışmaya devam etti. Bu arada hazırladığı teklif sayesinde şirket çok büyük bir karla girdiği ihaleyi aldı, Adnan Bey emekli oldu, onun yerine Aslı müdürlük görevine getirildi. İşler yoğun bir şekilde akarken Aslı bu işi neden yaptığını sorgulamadan aynı yoğunlukla çalışmaya devam etti. Onun müdürlüğünü kutlamak için yemek organize edildi. Yemeğin olacağı gün işten erken çıktı, artık müdür olduğuna göre kimseden izin almasında da gerek yoktu. Kuaföre gitti, saçını, makyajını yaptırdı ve giyinmek için evine gitti. Bu gece için siyah, kolsuz, göğüs dekolteli, vücuduna oturan kısa bir elbise seçmişti. Küçük siyah elbise hayat kurtarır dedi aynada kendisine bakınca. Son günlerde biraz kilo alsa da hala çok güzeldi. Kıvrımlı vücudu giydiği elbiseyle daha çok belli oluyordu. Topuz yaptırdığı saçlarıyla açılan boynuna Efe’nin doğum gününde aldığı zümrüt kolyeyi taktı. Aynada kendine son kez baktı, hazırdı.
“Aynaya bakınca kendini tanıyabiliyor musun?” Aslı duyduğu ses karşısında irkildi. Bu gecemi mahvetmene izin vermeyeceğim, defol git başımdan diye bağırdı.
“Konuşmana gerek yok, ben düşüncelerini okuyabiliyorum.”dedi ses sakince.
“Defol git” diye bağırdı. “Ne istiyorsun benden?”
“Sadece soruma cevap vermeni? Gerçek nedir Aslı.”
“Gerçek neye inanıyorsak odur”
“Bu dediğine inanmamı beklemiyorsun herhalde. Ben senin gerçeğini soruyorum. Gerçek Aslı kimdir.” Sesin pes etmeye niyeti yoktu.
“Gerçek gerçektir. Onun gerçek olduğunu hissedersin bir şekilde”
“Peki yalan, bugüne kadar söylediğin yalanlar.”
“Ben yalancı değilim, yalan söylemedim kimseye bugüne kadar.”
“Gerçekleri söylememek yalan değil midir?”
“Ben saklıyorum sadece ama onun görünmemesi gerçekten var olmadığını göstermez. Bilgi saklamak, yalan değildir. Yalan olmayan olayları olmuş gibi söylemektir. Ben şirket çıkarları doğrultusunda sadece bazı gerçekleri saklıyorum. Yaptığıma yalan diyemezsiniz.”
“Bakıyorum yaptığının kılıfını hazırlamışsın, bu sayede müdür oldun zaten değil mi? Gerçekleri saklayarak ama unutma hiçbir gerçek sonsuza kadar gizli kalamaz. Şimdi kazandığını düşünebilirsin ama foyan çıkacak meydana. O zaman ne yapacaksın?”
“Git başımdan. Ben yanlış yapmadım. “
“Aynaya bak, gözlerinin içine. Gerçek orda saklı işte.” Ses birdenbire kayboldu, tıpkı güneşi görünce sisin dağılması gibi.
Aslı’nın kendini toparlaması zaman aldı ama bu gece onun gecesiydi. Zaferini kutlamalıydı ne olursa olsun. Ayakkabılarını giydi ve yemeğin yapılacağı yere gitti. Gece boyu ekibiyle birlikte yemek yedi, dans etti, eğlendi, zaferini kutladı, sesi ve ona söylediklerini dikkate almadan.

Şirket Aslı’nın hazırladığı veriler doğrultusu da projeyi yürütüyordu. İşler neredeyse plana uygun, kusursuz bir şekilde ilerliyordu her zamanki gibi. Ama bir sabah Aslı uyandı ve işe gelmedi, aradılar ama bir türlü ulaşamadılar. O güne kadar bir kere bile izin almayan Aslı’nın işe gelmemesi herkesi çok şaşırtmıştı. Ertesi gün de gelmedi, bir sonraki gün de. Tam bir hafta geçti üzerinden ve Aslı tekrar işe geldiğinde farklıydı. Neredeydin diye sorduklarında sadece hastaydım diyebildi. Oysa gerçeğin peşine düşmüştü. Kendi gerçeğinin peşine.

7 Mart 2019 Perşembe

Maskeli Balo

              Aslı aldığı balo daveti için çok heyecanlıydı. Yaklaşık üç yıldır aynı şirkette çalışmasına rağmen ilk defa davet edilmişti bu baloya. Bu sabah işe gittiğinde müdür onu odasına çağırmış ve “Aslı bu yıl çok iyi çalıştın, üstün performans gösterdin, şimdi emeklerinin meyvesini yeme zamanı, bu sene sen de bizimle birlikte baloya geliyorsun. Detayları mail olarak attım. Hadi hayırlı olsun” demişti. Aslı heyecandan ne diyeceğini şaşırmış sadece ağzından teşekkür ederim çıkmıştı. Heyacanla masasına gidip ilk iş olarak maillerine bakmış ve baloya davet isimli maili açıp okumaya başlamıştı.

“Sayın Aslı Haydar,
Her sene kurumumuz tarafından düzenlenen balo etkinliğimize bu sene aramıza katılmanızdan duyduğumuz mutluluğu belirtmek isteriz. Bu seneki balomuzun teması maskeli balo. Her katılımcının kıyafetine ek olarak maskeyle gelmesi zorunludur. Akşamla ilgili detaylar aşağıda belirtilmiştir.”

Maili heyecanla bir kez daha okudu, sonra mailin altına inerek yer ve zamanı okudu.         ‘ Gelecek hafta pazartesi yapılacak, bugün Salı olduğuna göre hazırlanmam için bir haftadan az zamanım var. Of  ne giysem acaba, bu kadar kısa sürede kıyafet, ayakkabı, çanta hepsini bulmam lazım, saçı mı toplasam mı açık mı bıraksam? Bir de maske var nerden bulacam maskeyi?” Diye düşündü. O esnada yanına arkadaşı Esra gelerek düşüncelere dalmış olan Aslı’nın sırtına vurarak onu dalmış olduğu yerden geri getirdi.

“Hayırdır kızım kendinden geçmişsin, iyi misin?” Esra konuşurken gözü Aslı’nın açık olan maline kaydı. “Ooo küçük hanıma bak sen, demek baloya gideceksin. Kızım sen üç gün sonra bizi de unutursun, selam sabah vermezsin, aha bak buraya yazıyorum.”
“Aman Esra ne saçmalıyorsun allesen, balo alt tarafı, selamla ne alakası var”
“Olur mu, bugün baloyla başlar, bir bakmışsın uçmuş gitmişsin bu işler belli mi olur.”
“Sen boşver şimdi onu da kahve içelim mi?”
“Haydi gidelim, benim de sana anlatacaklarım var zaten”

İkisi yan yana yürüyerek kahve almaya doğru gittiler. Kafe oldukça kalabalıktı, sıranın en arkasına geçerek beklemeye başladılar.
“Ne kalabalık bugün” Aslı sıkıntıyla etrafına bakındı.
“Aman hep kalabalık burası, görmüyon mu insanlar burda toplantı yapıyorlar. Bir tek biz köpek gibi çalışalım yukarda. Sen eşşek olduktan sonra sırtına semer vuran çok olur. Suç bizde ama”
“Napalım Esra. Gidebiliyor muyuz, gidemiyoruz. Söylenip söylenip çalışmaya devam ediyoruz.”
“Hata biz de işte ben de onu diyorum zaten. Bıktım burdan da, sürekli şikayet etmekten de.”
“Sen bana ne anlatacaktın söyle, bırak şimdi şikayeti de anlat çabuk.”
“Ya kızım neler oldu bir bilsen”
“Ooo bütün kızlar toplanmış. Napıyorsunuz bakalım hanımlar, keyifler yerinde mi?”
Konuşan yöneticileri Selin Hanım’dı, lafı Esra’nın ağzına tıkarcasına araya girmişti. Esra lafının ağzında kalmasından şikayet edercesine homurdanarak ‘iyiyiz Selin Hanım’ diyebildi.
“Aslıcım şekerim hayırlı olsun, bu sene baloda sen de aramıza katılacakmışsın. Bu sene çok çalıştın, hakettin doğrusu. Aferin bak çalışan her zaman kazanır, ben bunu bilirim bunu söylerim. Maskeli balo olacakmış, çok heyecanlı. Yemekler de şahanedir kesin, müzikler de enfes.” Konuşması baristanın ona seslenmesiyle bölünmüştü.
“Selin Hanım her zamankinden mi olsun.”
“Evet şekerim zahmet olmazsa.”
“Buyrun kahveniz hazır”
“Teşekkür ederim canım” Selin kahvesinden bir yudum aldıktan sonra Aslı ile Esra’ya dönerek. “Kızlar ben çıkıyorum, yukarda görüşürüz, Aslıcım tekrar hayırlı olsun şekerim.” Diyerek yanlarından uzaklaştı.
“Aman ne abartıyorlar şu baloyu her sene, ne varsa sanki” Esra kendi kendine konuşsa da Aslı duymuştu ama ses çıkarmadı. İkili kahvelerini alarak buldukları ilk boş masaya oturdular.

“Ne giyeceksin” diye sordu Esra.
“Bilmem ki. Sence ne giyeyim. Cumartesi beraber alışverişe gidelim mi?”
“Olur, tamam gidelim”
“Sen ne anlatacaktın”
“Biz Hasan’la boşanmaya karar verdik”
“Ne, kızım şimdi mi söylenir bu, neden söylemedim. Canım ya ne diyeceğimi bilemiyorum.”
Esra daha fazla konuşamadan ağlamaya başladı. Aslı onun elini tutarak destek oldu arkadaşına. İkili hiç konuşmadan kahvelerini içtiler bir süre ve yine konuşmadan yukarı çıktılar. Yirmibeşinci kata çıkıyorlardı, asansörde numaralar bir bir artarken Esra konuşmaya başladı. Aslı kendisiyle mi konuştuğunu anlayamadı önce, Esra’nın gözleri o kadar boş bakıyordu ki sessizce dinledi onu.
“Biliyordum zaten başlarken bir gün biteceğini ama işte insan bazen önündeki gerçeklerleri göremiyor. Görüyor aslında ama görmek istemiyor desek daha doğru. Bn de biliyordum olmayacağını ama işte inat mı dersin aşk mı dersin adına bendekinin. Galiba hep çocukluğumdan beri beyaz atlı prensimin gelip beni kurtaracağını düşünüyordum. Gelecek ve beni bu hayattan çekip götürecek. O yüzden bulduğum ilk adama sarıldım. Bak halime kurtarılmak yerine, daha çok batağa saplandım. Demek ki sadece insan kendini kurtarabiliyormuş. Çareyi başkasında aramak yanlışmış.”

Aslı ne diyeceğini bilemedi. Biliyordu o da Esra gibi bir gün boşanacaklarını, arkadaşının canının yanacağını. Kendisi de geçmişti aynı dikenli yoldan. Kanata kanata kendinden yeni bir Aslı doğurmuştu. Daha güçlü, ayakları yere sağlam basan, şimdi sıra arkadaşındaydı. Onun omzuna dokundu önce, “burdayım ben biliyorsun her zaman” diyebildi. Esra ise minnetle baktı arkadaşına gözleri yaşlı. İki kadın asansörden inerken içlerinde farklı duygular barındırarak masalarına geçtiler. Heyecan, korku, azim, acı, korku, sevinç, merak, dayanışma hepsi birbirine
karıştı  attıkları her adımda.

4 Mart 2019 Pazartesi

Son Kalan Ağaç Gibi

                   Aslı sabah kahvesini almak için işine yakın olan en sevdiği kahvecinde için sıraya girdi. Bugün diğer günlere göre gözle görülür derecede kalabalıktı kafe. İçeriye şöyle bir göz gezdirdi. Çoğunluk gençlerden oluşuyordu, ellerinde son model telefonlar kimi canlı yayın yapıyor, kimisi ise kahvenin değişik açılardan fotoğrafını çekmekle meşguldü. Sıra kendisine geldiğinde her zamanki barista yerine uzun sakallı başka bir genci gördü kasada. Camekanın arkasına hızlıca göz gezdirdi, o esnada başka müşterinin ısmarladığı tostları ısıtmakla meşgul olan Efe’yle göz göze geldi.
“Her zamankinden mi Aslı hanım” dedi. Aslı kafasını evet anlamında sallayarak kahvesini hazırlamakta olan Efe’nin önüne geldi.
“Bugün çok kalabalıksınız. Gerçi sizin için iyidir bu ama şaşırdım açıkçası”
“Evet Aslı hanım, dün gazetenin ekinde bizim kahvecinin haberi çıktı. İstanbul’un en iyi on üçüncü dalga kahvecisinin içinde yer almışız. Onun etkisiyle insanlar bizim keşfetti. Birkaç tane de instagram bloggeri gelip story atınca işler iyice arttı.”
“Vay be hayırlı olsun o zaman. Ama ne bileyim böyle küçükken daha iyiydi sanki. Şimdi herkes keşfetti. Şehirdeki taza kanın kokusunu alan vampirler gibi üşüşürler ta ki tüm kanı emip sizi tüketene kadar. Sonra sıradanlaştığınız gerekçesiyle uzaklaşıp taze yer arayışına girerler. Hep böyle olmuştur bu. Neyse devir böyle. Ne demişler musluk akarken küpünü doldurmaya bakacaksın.”
Efe sessizce Aslı’yı dinlerken bir yandan da müşterilerin siparişlerini yetiştirmeye çalışıyordu. “Kahveniz hazır Aslı hanım”
“Sağol Efecim, bu çikolatalar yeni mi, çok güzel görünüyor”
“Evet Aslı hanım yeni getirdik, daha doğrusu deneme amaçlı atölyemizde yaptık, vegan, ham kakaolu, sütsüz, şekersiz.”
“Ha ha o ne ya öyle, ne var içinde peki. Siz de mi şu sağlıklı yaşam modasına uydunuz?
“Napalım biliyorsunuz şimdi bu moda. İster misiniz? Tadına bakın gerçekten çok lezzetli.”
“Yok Efecim sağol, rejimdeyim. Belki başka zaman. Hadi ben seni tutmayayım, yoğunsun sen, kolay gelsin.”
“Sağolun Aslı hanım. İyi günler”
Aslı kahvesini alarak boş masa var mı diye bakındı ama tüm masalar doluydu. Saate baktı, en iyisi masamda içerim diyerek ofise doğru yürüdü. O esnada köpek gezdirmeye çıkmış ellili yaşlarında tamamen pembe giyinmiş bir kadın Aslı’ya çarptı ve tüm kahve üstüne döküldü.
“Çok özür dilerim, minnoşum beni bu tarafa doğru çekince sizin geldiğinizi görmedim. Sıcak mıydı kahve, üstünüz de mahvolmuş, yanmadınız ya, çok özür dilerim tekrardan” kadın nefes almadan panikle arka arkaya sıraladı cümleleri. Kadının paniği karşısında şaşıran Aslı,
“Yok önemli değil, bilerek çarpmadınız ya, kaza işte oluyor”
“Tüh, kahvenizi de içemediniz. Gelin size yenisini alayım”
Aslı gerek yok dese de kadın aldırış etmeden kafeye doğru yola çıkmıştı bile. Çaresiz Aslı’da kadını takip etmeye başladı. Biraz önceki kalabalık biraz olsun dağılmış, sakinleşmişti içerisi. Sıra beklemeden kahvelerini aldılar.
“Çok teşekkür ederim hiç gerek yoktu.”
“Olur mu canım, asıl ben tekrar özür dilerim, kıyafetinizi mahvettim.”
“Zararı yok, ofisimde yedek gömleğim var, değiştiririm gidince”
“Bu arada tanışmayı unuttuk ben Derya , beş dakikanız var mı beraber içsek kahvemizi?” Kadının bakışları karşısında Aslı hayır diyemedi ve beraber cam kenarındaki boş masaya yöneldiler. Sessizliği Derya bozdu.
“Buraya yakın mı çalışıyorsunuz?”
“Evet, hemen yolun karşısında ofisim.”
“Sizi işinizden alıkoymuyorum ya”
“Yok, merak etmeyin sabahtan halletmem gereken acil bir işim yok.”
“Ben de Pazar günü gazetenin ekinde görünce merak ettim. O kadar övmüşlerdi ki kalkıp onca yolu geldim. Bakalım değecek mi?” Kahvesinden bir yudum aldıktan sonra devam etti. “Güzelmiş ama diğerlerinden ayırt edilecek kadar farklılığı yok gibi geldi bana. Ne bileyim kahve işte, değişik aletlerle demleyince daha güzel olmuyor, daha farklı orası kesin ama ne bileyim belki ben çok eski kafalıyım. “ ikisi sessizce kahvelerini yudumladılar bir süre. Dışarda göz alıcı bir bahar güneşi vardı ama hava hala soğuktu. Kafeye müşteriler gelmeye devam ediyordu. Sessizliği caddeye gelen kocaman bir aracın sesi kesti. İkisi de dikkatle izlemeye başladılar. Sarı vince benzeyen araç kafenin tam karşısına park etti ve araçtan iki adam ellerinde testerelerle inip caddedeki yegane ağacı kesmeye başladılar. İki kadın şok içinde birbirlerine baktılar.

“Son kalan ağacımızdı o bizim” Konuşan Aslı’ydı gözleri yaşlı. Adamlar göz açıp kapayana kadar ağacı kesmiş, araca yüklemiş, gitmişlerdi bile.

“Baksana etrafına bu ağaç buraya ait değildi zaten, gitmesi iyi bile oldu”
Aslı kadına cevap veremedi, verecek kelime bulamadı.
“Biliyorum kızgınsın, ben de kızgınım. Önce ağaçlarımız için geldiler ses çıkarmadık, sonra hayvanlarımıza zarar vermeye başladılar, ses çıkarmadık, sıra bize gelecek. Baksana etrafına iki adam gün ortasında koca ağacı söküp götürdü, ki senin ruhu duymadı bile. Kafalarını o bağımlı oldukları telefonlarından kaldırıp bakmadılar bile neler oluyor diye. Herkes elindeki kahvenin fotoğrafını çekmekle meşgul, kimsenin kahvenin tadını umursadığı yok. Burda ağaç olsa ne olur olmasa ne olur. Şimdi sorsak insanlara burda ağaç mı vardı diye söyler çoğunluğu. Fark etmemiştir bile ağacı.”
Derya doğru söylüyordu. Aslı inanıyordu buna tüm kalbiyle ama yine de bu canının acımasına engel değildi.
“Biliyorum kızgınsın, kızma, devir böyle. Alışmaktan başka çaremiz yok. Hayat artık sadece bir instagram karesinden ibaret. Kaç takipçin var, daha çok beğen, yetmiyorsa takipçi satın al, en  güzel fotoyu sen çek, gün içinde kaç kişi beğenmiş takip et. İnsanları doyur sürekli, aç bırakma. Hayatının en özel anlarını aç, tüm ayrıntıları paylaş. Kusura bakma sözüm sana değil ama bugünün gençlerini anlayamıyorum.”

Aslı kafasını salladı. “Dünya değişiyor, biz de değişiyoruz. Kaçamayız bundan ama yine de bu umursamazlık canımı yakıyor. Tüm gün camları açılmayan kocaman binaların içinde çalışıp şu içtiğimiz kahveye dünya para verince kendimizi özel zannediyoruz. Baksana sabahtan beri gelenlere eskiden çok severdim burayı, küçücük, sıcacık bir yerdi. Güzel müzikler çalardı, kahvesi güzeldi. Şimdi herkes o fotoğrafın peşinde buraya geliyor. Yakında burası da sıradanlaşacak. Kalabalık kendine yeni bir fotoğraf karesi bulacak ve onun peşinden gidecek.”

“Ben biraz önce otuz yıllık evliliğimi sonlandırdım. Size çarptığımda kafam meşguldü.”
Aslı bu aniden gelen itiraf karşısında şaşırmıştı. Konu nasıl buraya gelmişti anlamamıştı. Ne diyeceğini bilemez halde bir süre önündeki boş karton bardakla oynadı.
“Kusura bakmayın ne diyeceğimi bilemiyorum, çok üzüldüm”
“Üzülmeyin her evlilik bir gün biter, her eşya eskir, her kıyafetin modası geçer, her yeni mekan zamanla sıradanlaşır. İşler böyle işler her zaman. Biz de yıprandık zamanla. Zamana karşı koyamadık, kimse koyamaz. Onun esiriyiz sadece. Bizi ne tarafa savurursa o tarafa gidiyoruz. Bugün ilk defa kendimi özgür hissetim aynı zamanda yalnız. İkisinin aynı anda olmasına şaşırdım sonra. Bilmiyorum bundan sonraki hayatım nasıl olacak, dile kolay otuz yıllık bir rutini geride bıraktım. Yeni hayatıma alışmam zaman alacak. Neyse ki minnoşum  var, yalnız sayılmam.” Köpek o esnada dışarda güneşin altında miskin miskin yatıyordu.
Aslı boğazını temizleyerek zor da olsa konuşmaya başladı. “Ben de iki yıl önce boşandım. Çok zor anlıyorum sizi.”
“Yüzük hala parmağında. “
“Evet çıkaramadım.”

Aynı ortak paydada buluşmuş iki kadın bir süre sessizce oturdu. Aslı tekrar konuşmaya başladığında Derya kendi düşüncelerine dalmıştı. “Dayak yüzünden boşandık, insanın çok sevdiği insandan şiddet görmesi kadar feci bir olay yok. Dünyada en çok güvendiğim insanın bir anda en çok korktuğum insan haline gelmesi çok şaşırtıcı. Dediğiniz gibi her şey değişiyor bu hayatta. Toparlanmam zaman aldı, hala da tam anlamıyla toparlandığım söylenemez.”
“Ah canım” dedi Derya şefkatle Aslı’nın elini tutarken. İki kadın gülümsediler birbirlerine, konuşmadan anlaştılar.

Aslı ofise doğru yürürken hiç tanımadığı bir kadından aldığı gücü düşünüyordu. Bir saat öncesine kadar birbirlerini tanımayan iki kadın en derin sırlarını açmışlardı birbirlerine. Hayat ne tuhaf dedi alyansını parmağından çıkarırken. Bir süre baktı ve karşıdaki yola fırlattı alyansı, ondan geriye parmağında bıraktığı iz kalmıştı.


6 Şubat 2019 Çarşamba

Çöp

                                            ÇÖP

Çöp dolu beynim tıpkı annemin evi gibi. Hiçbir eşyasını atamaz o kullanılsın veya kullanılmasın hepsini saklar mutlaka zamanı gelir bir gün der ben kızınca. Kızıyorum bu duruma evine gidiyorum dolaplar dolusu eşya, ne yapacaksın bu kadar eşyayı at rahatla diyorum ama kızım bunlar lazım olur bir gün, elaleme mi gidip isteyeyim lazım olunca, ellalalem ne der sonra. Elalem elalem elalem bıktım artık bu laftan. Hiç farkettiniz mi birden fazla tekrarlayınca kelime anlamını yitirip saçmalalaşıyor. Deneyin bak çok komik. Komik olan diğer bir konu da annemin bu saklama tutkusu, ev yoğurt kabı dolu. Bense hemen atarım onları hiç saklamam. Onları saklamakla mı uğraşacağım. Ben unutamam o yüzden beynim çöp gibi. Unutmak aslında rahatlatıcıdır, unutursun biter gider artık o olayın, anının senin için bir anlamı kalmaz. Ama hatırlamak azap doludur, her seferinde aynı olayı tekrardan yaşarsın, o duygular seni esir eder ilk günkü gibi. Arkadaşlarım bana fil hafızalı der bu özelliğim yüzünden. Mesela ilkokulda öğretmeninin giydiği takım elbiseyi, içine giydiği gömleği, kravatı hala hatırlıyorum ne lazımsa bana bu bilgi. Belli aralıklarla giydiği takım elbiseyi değiştirirdi, yeni takım elbisesini giydiği ilk gün çok garip gelirdi bana sanki alıştığım, sevdiğim öğretmenin gitmiş yerine yeni bir öğretmen gelmiş gibi olurdu. Ama bir süre sonra alışırdım hem insan nelere alışmıyor ki.

Kadın son cümlesini yazdıktan sonra bir süre durdu, gözlerini kapattı düşüncelere daldı. Aklına ilkokulda annesinin diktiği kırmızı kloş etek geldi. Ne kadar severdi o eteği, özellikle de o etekle kendi etrafında dönmeyi, eteğin uçları o döndünce dalgalanır tıpkı bir semazen gibi hareket ederdi. Şimdi bu anı hatırlayınca gülümsedi. Ah çocukluk, ne masumduk o zamanlar diye hüzünlendi. “Merve hanım bir dakika gelebilir misiniz?” Daldığı düşüncelerden bir anda sıyrılarak masasından kalktı. Eteği biraz sıkıyordu belini tam kapatamamıştı sabah giyinirken, öğlen yemeğinden sonra iyice şişen karnıyla patlayacak gibi duruyordu. Çağıran altında yeni işe başlayan Gizem’di. Bu kızı kendi gençliğine çok benzetiyordu. Aynı hırs, aynı çalışma azmi onda da mevcuttu. Ama kız aynı zamanda kendisinin olmadığı kadar uyanıktı. Nesil farkı diye düşünüyordu bu durum için. Yeni nesil farklı, onları bizim eski usul, alışılmış yöntemlerle çalıştıramayız, yeni yöntemler geliştirmemiz lazım demişti geçen ay yapılan son yönetim toplantısında. Toplantı için gittikleri ultra lüks otelin havuzunda güneşlenirken insan kaynakları direktörüyle bu konu üzerine düşünmüşlerdi. Adam bu yıl içinde emekli olmayı planlıyordu ve yerine geçmesi muhtemel adaylardan biri de Merve’ydi. Ben bu neslin sabah dokuz akşam beş işlerinde uzun süreli çalışmak istediklerini düşünmüyorum. Daha farklılar bizden, biz ev alalım, birikim yapalım, geleceğimizi kurtaralım derdindeyken onlar yeni yerler görelim, heyecan yaşayalım, keşfedelim, deneyim kazanalım derdindeler. O yüzden sürekli iş değiştiriyorlar oysa biz öyle değildik biz de çalıştığın kuruma bağlılık ön plandaydı, bir şirkette işe başladın mı ordan emekli olacağın gözüyle bakardın. Şimdikiler ise emekliliği düşünmüyorlar gibi. Onlardan verim alabilmek için yeni taktikler geliştirmemiz gerektiğini düşünüyorum demişti. Adam ise değişikliğe sıcak bakmıyordu. Alışacaklar, burası kurumsal bir yapı, belirli kuralları var, onlar farklı bir nesil diye yıllardır uygulanıp verimliliği kanıtlanmış kuralları yıkamam efendim, bir zahmet onlar uyum sağlasın o kurallara, beğenmeyen gider bu kadar basit. Etrafta bu kadar işsiz varken kimsenin kaprisini çekemem kusura bakmasınlar, işlerine geliyorsa diyerek Merve’nin fikrine karşı çıkmıştı. Merve adamı içten içe eski kafalı bulsa da nasıl olsa gidecek diye üstelemedi. Onun koltuğuna oturmaya en yakın aday olarak bu aşamada sivrilik yapmanın alemi yoktu.

Gizem’in yanına gittiğinde ona hazırlaması için vermiş olduğu raporu bitirdiğini gördü. “Haydi laptopunu al da masama gel detaylara birlikte bakalım.” Diyerek masasına yöneldi. Gizem de elinde laptop onu takip etti. İkisi tüm dikkatlerini önlerindeki açık excel dosyasına vererek çalışmaya başladılar. Gelecek ay yapılacak verimlilik toplantısı için hazırlık yapıyorlardı. Kriz başlar başlamaz toplu işçi çıkaran ilk şirketlerden biri olmuşlardı ve bu durum insanların tepkisini çekmişti. Şimdi az eleman ile verimliklerini arttırdıklarına üst yönetime ispat etmeleri gerekiyordu. Merve her zaman rakamlar yalan söylemez derdi. Bir çok bölümde gereksiz yere işe alınmış ve ne işe yaradığı belirsiz bir  sürü eleman vardı, aslında biz sadece onları çıkardık, göreceksiniz fazlalıklardan kurtulunca verimimiz de arttı böylece. Önemli olan çok işçi çalıştırmak değil varolandam tam kapasite yararlanıyor olmak, gerçek verimlilik budur. Sunum için hazırlanan metinde bunlar yazıyordu. İkili çalışırken telefon çaldı. Merve kısa bir süre sonra konuştuktan sonra mailine gelen videoyu tıkladı sinirle.

“Evet sayın seyirciler şu an yanımda geçen hafta x şirketinde çalışırken kalp krizi geçirerek hayatını kaybeden M.K.’nın acılı babası var. Konuyla ilgili ne söylemek istersiniz?”
“Biliyorsunuz bu firmada kriz sonrası toplu işçi çıkarımı oldu. Keşke kızımı da çıkarsalardı en azından hayatta olurdu. Eleman azaltılınca verimlilik adı altında kalanların üstüne daha çok iş yükü bindirmeye başladılar. Yaklaşık on iki saate varan çalışma süreleri oluyordu. Söyleyin bana kim bu kadar çalışmaya ve sürekli artan stres yüküne dayanabilir. Kurumsal şirketler günümüzün modern kölelik yuvalarıdır. Bugün ben kızımı kaybettim ama başka anne babaların canı yanmasın diye sonuna kadar hakkımı aramaya devam edeceğim.”

Videonun devamında şirketin genel müdürlük binasının önünde protesto için bekleyen kalabalığın görüntüsü vardı. Ellerinde pankartlar sessizce bekliyorlardı. Merve daha fazla izlemeye dayanamadı ve videoyu kapattı. Gelen maili tekrar okudu. Buna açıklayacak cevabın yoksa burda yerin yok yazıyordu büyük harflerle. Ekrandan gözlerini alamadan donup kaldı.

4 Şubat 2019 Pazartesi

Kenar Süsü



Kenar süsü oldum hayatında yani olmasam da olurdu.  Kadın sıkıntıyla radyodan gelen sesi kapattı. Bu şarkıya katlanamıyordu. Camdan dışarı baktı, köprüden geçiyorlardı şimdi. İstanbul tüm güzelliğiyle aynı zamanda tüm çirkinliğiyle ayaklarının altındaydı. Yıllar önce ilk defa bu şehre geldiği anı hatırladı. Yedi sekiz yaşlarında olmalıydı. Annesinin tüm itirazlarına rağmen çok sevdiği pembe tütüsünü giymişti. Anne bu çok önemli bir olay, güzel olmalıyım demişti. Annesi kızının inadını bildiği için fazla üstelememişti. Yolculuk boyunca heyecandan gözüne uyku girmemişti, yolda göreceği yeni yerleri kaçırmaktan korkarak uyumak istememişti.  Ama trenin tangır tungur giden sesine daha fazla dayanamamış ve uyuyakalmıştı. Sabahın erken saatlerinde Haydarpaşa garına varmışlar ve o küçücük pembe tütülü kız çocuğu tarihi garın merdivenlerinden bu efsanevi şehre bakmış ve ilk görüşte aşık olmuştu. Sakın babanın elini bir an olsun bırakma orası çok kalabalık diye sıkı sıkı tembihlemişti annesi. Annesinin dediği kadar kalabalıktı bu şehir. Babasının kocaman ellerine sarıldı, beraber vapura bindiler. Simit aldı babası kahvaltı için. Rüzgar saçlarınıKenar Süsü savururken ilk kez martı gördü hayatında, baba baba bak ne kadar güzel kuş, hiç böylesini görmedim diye bağırmıştı heyecanla. Babası ise tek kelime bile etmeden sigarasından derin bir nefes çekip sıkıntıyla üflemişti. Kadın arkadaki arabanın kornasıyla daldığı düşüncelerden kendine geldi.

“Bıktım bu şehirden de, bu şehirde yaşayan insanlardan da. Hepsi saygısız, bencil, şu trafiğe bak, her gün günümün büyük bölümü trafikte heba oluyor. Bıktım artık. Hep senin yüzünden geldik buralara, senin bitmek bilmeyen İstanbul aşkın perişan etti bizi. Şu halimize bak.”
“Ne varmış halimizde.”dedi kadın. Gözü hala manzaradaydı.
“Sana göre iyiyiz canım. Tabii senin keyfin yerinde. Oh bir elin yağda bir elin balda. Ben çürüdüm şehirde, nefes alamıyorum artık. Anlıyor musun nefes alamıyorum.” Adam bunları söylerken trafik durmuş, kıpırdamıyordu. Birden yanlarına çingene olduğunu tahmin ettikleri bir kadın gelerek yakışıklı delikanlı almaz mısın şu güzel kızımıza bir demet çiçek  diyerek kadının açık camından bir demet papatya fırlatıverdi. Adam büyük bir hışımla çiçekleri aldığı gibi çingenenin suratına fırlattı ve aynı hızla camı kapatarak açılan trafikte ilerlemeye başladı.

Adamın tepkisi o kadar ani olmuştu ki kadının neler olup bittiğini anlaması zaman almıştı. Tam konuşacaktı ki adamın hareketlerinden konuşmamasının en iyisi olacağına karar verdi. Kafasına cama yasladı ve caddede gelip geçen insanları izlemeye başladı. Herkes telaşlı bir şekilde işine yetişmeye çalışıyordu. Gün içinde ne kadar çok insanla karşılaşıyoruz ama hiçbirine gerçekten bakmıyoruz, çoğuyla göz göze bile gelmiyoruz diye düşündü. İnsanlar kalabalık sokakta omuz omuza yürümelerine rağmen dönüp birbirlerine bakmıyor, konuşmuyor, selamlaşmıyorlardı. Kadın bunları düşünürken ofisine gelmişlerdi bile. Şehrin göbeğindeki plazaların birinde çalışıyordu.

Adamla tek kelime etmeden arabadan indi, hızlıca binaya girdi. Asansör sırasının en sonuna girdi. Bu sırayı beklemektense merdivenlerden mi çıksam diye düşünse de otuz iki katı çıkmayı gözü yemedi. Yarım saat beklemenin ardından sıra nihayet kendisine geldi ve ofisine çıktı. Her sabah yaptığı gibi bilgisayarını açtı, maillerini okudu, acil olanları cevapladı, günün planına baktı, çok işi vardı bugün. Birden derinlerden gelen bir müzik sesi duydu. Kulak kabarttı sese, sabah radyoda dinlediği şarkıydı. Kenar süsü oldum hayatında diye devam ediyordu. Kadın sıkıntıyla dikkatini şarkıdan çekmeye çalışarak işine odaklanmaya çalıştı ama eski hatıraları onu rahat bırakacak gibi durmuyordu bu sabah. On yaşındaki o yaza gitti. Okuldan erken gelmişti. Kapıyı anahtarla açıp içeri girdiğinde annesini koltuğa çökmüş ağlarken bulmuştu. Gitti demişi, onunla gitti. Başka da tek kelime etmemişti. Biliyordu sanki babasının bir gün gideceğini, yıllardır sanki o anı bekliyormuş gibi annesi yanıbaşında ağlarken o hiç şaşırmadı, üzülmedi, ağlamadı. Kalktı mutfağa gitti, akşam yemeği hazırladı. Beraber yemek yediler, hiç konuşmadılar. Sanki hayatlarında hiç olmamış, onu hiç tanımamış gibi hayatlarına devam ettiler. Aslında kadın devam ettiklerini sanmıştı ama aslında yola devam eden kendisiydi, annesi onu koltukta bulduğu anda takıp kalmış, ilerlemeyi reddetmişti. O an büyümüştü, artık annesinin kızı olmaktan çıkıp onun annesi olmuştu. Düşüncelerinden zor da olsa sıyrıldı, çekmecesinde duran babasının yıllar önce birlikte İstanbul’a geldiklerinde aldığı oyuncak bebeği eline aldı ona dokundu, öptü. Neden burda olduğunu hatırlatıyordu ona bu otuncak. Çok eskise de onu atmaya kıyamıyordu bir türlü. İtinayla bebeği yerine koydu, işine geri döndü. Yapılacak çok işi vardı.